Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muhsin Kızılkaya Çin Seddi neden inşa edildi?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bir kafede; her masada birbirlerinin yüzündeki derin kuyulardan sır çekmek ister gibi birbirlerine bakarak sadece kendilerinin duyacağı bir sesle konuşan, birbirlerinin “küçük zaferlerine de büyük yenilgilerine” de ortak olmak ister gibi huşu içinde sohbet eden müşterilerin içinde bir masa bulmuş; bir dostumla kahve içerek sohbet ediyorduk.

        Dostum bir ara elini alnına götürüp yakınmaya başladı:

        “Geçmiyor şu baş ağrısı ya,” dedi.

        “Ne zaman başladı?” diye sordum.

        “Sabah ağrıyla uyandım. Gece geç saatte, bir kadeh şarap içmiştim, galiba ondandır,” dedi.

        “Biliyor musun, şarabı baş ağrısına ilaç ararken bulmuş insanoğlu diye bir bilgi var bende. Aklımda nereden kalmış hatırlamıyorum ama. Neye niyet neye kısmet!” dedim gülerek.

        “Nasıl?”

        “Bilemiyorum. İcadı tarihten de eskiymiş meretin. Belki de baş ağrısından mustarip birisinin aklına, hele şu üzümü ezip bir iksir yapayım, belki de baş ağrıma iyi gelir fikri gelmiştir. Baş ağrısına iyi gelmemiş, senin halinden belli ama başa bir haller yaptığı muhakkak.”

        Gülüştük ve bu minvalde bir süre sohbet ettik.

        Şuraya vardık sohbetin sonunda:

        Bir iş sadece o iş için murad edileni ortaya çıkarmaz, o sonuca varayım derken, o sırada insanın aklına hiç gelmeyen, hiç beklemediği başka kazançlar, fırsatlar, imkanlar çıkarabilir önüne.

        Zira hayat sürprizlerden mürekkep!

        *

        Mesela bugünkü Amerika kıtasının keşif tarihi, sembolik olarak 1492’dir. Cenevizli bir denizci olan Krisof Kolomb bu tarihte Atlantik’i aşarak Karayip’lere vardı. Uzak pazarlarda kendilerinde bulunmayan malları Avrupa’ya getirme fikri, uyanık tüccarların yeni yerleri keşfetmelerine yol açtı. Asya’ya giden daha kısa bir yol olmalıydı; zira Konstantinopolis Müslümanların eline geçmişti, İpek Yolu maliyetli bir yoldur bundan böyle, deniz yoluyla giderlerse eğer, Asya’da onları mutlu edecek yeni pazarlarla karşılaşacakları muhakkaktı.

        Asya’ya giden daha kısa bir deniz yolunu bulalım derken, o zamana kadar bilinmeyen yeni bir kıtayı, Amerika kıtasını keşfetti insanoğlu. Asya’dan daha çok ipek, daha çok zenginlik umarken, daha yakınında, Amerika kıtasında daha çok altın, daha çok gümüş buldu. Yetinmedi, mısır, domates, patates, fasulye, kabak, tütün gibi ürünleri oradan alıp Avrupa’ya taşıdı, Avrupa’dan da bütün dünyaya yayıldılar.

        Böylece eski dünyanın insanları bir yığın şeyin yanında yeni yiyeceklerle de tanışmış oldu.

        *

        Bir örnek de edebiyattan… Ahmet Hamdi Tanpınar, şair olmak istiyordu. İlk yolculuğu da şiir yolculuğudur. Kelimeler firar ediyordu beyninden her lahza, gidip şiir ağacına konuyordu. Başladı yazmaya. “Bursa’da Zaman”ı yazdı mesela. Zaman “abasız, postsuz bir derviş” olmuş, çıkmıştı karşısına. Yazdığı her mısra sızıyordu bir şekilde, “Ne içindeyim zamanın/Ne de büsbütün dışında;/Yekpâre, geniş bir ânın/Parçalanmaz akışında” gördü kendini. Ama heyhat, bu yolculukta kendisinden kat kat güçlü, kat kat ahenkli, kat kat kudretli mısralar döktüren Yahya Kemal nam bir büyük şair çıkmıştı yoluna. Vardığı yerde, yüzlerce lügat dolusu kelime yutsa da onun mertebesine ulaşamazdı. Vazgeçti şiir yazmaktan, Orhan Pamuk’un deyimiyle, “Şiirde aradığını romanda buldu.”

