Sahte içkiden hayatını kaybedenlerin sayısı bu yazıyı yazdığım sırada 103’e çıkmış, yani 78 kişinin can verdiği Kartalkaya faciasını bile geride bırakmıştı!
“İçki” denen can alan bu zehirleri pervasızca satanlar savcılığa ve mahkemeye götürülecek, bazısı tutuklanacak ama bazıları adlî kontrol vesaire ile serbest bırakılacaklar, dâvâlar aylarca sürecek, birkaç seneye, haydi bilemediniz on küsur yıla mahkûm edilecekler ama iyi hal, infaz bilmemnesi gibisinden uygulamalar ile cezalarının tamamını çekmeden serbest kalacaklar ve bir kısmı büyük ihtimalle azrailliğe devam edecek...
Sahte içkinin cezası, hukukçular arasında uzun zamandır tartışılıyor ama bu kadar ölüme rağmen hâlâ bir görüş birliği mevcut değil. Şişelenmiş zehri satanlar hakkında Ceza Kanunu’ndaki “doğrudan kasıt”, “olası kasıt”, “basit taksir” yahut “bilinçli taksir” gibi hukukî kalıplardan hangisinin uygulanacağı konusunda farklı görüşler var ve mahkemelerden birbirinden farklı cezalar çıkıyor. “Herif lâyığını bulmuş, oh olsun!” dedirten ağır bir ceza ise nâdiren işitiliyor.
Güncel dâvâlar ile ilgili literatürü okuduğunuzda mahkemelerin ve Yargıtay’ın sahte içki imal edip satanlar hakkındaki cezaların daha ağırlaşması eğiliminde olduklarını görürsünüz ama söylediğim gibi, ortak bir hükümden henüz çok uzağız...
Hukukçu değilim; “kasıt”, “taksir”, “suçun niteliği”, objektif sorumluluk” yahut “kıyas yasağı” misâli hukuk kavramları ile yakından ünsiyetim bulunmuyor ama sahte içki meselesi bahsinde pek çok kişinin düşüncesine iştirak ediyorum: Bu işin taammüden, yani tasarlayarak cinayetten hiçbir farkı olmadığı fikrine!
Zira, sahte içkiyi hazırlayanlar bunu içenin büyük ihtimalle birkaç saat içerisinde can vereceğinin bilincindedirler; şişeye doldurdukları öldürücü mayiyi para hırsı ile ve bilerek imal etmektedirler, yani yaptıkları işin taammüden cinayetten farkı yoktur! Satıcıların eylemi de aynı çerçevededir; satıcı şayet ileri derecede ebleh değil ise, yaptığı satışın karşılığında sadece ölüm bulunduğunun farkındadır.
Türk Ceza Kanunu’nun 81. maddesi “Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır” demektedir ve dolayısı ile sahte içki imal edenler ile satanlar kasten cinayet işledikleri için en azından bu maddeye göre mahkûm edilmeli, işi tasarlayarak yaptıklarının ispatı hâlinde ise 82. madde gereği ağırlaştırılmış müebbede mahkûm edilmelidirler.
40 SENE ÖNCESİNİN İRAN’I GİBİ...
Ben, sahte içkinin böyle toplu şekilde can almasına bundan 40 sene kadar önce genç bir muhabir olarak bulunduğum İran’da şahit olmuştum...
1979’da gelen İslam Devrimi’nin hemen ardından alkolün her çeşidi yasaklanmış, büyük otellerin barlarındaki içkiler tantana ile ve yabancı basının gözleri önünde mutfak musluklarına ve helâlara dökülerek imha edilmişti...
Alkol yasağının neticesinde yoğun bir içki karaborsası doğmuş ve sahte içki furyası başlamıştı...
Tabii ki çok sayıda ölüm vardı ama daha da tuhafı, memleketin dört bir yanında binlerce İranlı gözlerini kaybetmiş, âmâ oluvermişlerdi!
Alkol düşkünleri, kontrollerde ağızlarını koklayan Devrim Muhafızları’nın içtiklerini anlamaları hâlinde “şallak” denen kırbaç cezasına çarptırmaları riskine karşı kokusuz içkileri tercih eder olmuş ve vodkada karar kılmışlardı. Ama kâfi miktarda vodka bulunamadığı için artık evlerde imal ediyorlardı, imalâtta etil alkole göre daha kolay temin edilen metil alkol kullanılıyordu ve körlüğün sebebi bu metil alkoldü...
İranlılar “En az beş bin kişiyi öldürüp on binini kör ettik ama vodka imalini de öğrendik” diyorlardı ve espri niyetine söyledikleri bu sözü birkaç defa bizzat işitmiştim...
Şimdi, sahte içki bahsinde maalesef bundan 40 sene öncesinin İran’ına dönmek üzereyiz...
Eskiler böyle ikrah ettiren işlerin önünü alabilmek için “Sallandıracaksın üç-beş adamı, bak bir daha cesaret edebilecekler mi?” demekte pek de haksız sayılmazlarmış!