Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Vatikan kime emanet edilecek?

        8 dalda Oscar adayı “Konsey” (Conclave), Vatikan’ı, papalık makamını ve papa seçimlerini konu alan filmlerin en yenisi… İngiliz yazar Robert Harris’in 2016’da yayımlanan aynı adlı romanından Peter Straughan tarafından filme uyarlanan “Konsey”, papanın ölümünün ardından yaşanan hayali bir seçim sürecini anlatıyor.

        “Vatikan’ın kime emanet edilmesi gerektiği” sorusundan yola çıkan hikâye, papa seçimlerinin kendine özgü kuralları ve yapısıyla ilgili… Öyle bir seçim ki, papa olmak istemeyen kardinaller dahi aldıkları oylarla kendilerini rekabetin içinde bulabiliyorlar. Nanni Moretti’nin yazıp yönettiği 2011 yapımı “Habemus Papam”ın da beklemediği şekilde papa seçilen bir kardinal üzerine kurulu olduğunu hatırlıyoruz. Ama o filmde papalık seçimi, ilk sekansta biterken burada finale kadar kimin seçileceğini kestiremiyoruz.

        “Konsey”in, çok uzun süredir popüler kültürün vazgeçilmez unsurlarından biri haline gelen, yarışmaya dayalı “reality şovları” akla getiren bir yanı olduğunu inkâr etmek zor. Evet, papalık seçimi ve reality şovlar, birçok açıdan birbirleriyle nerdeyse karşıt uçtalar; ama “tecrit edilmek”, “oylama”, “rekabetin sonunda tek kişinin kazanması” gibi bazı ortak noktalardan söz etmek olası. O yüzden, yönetmen Edward Berger, orta yaş üstü erkeklerle dolu ciddi, kasvetli bir ortamdan şaşırtmacalar ve sürprizler içeren; merak unsurunu sonuna kadar ayakta tutan sürükleyici bir anaakım filmi çıkarmasını başarıyor.

        Asıl önemlisi, akıp giden hikâyenin altında yatanlar elbette. Malum, Katolik kiliselerinde sistematik olarak üstü örtülmeye çalışılan cinsel taciz olaylarının açığa çıkmasıyla Vatikan son 15-20 yılda birçok tartışmanın merkezinde yer aldı. Vatikan’ın, Batı dünyasının özgürlükçü değerlerine, siyasi doğruculuğuna uyum sağlaması gerektiği sıklıkla konuşuldu. Dolayısıyla, Vatikan’ı konu alan filmler de hikâyelerini bu tartışmalar merkezinde kurdular. Sözgelimi, “Habemus Papam” alt metinlerinde fazlasıyla eleştirel, alaycı ve ironikti. Fernando Meirelles’in yönettiği “İki Papa” (The Two Popes – 2019), gerçek papa karakterlerinden yola çıkarak hayali bir hikâye anlatan ve Kilise içindeki reformist ile muhafazakâr kanadın uzlaşması gerektiğinin altını çizen bir filmdi. “Konsey”e baktığımızda da gözümüze çarpan ilk noktalardan biri reformist – muhafazakâr veya liberal – gelenekçi çatışması…

        “Konsey”, “İki Papa” (The Two Popes) gibi Vatikan’la ilgili eleştirilerini temennilerle birleştiren bir film. O temennilerin Katolik dünyasındaki tartışmaları ve fikirleri yansıttığı kesin. O yüzden, sadece bir film olmanın ötesinde başka anlamları da var.