        Bu yüzden bütün o anıtsal romanları aslında upuzun birer şiirdir. İçli bir şiir, kederli… Kayıp gidiyor elimizden koca bir medeniyet, her geçen gün çingene çadırında sabahlamış bir insan ürpermesiyle uyanıyor, uyku sersemi bir insan çaresizliğiyle bakıyoruz elimizden kayıp gidene. Yapabileceğimiz hiçbir şey yok!

        *

        Yine şu setler, duvarlar mesela… En meşhur efsanevi set, üç semavi dinin kitabında da yeri olan Yecüc Mecüce karşı inşa edilmiş settir. Efsanede Kaf Dağı diye geçer. Aşarlarsa eğer hepimize felaket getirecek olan Yecüc Mecüc’ü engelleyen seddi Zülkarneyn inşa etmiş. Kavim, seddi aşıp yeryüzünde bozgunculuğa başladığı an, kıyamet alametlerinden biri zuhur etmiş olacak.

        Her asrın Yecüc Mecücleri vardır. Eski Ahit’te Gog ve Magog diye geçerler; Orta Çağ’da ise Asya’da Hunlar, Moğollar, Avrupa’da ise Vikingleri diye bellenmiş. Bu yüzden tarih boyunca yakın komşuları, kendilerine ulaşıp, felaket bulaştırmasınlar diye onlara karşı olmadık tedbirlere başvurmuşlar.

        Yaralı bir ruhla dünyaya gelmiş, bugünkü hallerimizin karanlık romanlarını yazmış bir büyük kurgu ustası olan Franz Kafka, “Çin Seddi’nin İnşasında” (F. Kafka, “Bütün Öyküler”, Cem Yayınları kitabı içinde) adlı hikayesinde, bize Çin Seddi’nin inşa serüvenini anlatır.

        *

        Bazı tarihçiler Çinlilerin Çin Seddi’ni, Milat’tan evvel 403’le 221 yılları arasında, savaşan Beylikler Dönemi’nde, yirmiden fazla ayrı krallıklara bölünmüş olan ülkede, birbirlerinden korunmak için inşa edildiğini söylerken, bazıları da memleketi Büyük Hun İmparatorluğu ve kuzeyindeki Moğol ve Türk boylarına karşı inşa ettiklerini söyler.

        Kim ne derse desin, Kafka hikayesinde bize o seddin inşa amacıyla varılan sonucun farklı şeyler olduğunu anlatır.

        Kafka’ya göre bir yere, Çin Seddi’ne benzer bir set çekebilmek için duvardan önce hepimiz için tehlike arz edecek olan birtakım “canavarlar” yaratılır. O canavarların ne kadar tehlikeli olacağını, gelip hepimizi yutacağını, topraklarımızı elimizden alacağını, aşımıza ekmeğimize ortak olacağını kara bir propagandayla ahali iyice inandırılır. Günümüzün moda deyimiyle “bölüp parçalama” başat propaganda malzemesidir. Ona kuvvet vermeli, o zamana kadar hiç kimsenin görmediği o “muhayyel” düşman tasvirini korkak halkın beynine iyice yerleştirmeli, o canavarın ona neler yapabileceğini milim milim hafızasına işlemeli. Bu iş bittikten sonra sıra duvar inşaatına gelir. Önce duvarı örersin, duvarı neden ördüğünü zinhar kimseye anlatamazsın. Önce o canavarların yaptığı zorbalıkları anlatan kitaplar yazıp halka dağıtılacak, elden ele dolaşacak kitaplar, satır satır okunacak; canavarların resimleri yapılacak, üstlerinden kötülük akan tasvirleri, korkunç yüzleriyle, uzamış tırnakları, her şeye geçebilen azı dişleri, kalınlaşmış derileriyle halka gösterilecek, geceleri çocuklar yatağa girdiğinde bu canavarların korkusuyla uyutulacak.

