Türkiye’nin daha önce yaşadığı tecrübeleri sadece kazanan ve kaybeden denkleminde kabul etmek ciddi bir yanlış.
Terörle mücadele ve bununla bağlantılı sorunların çözümüne dair her adım, kuşkusuz büyük engeller ve sabotajlarla karşılaştı. Ayrıca çoğu zaman toplumsal desteğin ve rızanın ortaya çıkmasında sorunlar yaşandı.
Buna rağmen her çabanın ve sürecin Türkiye açısından büyük bir tecrübe ve hafıza olduğuna inanıyorum. Bunun aynı zamanda ülkemizin demokratikleşme çabalarından bağımsız okunmaması gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve 2003 yılından itibaren başında bulunduğu hükümetlerin, demokrasi tarihimiz açısından çok önemli adımlar attığı, dolayısıyla hak ve özgürlükler çıtasını hiç olmadığı kadar yükselttiği konusunda hayli geniş bir fikir birliği var.
ERDOĞAN VE DEMOKRASİ HİKAYEMİZ
Bu vizyonun iki önemli özelliği vardı.
Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti kadroları iktidar yürüyüşünde böyle bir vaadi toplumun önüne koydular. Bunu şöyle de ifade edebiliriz. Siyasi merkezden uzak tutulan, en temel hak ve özgürlükleri bile kendilerine “fazla” sayılan kesimlerin sesi olacaklarını söylediler. Kimsesizlerin kimi olmak.
İkincisi, sandıkta milletin onayını aldıktan sonra bu yönde samimi ve sahici adımlar atarak, hem sözlerini yerine getirdiler. Hem de toplumun daha geniş kesimlerinde destek bularak yerleşik sistem karşısında güç kazandılar.
Takip edenler bilir. Sıkça şunu dile getirdim. Erdoğan, millete değer veren değil, milleti bizatihi değer olarak gören bir siyasetçi. Dolayısıyla kendisiyle toplum arasındaki ilişkinin kodlarında buna benzer bağlar olduğunu hatırlamakta yarar var.
Ya şimdi sorusunun cevabını merak edenlere, şöyle bir parantez açabilirim. Bugün demokrasi, hak ve özgürlükler alanında sorunlarımız var. Bunlar yasal eksikliklerden çok uygulamanın getirdiği sıkıntılardan kaynaklanıyor. Diğer yandan her durumda toplumsal dinamiklerin daha fazlasını talep ettiğini de gözden kaçırmamak gerekiyor.
SÜREÇ BİR YAŞINDA
Hızlıca yeni sürece gelelim. Terörsüz Türkiye süreci geçtiğimiz yıl Ağustos ayında Ahlat-Malazgirt hattında Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından gelen mesajlar, hemen ardından 1 Ekim’de TBMM’nin açılış gününde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yaptığı hamleyle birlikte birinci yılını doldurdu.
Burada daha önceki süreçlerden farklı olan birkaç noktaya temas etmekte yarar var.
Bir, devlet ve bürokrasi katında çok daha kuvvetli bir destek ve bütün bir “akıl” var.
İki, daha önce benzer süreçlerin dışında olan siyasi aktörler bizzat sürecin inşasında yer alıyor.
Üç, Türkiye ekonomik sıkıntılarına rağmen bölgesinde çok daha güçlü ve dönüştürücü kabiliyetlerini sahaya yansıtan bir ülke.
Dört, Ankara’nın iddiaları ve siyasi sınırlarını ötesine yayılan gücü, aynı zamanda karşı hamleleri beraberinde getiriyor. Bunun getirdiği güçlükler, Terörsüz Türkiye sürecini sabote etmeyi hedefleyenleri de çoğaltıyor.
Beş, ortaya konulan süreç bir demokratikleşme paketi değil. Ancak şunu söyleyebiliriz. Meseleyi köklü olarak çözmeyi ve gerçek anlamda bir demokratik siyasetin önünü açmayı hedefliyor. Dolayısıyla bu tür çabaları zehirleyen unsurlar bertaraf edilmeden meseleyi farklı mecralara taşımanın anlamı yok.
ALINAN MESAFE CİDDİ
Sürecin başından itibaren ortaya konulan terör örgütünün kendisini feshetmesi ve silah bırakması hedefleri anlamında ciddi mesafeler aldığını düşünüyorum. Devletin kritik kurumları, en başta MİT Başkanlığı ve İbrahim Kalın, sessiz ve sahayı kuşatan bir çalışma yürütüyor.
Son derece güçlü bir çözüm iradesi var ve bunun heba edilmesine değil, kalıcı ve köklü adımlara doğru yol almasına odaklanmak lazım. Toplumun herhangi bir kesiminden gelen kaygıyı yok saymak bir yana, dikkatle dinleyerek ilerlemek, süreci yavaşlatmak değil, zeminini sağlam tutmak anlamına gelir.