Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Sahte gerçeklik çağı
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        “Gerçek Ötesi”, tamamı yapay zekâ ile çekilen ve sinema salonlarında ticari gösterime giren uzun metrajlı ilk film. Sadece Türkiye’de değil, filmin yapımcısı ve yönetmeni Alkan Avcıoğlu’na göre, ulaşılabilen veriler açısından dünyada da bir ilk…

        Alkan Avcıoğlu’nun senaryosunu "Vikki Bardot" ismiyle bilinen sanatçı Gizem Avcıoğlu ile yazdığı belgesel türündeki filmin tüm görüntüleri, müziği ve anlatıcı dahil ses bandı, yapay zekâyla üretildi. Montaj ise Avcıoğlu tarafından yapıldı.

        Belgesel ve yapay zekâ gibi yan yana gelmesi zor iki formatı birleştiren “Gerçek Ötesi”, finali itibarıyla içinde yaşadığımız dijital çağın bizi nereye götürdüğünü sorgulayan bir film. Ama bunu yapmadan önce içinde yaşadığımız gerçekliği ve geldiğimiz noktayı gösteriyor.

        Anlatıcı, film boyunca “gerçek ötesi” bir çağda yaşadığımızı; çünkü gerçeklik algımızın sürekli manipüle edildiğinin altını çiziyor. Anlatıcının seslendirdiği metnin teorik çerçevesi, Jean Baudrillard’ın tezlerinden, endüstriyel toplum ile modernizm ilişkisine, makinelerle kurduğumuz bağdan postmodernizme ve daha ilerisine kadar uzanıyor. Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Daniel Kahneman’ın insan psikolojisi üzerine geliştirdiği tezler de filmin kalbindeki meselelerden biri.

        Kısaca hatırlarsak, Kahneman “Hızlı ve Yavaş Düşünme” (2011) adlı kitabında insanın düşünce yapısı ve karar alma mekanizmalarını inceler. İnsanların her zaman mantıklı, rasyonel kararlar vermediğini öne sürer.

        İnternette faaliyet gösteren birçok önemli şirketin Kahneman’ın tezlerinden açık şekilde etkilendiği, çalışmalarını bu yönde geliştirdiği ve sosyal medyanın da bu fikirlere göre şekillendirildiği dile getiriliyor filmde. Verilen örneklerden biri, yaşadığımız çağın içinde barındırdığı potansiyel tehlikeleri en iyi şekilde özetliyor aslında. Trump’ın aşırı sağcılığını deşifre etmek amacıyla muhalifleri tarafından açılan sahte hesabın, kısa sürede popüler hale gelmesinden ve takipçilerinin giderek artmasından söz ediyorum. Sonuç olarak, bir liderin siyasi doğruculuktan uzak, ırkçı, ayrımcı değerleri savunmasının, onun lehine işlediği bir çağda yaşadığımızın açık bir kanıtı bu örnek.

        İnsanları siyasi uçlara götüren ve toplumu bir araya getiren ahlaki değerleri erozyona uğratan bu tehlikeli süreçte, sosyal medya paylaşımlarının oynadığı rol inkâr edilemez. 2020 tarihli Netflix belgeseli “The Social Dilemma” da aynı tehlikeye dikkat çekmiş ve finalde, sosyal medyayı kurarken dünyayı olumlu yönde değiştirme, ifade özgürlüğünü geliştirme, demokratikleşme gibi ideallerden yola çıkan “vizyon sahibi” iş insanlarını yarattıkları “canavar”la yüzleşmeye çağırmıştı. Geçip giden 5 yılın sonucunda Elon Musk, Twitter’i satın aldı ve parti kurdu. Bırakın yüzleşmeyi, her şey daha kötüye gitti sosyal medyada. Siyasi liderler, sosyal medyanın stratejilerini örnek aldı; siyasi propagandalarını Kahneman’ın tezlerine göre şekillendirdiler.

        “Gerçek Ötesi”, bizi ekranlar karşısındaki halimiz ve başta sosyal medya olmak üzere çevrimiçi dünyayla ilişkimiz üzerine düşünmeye çağıran bir film. Karamsar olmaktan ziyade uyarıcı olmak gibi bir yaklaşımı var. Yeri gelmişken, filmin “sosyal medya ve kaygı” konusunda ezberlerimize uymayan fikirler öne sürdüğünü de söylemem gerek. Korku ve kaygıların fazlasıyla manipüle edildiği; olumsuzun sürekli öne çıkarıldığı bir çağda yaşadığımız ifade ediliyor filmde.