        Seçimler başlamadan önce seyrettiğimiz sahnelerde, yeni papayı belirleyecek konseyi yöneten Kardinal Thomas Lawrence’ın (Ralph Fiennes), arkadaşlarıyla birlikte muhafazakâr İtalyan Kardinal Goffred Tedesco’ya (Sergio Castellitto) karşı Amerikalı liberal Aldo Bellini’yi (Stanley Tucci) destekleyeceğine tanık oluyoruz. İlk oylamalardan çıkan sonuçlar ise konsey üyelerinin siyasi kutuplaşmadan ziyade tam bir kafa karışıklığı içinde olduğunu gösteriyor. Oyların çoğu, Bellini ve Tedesco gibi net siyasi tavır koyan adaylara değil, Kardinal Joseph Tremblay (John Lithgow) ve Nijeryalı Kardinal Joshua Adeyemi (Lucian Msamati) gibi başka isimlere yöneliyor. Film aslında biraz da bu kafa karışıklığını; yani, kardinaller konseyinin Katolik Kilisesi’nin geleceği konusundaki kararsızlığını anlatıyor.

        Peki, filmi yapanların gönlü hangi adayda ve hangi eğilimde derseniz, orada ilk olarak konseyin idari yöneticisi Lawrence’ın yaptığı mükemmel açılış konuşması geliyor aklımıza. Lawrence, konuşmasında siyasi referanslar kullanmak veya güncel tartışmalara atıfta bulunmak yerine “kesinlik” olarak tanımladığı dar görüşlülükten, tek yanlı bakış açısından uzak durmak gerektiğinden ve şüphe duymaktan söz ediyor. Şüpheden kastı Tanrı’ya olan inanç değil. Kilise’nin işlevini, anlamını sorgulamayı kastediyor. Aslında o da dolaylı yoldan kafa karışıklığını destekleyen bir konuşma yapıyor. O yüzden Bellini’nin de pek hoşuna gitmeyen bu konuşma, ne yazık ki, oyları liberal cephede toplama konusunda işe yaramıyor. Her şeyi değiştiren, konsey üyelerinin gönlünü çelen asıl sürpriz konuşma ise çok daha ileride, hiç beklemediğimiz bir kişiden geliyor. O konuşma sonrasında olanlar, konsey üyelerinin aslında en başından beri neyin arayışı içinde olduğunu, daha doğrusu filmi yapanların temennilerini gösteriyor bize.

        Gelenekleri ve geçmişi bir yana bırakarak, Vatikan’ı Katolik Kilisesi’nin anlamını yeniden düşünmeye çağıran bir film seyrediyoruz. Tam da bu nedenle, filmin Katolik dünyasını ikiye bölmesi şaşırtıcı değil. Dini çevrelerde filmi gönülden destekleyip övenler kadar, yerden yere vuranlar da var. Tüm bu tepkiler, “Konsey”in hedefine ulaştığının, önermesini doğru yerden kurduğunun açık kanıtı.

        Filmde altı çizilen ve eleştirilen bir başka konu, Vatikan’ın erkekler tarafından yönetilen fazlasıyla eril bir kurum olduğu gerçeği… Bir sahnede Bellini, kendini destekleyen kardinallere eşcinselleri kabulleneceğini ve kadınları destekleyeceğini anlatırken, içlerinden biri, seçilmek istiyorsa “kadınları hiç karıştırmaması” anlamına gelen bir şeyler söylüyor. Kilise’nin kadın hakları ve kadın hareketinden aslında ne kadar çok çekindiğini gösteren ironik bir diyalog bu… Final sekansında olup bitenleri ve filmin son çekimini düşündüğümüzde, yaşlı erkeklerin dünyası Vatikan’ın kadınlar konusunda da kendini sorgulaması gerektiğine dair bir alt metinden söz etmek mümkün. Bu arada, filmdeki iki kadının, özellikle de Rahibe Agnes’in (Isabella Rossellini) kritik noktada devreye girip olayların akışını değiştiren karakter olarak çizildiğini belirtelim.

