En iyi animasyon ve uluslararası film kategorilerinde Oscar’a aday olmayı başaran “Flow: Bir Kedinin Yolculuğu” (Straume), geçtiğimiz Cuma günü Türkiye’de vizyona girdi. Letonyalı yönetmen Gints Zilbalodis’in senaryosunu Matiss Kaza ile yazdığı “Flow”, Avrupa Film Ödülleri’nde 2024’ün en iyi animasyonu seçilmesi dahil şu ana kadar birçok ödül kazandı.
Bir kedinin sel felaketi nedeniyle yaşadıklarını anlatan “Flow”un dikkat çeken ilk özelliği, insanların ortalıkta hiç görünmemesi ve film boyunca bu konuda hiçbir açıklama yapılmaması… Üstelik verilen ipuçları da az. Filmin ana karakteri olan kedinin yaşadığı orman içindeki evin terkedilmesinin üzerinden çok uzun zaman geçmediği belli. Yarıda kalmış ahşap kedi heykeli ve kâğıt üzerindeki eskizler evin hızla boşaltıldığını sezdiriyor. Yaklaşan sel veya tsunami felaketi nedeniyle insanların bölgeden ayrıldığını söylemek, akla gelen ilk tahminlerden biri. Kedi ve birkaç köpek dışında geride kalan başka evcil hayvan yok. İlerleyen sahnelerde gördüğümüz yerleşimlerin ortak özelliği ise hepsinin terk edilmiş olması… Özetle, insanları değil; onlara ait terk edilmiş evler, tekneler, eşyalar, tarihi kentler, heykeller görüyoruz. Filmin görsel atmosferini ve hikâyesini belirleyen bir yaklaşım bu... Devasa boyuttaki dikilitaşların ve heykellerin etkisiyle yarı masalsı esrarengiz bir coğrafyadayız. Sular altında kalan yapıların görüntüleri, insan uygarlığı karşısında doğanın gücünün kanıtı gibi… Doğa filmde cömert, güzel, korkutucu ve asıl önemlisi kontrol edilemez bir güç olarak tasvir ediliyor.
“Flow”un ikinci özelliği, hayvanların konuştuğu veya insan jestleriyle hareket ettiği bir film olmaması… En güçlü yanlarından, hatta başarısının sırlarından biri, hayvanların doğal halleriyle karşımıza çıkması… Bilgisayarda çizilmiş hiper gerçekçi hayvanların düzgün cümlelerle konuştuğu çağımız sineması için kuşkusuz önemli hamle bu. Hayvanlar sözgelimi “Mufasa: Aslan Kral”da (Mufasa: The Lion King – 2024) olduğu gibi fotorealist animasyon tarzında karşımıza gelmiyorlar. Kullanılan CGI, dünyanın en iyisi değil. Hayvanların kürklerindeki detayların Hollywood animasyonlarıyla yarışması imkânsız. Kaldı ki, Gints Zilbalodis, herkesin kullanımına açık, ücretsiz Blender adlı bir yazılım tercih ediyor. Buna karşılık başka animasyonlarda nadiren gördüğümüz tarzda kendine has bir gerçekçilik duygusu var filmin. Öte yandan, hikâyenin baştan sona gerçekçi olduğunu söylemek mümkün değil. Kaldı ki, kedinin finale doğru yırtıcı kâtip kuşuyla yaşadığı doğa ötesi tecrübenin filme fantastik bir hava getirdiği kesin. Sonuçta, Orta ve Güney Amerika’da yaşayan kapibara, Afrikalı kâtip kuşu ve Madakasgar kökenli lemurun, tarih öncesinden gelmiş gibi duran balinayla yan yana geldiği bir film seyrediyoruz.
Tek kelime diyaloğun olmadığı filmde hayvanların beden dili, doğal yüz ifadeleri ve çıkardıkları sesler, anlatımın en önemli unsurları haline geliyor. Bu arada, ses tasarımcısı Gurwal Coïc-Gallas’ın iri bir kemirgen türü olan kapibara dışında filmdeki tüm hayvanların doğal seslerini kaydedip kullandığını belirtelim. Çıkardığı seslerin çok tiz ve rahatsız edici olması nedeniyle kapibara için bebek deve sesi tercih ediliyor filmde.