        Anlatıcının verdiği bilgilere, paylaştığı gözlem ve yorumlara girerek, filmle aranıza girmek istemiyorum. Ama birkaç noktanın altını çizmek gerek: Avcıoğlu ile Bardot’nun, 21. Yüzyıl’da giderek artan ekran mahkumiyetimiz ile endüstriyel toplumun “insanı makinenin parçası haline getirme hedefi” arasında kurduğu bağdan etkilendiğimi söylemek istiyorum. Fiziksel hayatlarımızın yanı sıra çoğumuzun ekranlarda sürüp giden başka bir hayatı daha var ve orada, bir şekilde çeşitli sistemlerin parçası veya uzantısıyız. Bazen tüketiciyiz bazen kamuoyu oluşturma stratejilerinin hedefiyiz. Dijital ekran mahkumiyetimizin “kendimizi dinleme”, “zihnimizi rahatlatma” gibi bazı güzel alışkanlıklardan bizi tümüyle mahrum ettiği konusu da dikkat çekici… Filmden sonra çocuklarımız bir yana, kendimize de ekran sınırlaması getirmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Duygu ve düşüncelerimizin sürekli başkalarının paylaşımlarıyla şekillendiği bir dünyada iç huzuru bulmak gerçekten hiç kolay değil.

        “Gerçek Ötesi”nin konuşulması gereken başka bir yanı, teknoloji ile ilişkimizin geldiği noktayı yapay zekâyla üretilen bir filme dönüştürmesi... Hem de yapay zekânın her yönüyle konuşulduğu, gündemden düşmediği şöyle bir dönemde… Filmlerde yapay zekâ kullanımına gelen tepkiler bir yana, başta yönetmenler olmak üzere birçok sinemacının yapay zekânın mesleklerine yapacağı katkıları dikkatle araştırdığının hepimiz farkındayız. Avcıoğlu ve Bardot gibi birçok kişinin yapay zekâ ile sanatsal üretim yapmak ve film çekmek gibi hedeflerini çoktan hayata geçirdiğini de biliyoruz. Tartışmalar nereye giderse gitsin, yapay zekânın sinemada giderek daha yaygın olarak kullanılacağını tahmin etmek artık kahinlik değil.

        Böylesi bir ortamda, “Gerçek Ötesi”nin film yapma modeli olarak henüz emekleme çağında olan yapay zekâ sinemasının erken dönemdeki en iyi örneklerden biri olduğunu düşünüyorum. Bunu sadece teknik anlamda söylemiyorum. Ki görüntü kalitesi ve hiper gerçekçilik duygusunun bazen ürpertici derecede etkileyici, hatta rahatsız edici olduğu kesin. Birçok yapay zekâ yazılımını aynı anda kullanan Avcıoğlu’nun, bazı yakın planlarda özellikle insan yüzleri konusunda çarpıcı bir iş çıkardığını görüyorsunuz.

        Gerçeklikle ilişkimizi sorgulayan “Gerçek Ötesi”nin bu ilişkiyi çok daha tehlikeli boyuta taşıyan yapay zekâ ile üretilmesi, film sırasında dile getiriliyor. Diğer bir deyişle, kendi varlığını tartışmaya açan, kendinden söz eden bir film var karşımızda. Dolayısıyla, yapay zekâ sinemasının etik ve estetik problemlerini de alttan alta önümüze sürüyor.

        Film, sahte gerçeklik konusunda geçmişten olumsuz ve olumlu iki zıt örnek veriyor. İlki, Körfez Savaşı sırasında kamuoyunun ABD’nin Irak’a askeri müdahalesini “gerekli” olarak görmesine yol açan, o meşhur petrole bulanmış kuş görüntüsü… Haberlerde kullanılan görüntünün Körfez’de çekilmediğini, arşivden alınmadığını, düpedüz üretildiğini artık biliyoruz. Olumlu anlamdaki örnek ise Orson Welles’in radyo oyunu olarak uyarladığı, H.G. Wells’in “Dünyalar Savaşı”nın, yayınlandığı gece ABD’de “Marslılar dünyayı işgal ediyor” paranoyasına neden olması…. Öylesine inandırıcı bir radyo yayını oluyor ki yöneticiler durdurmak zorunda kalıyorlar. İlk örnek, sahte görüntüyü gerçeklik gibi sunarken; ikincisi, radyodan duyduğumuz her şeye inandığımızı yüzümüze vurarak sahte gerçekliğin üretilebileceğine dair hepimizi uyarıyor.

