Şurası çok açık. İsrail kesinlikle Suriye’nin toprak bütünlüğünü istemiyor. Dolayısıyla Ortadoğu politikasının en önemli başlıklarından biri bu ülkenin bölünmesi.
Burada kullanabileceği birden fazla “avantaj” var. Başka bir ifadeyle kışkırtarak ayaklandırmak istediği topluluklar. Kim nerede duruyor, ona bakalım.
Suriye’nin güneyindeki Süveyda bölgesinde Dürzi gruplar ve Sünni Arap aşiretleri arasında yaşanan çatışma, tartışmasız bir İsrail operasyonu. Bu iki topluluk arasında tarihe dayanan ayrılıkların ve çatışmaların olması bu gerçeği değiştirmiyor.
Eski rejim zamanında bu alanda sorun yaşanmadığını, dolayısıyla Esed rejiminin ülkesine hakim olduğunu söyleyenler, bir gerçeği değil, azınlık yönetiminin konfor ve imkanlarını özlüyor kuşkusuz.
Dahası, eski rejimin İsrail aleyhtarı ve direniş cephesinin kalelerinden biri olduğunu savunanlar, ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan toplulukların yaşadıklarını görmezden geliyor.
İSRAİL NEDEN SURİYE’Yİ VURDU?
Nitekim, Suriye Devrimi gerçekleştikten hemen sonra İsrail peş peşe sınırın ötesine geçerek saldırılar düzenledi. Gerekçesi kendi güvenliğini sağlamaktı. Bunun yeni rejimin gücü ve şartları göz önüne alındığında ne denli boş bir iddia olduğu da ortada.
İsrail, bu yeni saldırılarla Golan tepelerinde işgal ettiği alanlara yaklaşık 625 kilometrekare daha ekledi. Ayrıca bu alanda 10’dan fazla askeri üs inşa etti.
Bununla yetinmiyor elbette. Dürziler üzerinden sınırda bir koridor oluşturmayı istiyor ve bunu ne yazık ki kimi Dürzi liderlerle birlikte planlıyor. Bunların her biri Netanyahu yönetiminin bölgeyi kuşatan işgal hamlesinin parçası olarak görülmeli.
Yeri gelmişken tüm Dürzi grupların aynı yaklaşım içinde olduğunu söylemek elbette haksızlık olur. Ancak İsrail’in Şam yönetimini tehdit olarak gösterme gayreti, Şara yönetiminin de henüz yolun başında olmasının getirdiği dezavantajlarla birlikte etkili oluyor.
NUSAYRİLERİN DURUMU
Geçen ay Süveyda’da yaşanan hadiselerde Dürzi gruplarla Sünni Arap aşiretleri arasında yaşanan çatışma, Şara yönetimine hayli zor günler yaşattı. Saldırı İsrail’in planıyla ve Dürziler tarafından başlatıldı. Şam’ın dikkatine rağmen olayların kontrol altına alınması kolay olmadı.
Tüm bunlar yaşanırken, bazı Nusayri grup temsilcilerinin de Netanyahu’dan yardım istedikleri ortaya çıktı. Dolayısıyla İsrail açısından ülkeyi parçalama ya da kaosa sürükleme arayışına eşlik etme potansiyeli olan yeni bir yapı ortaya çıktı. Tekrar edelim; Dürzilerin ve Nusayrilerin hala hatırı sayılır bir bölümü bu planların içinde değil.
SDG/YPG NE YAPACAK?
Gelelim bizi çok daha yakından ilgilendiren boyuta. SDG/YPG çatısı altında yaşayan Kürt grupların, İsrail’in ilgisinden bağımsız olduklarını elbette söyleyemeyiz. İsrail’in Irak ve Suriye Kürtlerine ilgisinin askeri anlamda desteklere uzandığını da biliyoruz.
Bu gerçekleri gören ve artık meseleyi kendi tarafından çözmeye karar veren Türkiye’nin bu arayış ve planları nasıl bozacağı, süreci kendi lehine nasıl çevireceği ise hayli zor sorularla beraber ilerliyor.
Ankara, Şam yönetimine tam destek veriyor ve bunu yeri geldiğinde askeri bir işbirliğine dönüştürmekten kaçınmayacağını da ortaya koydu. Bu Suriye’nin belli bir bölgesini değil, tamamını kuşatan bir perspektif.
ANKARA NE ÖNERİYOR?
İsrail’in Kürtlere yönelik kışkırtıcı politikaları karşısında Ankara’nın önerisi, Suriye’nin bütünlüğü içinde sağlanacak bir entegrasyon. Bunu kendi içinde inşa ettiği Terörsüz Türkiye süreciyle birlikte ilerletiyor. Diğer yandan terör örgütünün fesih ve silah bırakma kararına dair takvimi yönetiyor. SDG/YPG’nin artık duruşunu netleştirmesi gerekiyor.
Hukuk tanımaz ve işgalci tutumuyla İsrail’in neler yapabileceğini pekala biliyor Türkiye. Ancak şunu da biliyor ve herkesin bir an önce anlamasını bekliyor. Türkiye’yle kader ortağı olmanın getireceği barışı ve güvenliği, bölgede ne İsrail, ne de başka bir güç sağlayabilir.
Türkiye’nin uzattığı eli tutmak istemeyenler veya tutuyormuş gibi yapıp başka hesapların peşinde koşanlar bunu görmek zorunda.
Çıkmaz sokaklara girmenin bu kez telafisi olamaz.