        Filmin sevdiğim yanlarından biri, her insanı olumsuz yönde değiştirebilecek “güç tutkusu”nu ele almayı ihmal etmemesi oldu. Reformist kardinallerden biri, aralarında yaptıkları toplantıda “Amacımız papa olmak isteyeni değil, istemeyeni seçmek olmalı” gibi çok anlamlı bir şey söylüyor. Çünkü aslına bakarsanız tüm mesele, Katolik dünyası için böylesi önemli bir mevkiye, iktidar hırsına sahip olan birisini getirmemek, Katolik Kilisesi’ni kişisel hırslardan uzak tutmak… Ama oylama ve rekabet süreci başladığında güç tutkusunun papa olmak istemeyenleri dahi olumsuz yönde etkilediğini görüyoruz.

        Hatta, en başından itibaren duygusal olarak yanında olduğumuz; bırakın papa olmayı, seçim sonrası Vatikan’da kalmak dahi istemediğini söyleyen filmin ana karakteri Lawrence’ın samimiyetini dahi sorguluyoruz. Lawrence, içine düştüğü ikilemler, alması gereken acil kararlar, yapması gereken kritik tercihlerle film ilerledikçe derinlik kazanan bir kişilik. Her kararıyla olayların akışını ve seçim sürecini etkilemesi bir yana, istemediği halde seçimlerde oy alan biri. Sürekli olarak vicdanıyla yüzleştiğini, etik olarak neyin doğru neyin yanlış olduğunu kestirmeye çalıştığını hissediyoruz. Açıkçası, Lawrence karakterinin filmin en sağlam ve etkili yanı olduğunu düşünüyorum. Lawrence ile Bellini’nin arasında geçen konuşmalar, düştükleri görüş ayrılıkları ve birleştikleri anlar, filmin asıl meselesini yansıtan sahneler olarak sivriliyor.

        “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” (2022) ile tanıdığımız Alman yönetmen Edward Berger, karakterlerin her şeyin önünde olduğu bir film yaptığının farkında. Elindeki dramatik malzemeyi derinlikli kılmayı başarırken, Volker Bertelmann’ın müziği, Nick Emerson’ın montajı ve Stéphane Fontaine’in görüntü yönetimiyle filmin seyir keyfini yukarılara taşıyor.

        Berger ile Fontaine, Avrupa resim geleneğinden beslenen, karanlığın ve koyu tonların hâkim olduğu bir görsel atmosfer kuruyorlar. Vatikan’ın yüzlerce yıllık ritüelleri grafik ve renk olarak çok iyi tasarlanmış kadrajlara dönüyor. Geleneğin baskı ve etkisini Lisy Christl imzalı kostümler ve mekân üzerinden görüyoruz. Arka fonda duvarlardaki dini resimler de atmosferi belirleyen unsurlardan biri. Gün ışığından uzak bir dünyada olduğumuz hissini hiç kaybetmiyoruz. O yüzden final çekimi, Lawrence ve bizim için ferahlama anı gibi…

        Alman besteci Volker Bertelmann’ın Oscar’a aday gösterilen müziği, yaylı çalgıların baskın olması nedeniyle barok etkisi uyandırdı bende. Geçmişi akla getiren ama günümüzün de etkisini hissettiren bir müzik bu… Bertelmann’ın filmde Cristal Bachet adlı bir enstrüman kullandığını not edelim. İlk olarak 1952’de kullanılmaya başlanan Cristal Bachet, ıslak ellerle çalınan, “crystallophone” olarak adlandırılan cam temelli enstrümanlardan biri.

        Akademi Ödülleri’nde en iyi erkek oyuncu kategorisinin güçlü adaylarından biri olan Ralph Fiennes, Kardinal Thomas Lawrence’da hayranlık uyandırıcı mükemmel bir performans çıkarıyor. Yardımcı kadın oyuncu kategorisinin adaylarından Isabella Rossellini, çok fazla süre almasa da gayet iyi. Başta Stanley Tucci, John Lithgow ve Sergio Castellitto olmak üzere diğer oyuncuların da adını anmam gerek. Hepsi çok iyiler.

        Yönetmen Edward Berger’in bazı sahnelerde alttan alta ince bir ironiye de yer verdiği “Konsey”, Türkiye’de önümüzdeki cuma günü gösterime giriyor.

        7.5/10