        “Gerçek Ötesi”, estetik olarak ikinci örnek üzerinden ilerliyor. Yapay zekânın gerçeklik yanılsaması konusunda ne kadar ileri gidebileceğini gösteriyor; bir çeşit sahte belgesel (mockumentary) niteliği taşıdığını saklamıyor.

        Alkan Avcıoğlu’nun yaklaşık 2 yılda farklı yapay zekâ yazılımlarıyla masa başında tasarlayıp kurguladığı görüntülerin, en az anlatıcının seslendirdiği metin kadar anlamlı ve önemli olduğunu düşünüyorum. Görüntüler her zaman anlatıcının sözlerine eşlik etmiyor; onun dile getirdiklerini göstermiyor. Birçok sahnede bağımsız bir anlam katmanı haline geliyorlar. Dolayısıyla, film hem sözünü söylüyor hem görüntülerle düşünüyor.

        Filmdeki birçok görüntünün, gerçekliğin kopyası ve yeniden üretimi olmak gibi bir konsept üzerine kurulmadığı açık. Tam aksine, Avcıoğlu bizi kendi hayal dünyasına, imgeler evrenine götürüyor. Detayların çok iyi işlendiği kadrajlar sunuyor. Daha önemlisi ve açıkçası filmin en sevdiğim yanı, gerçekliği eğip büküyor, birçok sahnede gerçeküstü resimleri hatırlatan kompozisyonlara ulaşıyor. Öylesine görüntüler ki bunlar, bir yönetmen tarafından bilgisayarın içinde yapay zekâ programıyla tasarlandığını hissediyoruz. Sadece kadrajın merkezinde değil, başka yanlarında da gerçeğin bozunuma uğrayabildiğini görüyorsunuz. Boksörün kendi kopyalarıyla dövüştüğü sahne bunlardan sadece biri… Escher resimlerine yapılan göndermeleri unutmamak gerek. Yeri gelmişken, Avcıoğlu’nun verdiği röportajlarda da belirttiği gibi “Gerçek Ötesi”, birçok filme ve yönetmene gönderme yapan bir film.

        Avcıoğlu’nun film boyunca onlarca, yüzlerce, bazen çok daha fazla insanı aynı karede gösterme ısrarını unutmamak gerek. Makineleşme, kişiliksizleşme ve bir sistemin parçası olma fikrinin işlendiği birçok kadraj var filmde. Aynı insanın kopyalarının kadrajın her yanında karşımıza çıktığı örnekler de az değil.

        Stilize şekilde hazırlanan şehir görüntülerinde, karşımıza git git bitmeyen devasa büyüklükteki monoblok binalar çıkıyor bazen. Arı kovanlarını ve insanın içinde kaybolduğu simülasyonları akla getiren resimler bunlar. Devasa büyüklükteki fabrika ve ofis gibi mekanlardaki insanlar, sistemin parçası olarak tasvir ediliyorlar. Ekran ve insan ilişkilerini anlatan stilize kadrajlardaki imajlar, bağımlılığımızı yüzümüze vuruyor. Detay vermek istemediğim finalin ise bütün anlatıyı akılda kalıcı bir düşünsel çerçeveye yerleştirdiğini düşünüyorum.

        Yıllardır yapay zekâyla çalışan Avcıoğlu, “Gerçek Ötesi”nde görüntülerle gerçekten iyi iş çıkarıyor. Formatın uzun metraj örneklerinin henüz yaygınlaşmadığı bir dönemde, belgesel ile yapay zekâ buluşmasını benzerine tanık olmadığımız bir deneyime çeviriyor. Sadece yapay zekâ – sinema ilişkisiyle ilgilenenlere değil, sinemaseverlere de öneririm.

        7.5/10