Filme genel olarak baktığımızda arkadaşlık ve dayanışma teması öne çıkıyor. Günümüzde birçok aile animasyonunda sıkça karşımıza çıkan bir tema bu. Ama hikâyenin abartısız sadeliği, her şeyi farklı kılıyor. Yaşam mücadelesi veren hayvanlar arasındaki çatışma ve ilişkiler; kırılma ve karar anları, içine düşülen ikilemler; sürekli değişen koşulların karşılarına çıkardığı krizler ve çözüm arayışları; detaylar üzerinden çok iyi anlatılıyor.
Ahşap kedi heykelleriyle dolu bir evde yaşayan kedi, kendisini koruyacak, kollayacak insanların yokluğunda, olağan günlük hayatında yan yana gelmeyeceği, varlıklarını tehdit olarak algılayacağı; mecbur kalmadıkça fiziksel çatışmaya girmek istemeyeceği hayvanlarla karşılaşıyor. Filmin hemen başında köpeklerin gereksiz saldırganlığına maruz kaldığını; selin şiddetini şok edici şekilde yaşadığını düşündüğümüzde, korku, güvensizlik ve çaresizlik içinde çıktığı mecburi bir yolculuk bu…
Köpeğin menfaat beklemeden sunduğu arkadaşlık; can havliyle tırmandığı teknede karşısına çıkan kapibaranın yoldaşlığı ve yırtıcı kâtip kuşu ile balinanın varlığı, kediyi yavaş yavaş değiştiriyor. Teknenin dümenindeki kâtip kuşunun hep birlikte almaları gereken önemli kararı kediye bırakması, hikâyenin kritik anlarından biri… Yol arkadaşlarının sahip olduğu hoşgörü, cesaret ve vicdan gibi değerler belli ki kediyi de değiştiriyor. Belirli bir noktadan sonra iyilik için risk almak gerektiğini, iyiliğin iyilik getirdiğini anlıyor. Tüm film hayvanların davranışları, duyguları, eylemleri üzerine… İçimizi iyilikle dolduran etkileyici anlara tanık oluyoruz. Bu arada, bir lemur türü olan halka kuyruklu makinin finale doğru yaşadığı değişim de önemli hiç kuşkusuz. Felaketin ortasında dahi eski alışkanlıklarını sürdürmeye çalışan, benmerkezcilikten kurtulamayan makinin teknedeki sepetinde en sevdiği eşya olan ayna, filmin metaforlarından biri. Kedinin sudaki yansımasına bakışı, açılış ve finalde de karşımıza çıkıyor. Açılıştaki yansımada sadece kendisi var. Finalde ise artık yalnız değil ve film aslında tam olarak bu süreci anlatıyor. Her biri yanındaki arkadaşlarına ve sudaki yansımalarına bakarak kendi benliğini bir kez daha keşfediyor. Yazarların burada Jacques Lacan’ın “ayna evresi” diye adlandırdığı “bebeklerin benliklerini keşfetmesi süreci”ne gönderme yaptığı söylenebilir.
İnsansız bir dünyada hayvanların verdiği yaşam mücadelesi sırasında örnek alabileceğimiz değerlerin ortaya çıkması, filmin alt metinlerinden biri. Ama bazen hayvanların dünyasında da acımasızlık, sertlik ve gereksiz şiddet gözlemliyoruz.
2019 yapımı ilk uzun animasyonu “Away” ile tanınan, 1994 doğumlu Gints Zilbalodis, grafik açıdan baştan sona çok iyi bir iş koyuyor ortaya. Hareketli el kamerası hissi veren sahneler, hayvanların görsel tasarımları, su içindeki geçen bölümler gayet başarılı. Filmin görüntü yönetmenliğini ve montajını üstlenen Zilbalodis, müziklere de Rihards Zaļupe ile birlikte imza atıyor.
Özellikle animasyon kategorisinde Oscar’ın en güçlü adaylarından biri olan, Letonya, Belçika, Fransa ortak yapımı “Flow”u son jeneriğin sonuna kadar seyretmenizi ve hikâyenin noktasını koyan sürpriz sahneyi kaçırmamanızı tavsiye ederim.
7.5/10