Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Geç saatler' gerilimi

        “Gece Elbet Çöker” (Night Always Comes), Avrupa sinemasının önde gelen temsilcilerinden Belçikalı DardenneKardeşler’in filmlerini akla getiren bir açılış sekansına sahip. Ana karakterin hayatı ve geleceği için sonuna kadar mücadele edeceği bir film seyredeceğimizi düşündürüyor ilk bölüm. Ses bandında dinlediğimiz haber bültenleri de sosyal gerçekçi bir filmin içinde olduğumuz fikrini güçlendiriyor. Haberlerde ABD’deki yüksek enflasyondan, alım gücünün sürekli düşmesinden, ev kredisi borcunu ödeyemeyerek sokağa atılan insanların sosyal bir sorun haline geldiğinden söz ediliyor.

        Vanessa Kirby’nin canlandırdığı Lynette’i tanıdığımızda, onun hedefinin de annesi Doreen (Jennifer Jason Leigh) ve Down Sendromlu kardeşi Kenny (Zack Gottsagen) ile birlikte yaşadığı evden sokağa atılmamak olduğunu anlıyoruz. Hazırlanan yeni ödeme planına göre 25 bin dolar vererek, ailenin evi elinde tutması mümkün görünüyor. Ne var ki, annesi söz verdiği 25 bin doları getirmek yerine o parayla gidip kendine lüks otomobil alınca, tüm plan bozuluyor, asıl hikâye başlıyor.

        Olayları başından itibaren Lynette’in gözünden seyrettiğimiz için annesi Doreen’in akıl almaz sorumsuzluğu karşısında biz de onun gibi dumura uğruyoruz haliyle. Annenin lüks otomobil uğruna neden sokakta kalmayı göze aldığını, alternatif planının ne olduğunu merak ediyoruz. Film ise zihnimizde beliren bu soruyu yanıtsız bırakıp bambaşka yönde ilerliyor: Lynette, ertesi sabah 9’a kadar 25 bin doları bulmak için hemen o akşam harekete geçiyor ve sinema tarihinde örneklerini daha önce de gördüğümüz, tek gecede geçen bir “geç saatler” gerilimi başlıyor.

        Gündüz ekmek fabrikasında, akşamları barda çalışan, gece okulunda eğitim gören ve kardeşi Kenny’yi annesinden daha çok önemser görünen Lynette, filmin ilk bölümünde geleceğine odaklanan bir emekçi gibi çıkıyor karşımıza. 25 bin doları bulmak için elinden geleni yapması, onun ailesine verdiği önemi gösteriyor hiç kuşkusuz. Ama parayı bulmak için göze aldıklarını görmeye başlayınca, Lynette ile aramızdaki mesafe ister istemez açılıyor. Parayı bulmak, sonuçlarını nerdeyse hiç düşünmediği takıntılı ve riskli bir sürece dönüşüyor.

        Öyle ki, bir süre sonra, psikolojik anlamda dengeli olup olmadığını sorgularken buluyoruz kendimizi. Yaptıklarını ahlaki açıdan yargılamak bir yana, attığı her adımın hayatının mahvına yol açacak bir potansiyel taşıdığını görüyoruz. Hatta gece boyunca yaptıklarını, bilinçdışındaki özyıkım sürecinin sonuçları olduğunu düşünmek dahi olası… İşte bu yüzden, evi elinde tutma çabası bir emekçinin verdiği mücadele olmaktan çıkıyor; şehrin batakhanelerinde süren tehlikeli bir suç gecesine doğru evriliyor.

        Bu arada, Lynette’in barda Scott (Randall Park) ile buluşup parayı ondan istemesiyle birlikte filmin türü aniden değişiyor. Açılışıyla “sosyal gerçekçi işçi sınıfı filmi” havası veren “Gece Elbet Çöker”, alışageldik bir gerilim öyküsüne dönüşüyor. Açılıştaki tarz ve realist ton gidiyor, onun yerine müziği, montajı ve kamerasıyla klişe bir Amerikan gerilimi geliyor.

        Sarah Conradt’ın Willy Vlautin’in 2021 tarihli aynı adlı romanından uyarladığı “Gece Elbet Çöker”de, gece boyunca yaşananlar, en azından belirli bir inandırıcılık düzeyinde gelişiyor. Anlatımdaki klişeleri dengeleyen bir durum bu. Çünkü Lynette, her ne kadar deli cesaretine sahip akıl dışı işler yapan biri olsa da çevresindeki dünya ondan daha gerçekçi duruyor.