        Kafka’ya göre Çin Seddi’nin inşaatına başlamadan önce bunu yaptılar, İmparatorluğun kuzeyine fersah fersah uzakta olan, hayatında tek bir kuzeyli göçebe kavimlere mensup birilerini görmemiş olan ve muhtemelen hiç görmeyecek olanlar “hedef kitle” seçildi. Hülasa, Çin Seddi inşa edilmeden önce, insanların zihinlerinde set inşa etmeye başladılar. Zihinlerindeki seddin inşası bittikten sonra başladılar işe. Zihinlerde sınır çizilmiş, şimdi coğrafik sınıra dikilecek sete sıra gelmiştir.

        *

        Peki, Çin Seddi nasıl inşa edildi? Hepimizin ilk aklına gelen şey, bir yerden başladılar inşaata ve ilerleye ilerleye gittiler. Kafka’nın verdiği bilgiye göre böyle olmadı. Çin Seddi, en kuzeye bakan yerinde tamamlandı, inşaat güney doğu ve güneybatından alınarak burada birbirine bağlandı. İnşaat parça parça sürdü. Aynı metot doğu ve batıdaki işçi orduları için de uygulandı. Şöyle ki:

        Yirmişer kişilik postalar düzenleniyor, bir posta seddin yakla­şık beş yüz metre uzunluğundaki bir parçasını örüp çıkarınca, bir komşu posta karşı yönden buna denk uzunlukta bir diğer parçayı örüyordu. Ama iki parça birbirine bağlandıktan sonra inşaat bin metrenin bitiminde yeniden sürdürülmüyor, posta­lar seddin inşası için yeniden apayrı yerlere yollanıyordu. El­bet böyle olunca arada bir sürügeniş boşluk doğuyor, boşluk­lar ancak zamanla yavaş yavaş dolduruluyordu; seddin yapılıp bittiğinin açıklanmasından sonra bile doldurulacak kimi boşluk­lar vardı. Hatta hiç kapatılmamış boşluklar bulunduğu söyleni­yordu, bazılarına göre boşluklar seddin inşa edilmiş parçaların­dan daha büyüktü.

        Set, sözüm ona kuzeydeki barbar kavimlere karşı korunmak amacıyla inşa ediliyordu. Kendisi de bir duvarcı ustası olan anlatıcının anlattığına göre, parça parça inşa edilmiş, parçaları birbirleriyle bağlantılı inşa edilmemiş bir set nasıl koruyucu bir set olabilirdi ki? “Korumak şöyle dursun, kendisi sürekli tehlike içindedir” böyle bir set. Issız yerlerde kaderine terkedilmiş bir duvar, göçebe, barbar kavimler tarafından her an yıkılabilir. Zaten barbar kavimler, o muazzam duvar örülürken, o duvarın kendilerine karşı örüldüğünü biliyor ve en az duvar yapıcıları kadar duvarın yapımını an be an gözlüyorlardı. Yine anlatıcıya göre, bu duvar “başka türlü yapılamazdı.”

        Çünkü, “set yüzyıllar boyu koruyu­cu bir rol oynayacaktı; dolayısıyla, inşaatın titizlikle yürütül­mesi, bütün çağ ve ulusların yapı bilgeliğinden yararlanılması, inşaatı yürütenlerde sürekli bir kişisel sorumluluk duygusunun varlığı kesinlikle zorunluydu.

        Çin Seddi’nin inşasına düşünmeden başlamadılar tabi. Set yapılmadan elli sene önce bütün Çin’de mimarlık ve duvar ustalığı en önemli bilim dalı ilan edildi. Öyle ki diğer bilimler bu iki bilim dalıyla ilişkiliyse hüsnü kabul gördü. Geniş ülkede öylesine büyük bir seferberlik ilan edildi ki, ilk mektep çocuklarına bile okul bahçelerinde küçük küçük taşlardan duvarlar inşa ettirildi, herkesin duvarcılık sanatında bir nebze anlaması için ne gerekiyorsa yapıldı. Yetişmiş duvarcı ustaları hemen işe koşuldu. Hepsinde muazzam bir istek vardı. Onları yöneten itici güç mükemmel bir iş başarma tutkusunun yanı sıra inşaatı dört başı mamur bir şekilde bitmiş bir halde görme isteğiydi.

