Madleen yola çıktı, dünyada vicdanını yitirmemiş milyarlarca insan o gemiyi yüreği ağzında takip etti.
Beklenen oldu. İsrail ordusu, Gazze'ye insani yardım ulaştırmak amacıyla yola çıkan Madleen’e saldırdı ve el koydu. Savunma bakanları insanlık vicdanını temsil eden gemiye yönelik bu müdahaleden dolayı ordusunu tebrik etti. Gemiyi de “nefret filosu” olarak suçladı.
İlk tablo bu: İnsanlık vicdanı ve İsrail.
“TERÖR DEVLETİ”
Esasen Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklama, durumu gayet net biçimde ortaya koyuyor: “Gazze'ye insani yardım ulaştırmak amacıyla yola çıkan ve içinde vatandaşlarımızın da bulunduğu 'Madleen' adlı gemiye uluslararası sularda seyrettiği esnada İsrail güçlerince müdahalede bulunulması, uluslararası hukukun açık bir ihlalidir."
Bakanlık, açıklamanın devamında “Netanyahu hükümetinin, seyrüsefer serbestisini ve deniz güvenliğini de tehdit eden bu menfur saldırısı, İsrail’in bir terör devleti olduğunu bir kez daha ispatlamıştır” ifadesini kullandı.
İkinci tablo bu: Katliamlara karşı dünyadaki en güçlü seslerden biri olan Türkiye ve karşısındaki terör devleti.
İSRAİL’E TEPKİ ARTIYOR MU?
Gazze’ye yönelik bu sivil eylemler ve girişimler Haziran boyunca devam edecek. Avrupa’daki bazı hükümetlerin de bu sivil inisiyatiflere eskisinden daha yakın davrandığı söylenebilir. Bu durumun Trump’ın Netanyahu’ya karşı tavrının açtığı tepki penceresinin sonucu olup olmadığını da bir kenarda not etmek gerekiyor.
Şurası hala yakıcı bir gerçek. Dünyadaki pekçok devlet İsrail’le düşman olmak istemiyor. Bunun o ülkeden çok arkasındaki güçle ilgili olduğu da malum. İslam dünyasının birkaç istisna dışında tablosu da bundan farklı değil.
Dolayısıyla sorunun çözümü açısından Türkiye’nin durduğu yer, tavrı ve tepkisi ayrı bir yene konulmalı.
SURİYE’DEKİ DEĞİŞİM
Suriye’de son 8 aydır yaşanan gelişmeler, Esed rejiminin devrilmesi, ardından ortaya çıkan Ahmed Eş Şara başkanlığındaki hükümetle birlikte bölgedeki dengeler sarsıldı.
Direniş ekseni tezinin sahiplerine göre ABD-İsrail tarafından kurulan (!) bu yeni hükümet, bölgede bu iki ülkenin çıkarlarını temsil etmek için destekleniyordu.
Fakat öyle olmadı. Her nedense İsrail, Şara hükümetinin ardından durmaksızın Suriye’ye saldırmaya başladı. Ülkenin askeri kapasitesine zarar vermenin yanısıra Dürziler başta olmak üzere azınlıkları kışkırtmaya başladı. Hala da devam ediyor.
İsrail medyası ve hükümeti destekleyen hemen tüm analistler, Suriye’ye yönelik öfkelerinin asıl adresi olarak Türkiye’yi işaret ediyorlar.
SAHİCİLİK FARKI
Sahicilikle sahtelik arasındaki fark burada ortaya çıkıyor.
Kendi uzantıları ve vekil güçleri eliyle bölgede savunma hattı kuranların asıl derdinin buradaki zulüm ve işgaller olmadığı bir kez daha ortaya çıktı. Şu sıralar kendilerinin masada oturduğu ABD ile anlaşma sağlamak için kaç takla attıkları da dünyanın gözü önünde gerçekleşiyor.
Türkiye, hem bölgesinde, hem de küresel ölçekte elde ettiği itibar, deyim yerindeyse tırnaklarıyla kazıyarak kazandığı ve önünde arkasında başka hesapların olmadığı bir gücü temsil ediyor.
Şimdi Suriye’de yeni bir denge oluşurken ortayla çıkan hükümetin güçlü ve istikrarlı olmasını en çok isteyen yine Türkiye.
Elbette kendi güvenliği ve geleceği açısından duyduğu kaygılar bunda önemli rol oynuyor. Ancak bölgede devam eden katliam ve işgallerin sona ermesi için Şam’ın güçlü olması stratejik açıdan önemli.
Bölgeye yönelik barışın ve istikrarın ana aktörlerinden biri Türkiye. Bunun doğru anlaşılması, ülke içindeki bazı gelişmeleri doğru anlamaya da yardımcı olacak kadar izah edici.