        Lynette’in kardeşi Kenny ile beraber sabaha karşı Tommy’nin (Michael Kelly) kapısını çalmasıyla filmin türü bir kez daha değişiyor. Bu kez karakter psikolojisinin öne çıktığı dram boyutu ağır basmaya başlıyor ve Lynette’in aslında en başından itibaren merak ettiğimiz geçmiş öyküsü, yavaş yavaş belirginleşiyor. O zaman, Lynette’in parayı bulmak için verdiği mücadeledeki psikolojik nedenlerin en az evini kaybetmeme çabası kadar önemli olduğu anlaşılıyor. İşte bu yüzden, filmin kalbindeki asıl mesele Lynette’i o geceye götüren psikolojik süreç ama ne ölçüde iyi işlendiği çok tartışmalı...

        Filmin son sekansına kadar “Gece Elbet Çöker”, psikolojik gerilim kıvamında ilerliyor. Tommy’yi tanıdığımız sahneden sonra Lynette’in zihninde olup bitenlere tanık oluyoruz. Geçmişe dönüş anlarında, Lynette’in ergenlik dönemine kadar uzanan o büyük acıların ve ruhunda oluşan duygusal yaraların henüz kapanmadığını fark ediyoruz. O noktada, olup bitenlere bakışımız değişiyor. Gece boyunca süren “yolculuğun” bittiği, anneyle yüzleşmenin geldiği son sekansta yaşananlar ise Lynette’e ve tek gecelik macerasına olan bakışımızı bir kez daha değiştiriyor. Çünkü sadece Lynette’in ve ailenin geçmiş öyküsü değil, annenin davranışlarının altındaki nedenler de netleşiyor. Final, tüm filmden çok farklı bir kafada bitiyor. Hem karakter hem filmin tonu açısından… Ve bu durum, “aldatılmışız” duygusu yaratıyor. Çünkü finalde Lynette’in eylemlerinin altında çok daha karmaşık bir geçmiş hikâye olduğunu keşfediyoruz. Asıl sorunu, kendi geleceğine odaklanmak yerine geçmişten kurtulamamak... Tüm hayatını belirleyen gereksiz suçluluk duygusu nedeniyle o büyük riskleri aldığını öne sürmek de mümkün.

        Televizyon kökenli yönetmen Benjamin Caron’un filmin dramatik malzemesini yeterince iyi kullanamadığını düşünüyorum. Hikâye gereği türler veya anlatımın tonu, film içinde elbette değişir. Yönetmenin tüm bunları bütünleştirmesi gerekir. “Gece Elbet Çöker”de söz konusu bütünlük duygusunu kendi adıma hissettiğimi söyleyemem.

        Orta bölümdeki gerilim sekanslarının son derece klişe olması, yönetmenlikteki sorunlardan biri… İkinci sorun ise Lynette’in geçmiş öyküsünün filmde derinlikli şekilde yansıtılamaması… Tüm film temelde geçmiş öykünün açığa çıkması üzerine kurulu olsa da geçmiş öykü yüzeysel ele alınıyor. İşte bu yüzden, “Gece Elbet Çöker” etkileyici bir karakter dramı haline gelemiyor. Finaldeki duygu etkisiz kalıyor. İyi bir gerilim filmi olduğunu söylemek de imkânsız.

        Finalde annenin bakış açısına geçerek olayları farklı yerden görme fikrini sevdim. Ama Lynette’in sorunlarını önce ABD’deki ekonomik krize ve annenin sorumsuzluğuna bağlamak, sonra keskin bir dönüşle derindeki psikolojik nedenlerin daha önemli olduğunu ima etmek bence çok parlak fikir değil. Son tahlilde, Lynette’in geçmişinin her şeyi belirlediği bir filmde, geçmişte olup bitenlere ve annesiyle ilişkilerine daha fazla vakit ayırmak daha iyi sonuç verebilirdi. Lynette’in orta bölümde yaşadığı suç öyküsü, gerilimi ayakta tutuyor ama filmi sığlaştırıp basitleştiriyor.

        Sona erdiğinde aynı romandan sağlam bir karakter dramı ve gerçekçi bir suç filminin çıkabileceğini düşündüm. Ama bu haliyle de kötü film olduğunu söyleyemem. Çünkü hikâyenin içindeki bazı parlak noktaların hâlâayakta durduğu ve filmi sonuna kadar seyrettirdiği kesin. Başta Vanessa Kirby olmak üzere oyunculuk, filmin artı puanlarından biri. Annede Jennifer Jason Leigh ve Kenny’de Zack Gottsagen gayet iyi. Zaten filmin en iyi ve etkili sahneleri bu üçlü arasında geçiyor.(Netflix)

        6/10