        Set parça parça inşa edilecekti. Beş yüz metrelik bir sur parçası yaklaşık beş yılda bitiriliyordu. Bu yüzden usta başları yorgun ve bitkin düşüyordu, an geliyor kendilerine ve inşaata karşı olan güvenlerini yitiriyor, tam umutları kırılacakken bin metrelik iki sur parçasının birbirlerine bağlandığı günde şenlikler düzenleniyor, o an davul zurnalarla kutlanıyor, bir şey başarmanın verdiği coşkuyla dolu ekip, oradan alınıp çok uzaklarda bir yere götürülüp orada yeni bir duvar inşaatına başlıyor, yeni barınaklarına yerleşiyor, oraya yeni geldikleri için hediye ve nişanlarla ödüllendiriliyor, köylerden, şehirlerden duvar inşaatı için gelen insan kalabalığını görüp coşuyor, ormanlardan ağaçlar kesiliyor, iskeleler kuruluyor, dağlarda taş ocakları açılıyor, din adamlarının oraya gelip kutsal ilahilerle işçilere moral verdiğini görüyor, inşaatın bir an önce bitmesi için Tanrıya yakardıklarına şahit oluyorlardı. Herkes birbirine moral veriyordu. Oradaki işleri bitince de ver elini yeni bir yer… Giderken herkes onları büyük bir sevgi seliyle uğurluyordu. Geçtikleri yerde, setin yapımına katılmış olan milletin coşkusunu görüyor, memleketleriyle bir kez daha gurur duyuyorlardı. Artık her Çinli vatandaş, bir diğerine koruyucu bir set inşa eden bir kardeşti. Aralarında dayanışma duygusu daha da güçleniyordu. Setin inşası aralarında muazzam bir birliğe yol açmıştı. Millet el ele vermiş, bir halka yapmış, “kan, artık tek tek bedenlerin zavallı damarlarında tutuklu kalmıyor, uçsuz bucaksız Çin ülkesi içinden tatlı tatlı akıyordu.”

        Duvar inşa edilirken herkes huşu içinde kendisine verilen görevi eksiksiz yapmakla meşguldür. Duvarı kuzeyden gelecek canavarlara karşı yapıldığı ilan edilmişse de aslında yapım amacı muğlaktı. Aslında parça parça duvar, İmparatorun ülkedeki otoritesi gibi parça parça, boşluklarla doludur. Her şeye karşı duvar bir muammadır birçokları için. Birçokları için duvar muamma olsa da duvarın “yüce bir amaca hizmet ettiği” halk tarafından o kadar içselleştirilmişti ki o duvar günümüzün moda deyimiyle “birlik ve beraberliğin” sembolü olup çıkmıştı.

        *

        Çin Seddi neden inşa edilmişti sahiden? Bu soru hâlâ gerçek cevabını bulmuş değil. Belki de kuzeyden gelecek barbar kavimlerin saldırganlığına karşı koruyalım derken, Çin halkına hayatları boyunca meşgul olacakları bir iş bulma sonucuna varmışlardı. Böylece, asırlar sürecek inşaat boyunca tekmil halk kendini işe yaramış hissedecek, çalışmanın erdemini görecek, yaptığı iş sonucunda muazzam bir eser vücuda getirmenin hazzını yaşayacaktı. Asıl amaç bir duvar inşaatına başlayıp onu bitirmek değildi, belki de asıl amaç bir duvar yapmaktı. Duvarın yapımına karar verenler de biliyordu ki o duvar hiç bitmeyecek, ama Çinliler duvar yapmayı öğrenmiş olacaktı!

        *

        Şarabı icat eden insan, baş ağrısına ilaç olabilir diye girişmiş işe, vardığı sonuç daha çok baş ağrısının yanında hiç tahmin etmediği bambaşka bir yığın şey oldu. Amerika kıtasının keşfi de Çin seddinin inşası da öyle… Belki de medeniyet böyle bir şeydir. Asıl giriştiğimiz işte amacımıza ulaşmasak da o amaç uğruna katlandığımız eziyet sonucu vardığın şaşırtıcı sonuçlardır uygarlık dediğimiz şey.