Amerikan Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun Suriye konusundaki sözlerinin, biraz da servis edilme biçimi üzerinden hayli tartışma yarattığını söyleyebiliriz:
“Açıkçası, Suriye'de geçiş yönetiminin, karşı karşıya olduğu zorluklar göz önüne alındığında, potansiyel bir çöküşe ve muazzam boyutlarda topyekun bir iç savaşa, yani ülkenin bölünmesine birkaç ay değil, belki birkaç hafta uzakta olduğunu değerlendiriyoruz.”
Bu değerlendirmenin abartılı olmasından çok neyi hedeflediğine bakmak daha yararlı olabilir. Trump’ın finansal zafer olarak ilan ettiği bölge gezisinde Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılacağının ilan edilmesi, kuşkusuz öncelikle Şam yönetiminde büyük memnuniyet uyandırdı. Kaldı ki, Trump ve Ahmed Eş Şara’nın el sıkışması da, mevcut hükümetin uluslararası meşruiyeti açısından son derece dikkat çekiciydi. Başkan Trump, 14 Mayıs'ta Şara ile görüştü ve şunu söyledi: “Dağılmış Suriye'yi yeniden ayağa kaldırma şansı var.”
RUBİO’NUN MESAJLARI
Rubio’nun açıklamasının birden fazla hedefi olduğu öngörülebilir. Birincisi, yaptırımların kaldırılması ve yeni Suriye rejimine verilen desteğin Amerikan kamuoyunda ortaya çıkardığı rahatsızlığı hafifletmek. Bu rahatsızlığın düne kadar “terörist” ilan edilip başına ödül konulan bir ismi meşrulaştırmanın yanısıra, Şara ve ekibinin asla değişmeyeceği yönündeki önyargılara kadar geniş bir kapsama alanı var.
İkincisi, elbette şu sıralar araları biraz limoni de olsa İsrail tarafına verilen mesaj. Suriye’de istikrarın olması, senin güvenliğin açısından da önemli. Aksi senaryo zaten ifade edilmiş: İç savaş.
Üçüncüsü belki ilk ikisi kadar güçlü olmasa da yine yaptırımları da içine alan boyutuyla birlikte Avrupa kamuoyuna verilen mesaj. Elbette bunun her zaman olduğu gibi bir “göç tehdidi” parantezi de var.
Toparlarsak, Suriye’nin çabucak iç savaşa sürüklenme ihtimalinden çok, istikrarsız halinin faturasının ne olacağı anlatılıyor bu sözlerde.
KALIN’IN KRİTİK ZİYARETİ
Dönelim 19 Mayıs 2025’e.
Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim Kalın Şam’a son derece kritik bir ziyarette bulundu. Suriye Devlet Başkanı Ahmed Eş Şara,Dışişleri Bakanı Esad Hasan Eş Şeybani ve İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hüseyin El Selame ile temaslarda bulundu.
Gündem özetle; ikili ilişkiler, ülkenin toprak bütünlüğü. Elbette buna bağlı olarak egemenliği ve istikrarı.
Hepimizin yakından takip ettiği Terörsüz Türkiye süreci açısından baktığımızda, bu ülkenin istikrarının bizim açımızdan önemi daha iyi anlaşılabilir. Kalın’ın bu temaslarında ana konu başlıkları arasında YPG’nin silah bırakarak Suriye yönetimine entegre olması önemli bir yer tutuyor elbette. Kritik bir başlık daha, DEAŞ mensuplarının bulunduğu cezaevleri ve kampların mevcut yönetime devredilmesi. Bu durumun küresel ölçekte ne denli yakından takip edildiği de malum.
SURİYE YALNIZ BIRAKILMADI
Türkiye, gerek devrim sürecinde, gerekse de ondan önceki sıkıntılı yıllarda hep Suriye halkının yanında oldu. Bugün, yeni yönetimin sadece istikrarı için değil, bölgesel ve uluslararası düzeyde itibar ve meşruiyeti için büyük çaba gösteriyor. İsrail’in güvenlik paranoyasının aksine, Suriye’nin istikrarı ve kendi iç barışı için askeri konularda eğitim başta olmak üzere destek olma yönünde adımlar atıyor.
Ankara, Şam için bu coğrafyada eşsiz bir tecrübe ve hafıza. Bu bir yanıyla kardeşlik, onunla iç içe geçmiş biçimde tarihsel bağları olan ortak hukuku daha ileriye götürmek için büyük bir fırsat.
KOLAY DEĞİL AMA
Suriye’de denge kurmak kolay mı, hayır. İstikrar ve kalıcı bir yönetime ulaşmak çabucak mümkün mü, ona da hayır. Ancak bu durum mevcut yönetimin mesafe almadığı ve çabucak bir kargaşanın veya iç savaşın içine sürükleneceği anlamına gelmiyor. Şam’ın kendi tarihsel hafızasıyla birlikte düşündüğümüzde yeni hükümetin pek çok badireyi atlattığı gibi, çok daha sağlam dengeler kurması mümkün.
Türkiye, önceki örnekler gibi yönetime el koyup ülkeyi harabeye çevirenlere asla benzemiyor. Yıkıcı değil, inşa edici. Ayrıştırıcı değil, birleştirici. Bunu hem kendisi, hem Suriye halkı, hem de bütün bölgenin barışı için yapıyor.
Doğru da yapıyor.