Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mesut Yar Aslında hepimiz müzeliğiz!
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İhtisas alanlarımdan biri de müzeciliktir. Öyle her oylumda uzun künye sayanlardan biri değilim. Sevmem köpürmeyi…

        Sadece İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde küçük Troya buluntularını yüksek yalnızlıkla envantere geçirdiğim birkaç ay bile kendi saçımı okşamam için yeter nedendir bana

        O değil de önceki gün Oya Eczacıbaşı imzalı “Bir Müze Hikâyesi; İstanbul Modern” kitabını posta kutusundan aldığımda nasıl heyecanlandım izah edemem…

        Bir süreliğine seksenlerin sonlarına dönerek, o zaman şimdikinin yanında esemesi okunmayan güzelim Arkeoloji müzesindeki asistan odasının kokusunu çektim içime

        Zor bir iştir müzecilik. Biriktirme sevdası, anlama çabası, koruma içgüdüsü, miras takıntısı ve bir dolu iç disiplini getirir bir araya

        “Benim” diyen iddialı bir müzeyi açmak kadar yaşatmak da önemlidir. Kuşaklar arasında uzanan halatın lifleri kadar, yarına devredeceğiniz günün hikâyesinin de sağlam olmasını gerektirir…

        İstanbul Modern, kente kazandırıldığı 11 Aralık 2004 tarihi üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen kentin en genç kutsal alanlarından biridir benim için

        Yabancı bir dostun kenti ziyaretinde götürülecek birkaç mekândan biri, onlarca medeniyete başkentlik yapmış güzel İstanbul’un yüzüne düşen şapka tülünün gölgesidir…

        Aklı başında birileri için şehrin ele gelen ilk sanat müzesi olmasının yanı sıra doğuş ve yaş alma meselesinde de hikâyesi olan bir romandır. Mutlu yaşlar diliyorum…

        ***

        Romanın harflerinden biri olabilmek…

        Roman demişken, elbette Cihangirden aşağı Çukurcuma mahallesine akarken sağda yer alan “Masumiyet Müzesi” de adını aldığı romanın narin ellerinden uzanan parmaklar gibi çeler aklınızı

        Geçtiğimiz yüzyıldan kalan bir mütevazı evin Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk tarafından romandan müzeye dönüştürülmesi hikâyesi de çok değerlidir…

        İçine girdiğiniz andan itibaren romanın kurgu dünyasında yerinizi alır, bir kattan diğerine, beri odadan ötekine geçerken, bir paragraf halinde kitabın içinde bulursunuz kendinizi

        Aşkın kusursuz tahrifatıyla objelere işlemiş parmak izleri, paketlerce sigarayı siz içmiş, kadehleri birbiri ardına yuvarlamış da sabah iki yumurtayla aslında hiç uyunmamış geceden sabaha uyanmış hissine hapseder sizi…

        2014 yılında Avrupa tarafından yılın müzesi seçilen Masumiyet Müzesi’ni “bir roman olarak okumak mı yoksa başkarakterler Füsun ile Kemal olarak yaşamak mı daha cazip?” sorusu asla ikna edici bir yanıt bulamaz

        Az önce saydığım müzeleri yaratan duygulara elbette eklenmesi gereken sorular da vardır? Misal, “neden?”…

        ***

        Cıvatanın içinde denizaltı kalabilmek…

        Haliç’te denize doğru uzanan Koç Müzesi’ni de eklemek lazım hatıralar geçidinin bir yerine. Benim bireysel olarak en tarihi sarsıntım bu müzede saklı durur hala…

        Dünyanın şimdi geldiği boyutu düşününce sadece birkaç yüzyıla sığan bilim, sanayi ve sosyolojinin peşine takılmış devrimlerin ülkemizle birleştiği kavşak tabelası gibi mıhlanır ilk görenin içine

        Telefon fihristinde ilk sırada yer alan numara her zaman “A” ile başlamayabilir. Çünkü özne daima yüklemden önce gelmelidir benim için. Koç Müzesi de böyledir…

        İçi boş ama fırçası cilalı bir övgü yerine o birkaç dönüm içine sığdırılan cıvatadan denizaltıya kadar akıl almaz yelpazedeki envanterin bir kütüphane dolusu kitap okumaktan evla olabileceği bahsine girerim burası için

        Ama bir yandan da müzeleri oluşturan temel harçlarından biridir kitaplar. Yazılı olanın, gözün gördüğüyle birleştiği o mucizevi anlara ev sahipliği yapan müzelerse, şeceresini oluşturan mürekkebi de kitaplar taşır içinde…

        Kafanız burada karışmış olabilir. Koç Müzesi dünya için hala sürdürülebilir olduğunu düşündüğüm sanayi devriminin dümeni Türkiye’ye kırdığı zamanları diri tutar dört duvarı içinde. Ya da duvarsız bir dünya vaat eder…

        Bahçesindeki sakin mekânda kahvenizi yudumlarken, İstanbul ve denizcilik tarihi içinde müstesna bir yeri olan Altın Boynuzu da arşınlayabilirsiniz gözlerinizle. Gözün gördüğünü, yürek yekten kabulüne alır…

        ***

        İsmin telaffuz edildikçe ölmezsin…

        Elime aldığım taze mürekkepli bir kitap üç müzeye birden götürdü beni. Sizi de yanımda taşıyıp yorduysam kusura bakmayın. Ama bu dünyada hayata şahitlik yapan her insan da müze envanteridir…

        O envanterin içinde ruhunuzu bulup düzenli olarak ziyaret etme şansı da yaptığınız tercihlere bağlıdır…

        Unutmayın, insan aslında adı kimse tarafından telaffuz edilmeyince ölür. Sayın Eczacıbaşı’nın anısına, Sayın Koç ve Pamuk’un varlığına saygıyla…

        ***

        ÖNEMLİ BİR NOT

        Taze bilgiyi bekletmeyi sevmem. Bir önceki yazıda bahsettiğim “Avrupa Birliği’ne güneydoğumuzdaki yarık hasebiyle 'Anadolu' kara parçası olarak girmemiz” için 50 milyon yıla daha ihtiyacımız varmış…

        Jeolog, Jeofizikçi ve Sismologlardan oluşan dört değerli bilim insanının, geçen gece yayınlanan “Başka Meseleler” isimli programımda üstünde istisnasız buluştuğu tek “realite” bu oldu. Saygılarımla arz ederim!