Başkanlığının ilk yılında Donald Trump durup dururken Amazon’u hedef alan bir tweet attı. Amerikan Posta İdaresi’nin zarar ettiğinden yakınıyor, bunu da e-ticaret devi Amazon’un yaptığı pazarlıklarla ödediği düşük posta ücretlerine bağlıyordu. Üstelik Amazon her sene rekor kar ederken posta idaresi batma noktasındaydı ona göre.
Pek çokları Trump’ın Bezos’a sahibi olduğu Washington Post gazetesinin yayınları yüzünden savaş açtığını varsayıyordu. Ancak posta idaresine dair bilgi ona başkan seçildikten sadece birkaç ay sonra Mar-a-Lago’daki komşusu milyarder Nelson Peltz tarafından bizzat teslim edilmişti. Trump da dosyayı incelemeleri için ekibine gönderdi. İddia doğru değildi, Posta İdaresi’nin zarar etmesini sorumlusu Amazon değildi. Ama bu Trump’ın şirketi hedef göstermesine engel olmadı.
Trump’ın, Peltz’in Amazon’la ne gibi bir hesabı olduğunu araştıran ekibi de şirketlerin hisselerini toplayarak yönetim kurullarına girme stratejisi güden aktif yatırımcının bir süre önce Protecter and Gamble’a 3.5 milyar dolar yatırım yaptığını öğrendi. Bezos’un süpermarket zinciri Whole Foods’u satın alması Peltz’in çıkarlarına ters düşüyordu ve Başkan Trump’la ilişkisini kullanarak rakip gördüğü iş adamını zayıflatmayı istiyordu.
HAKLI BİR KORKU
New Yorker yazarı Susan B. Glasser’ın Amerikan milyarderlerinin Trump sevdasını incelediği yazısında (“Purchasing Power”) aktardığı bu olay zenginlerin siyaset üzerindeki etkilerinin tek örneği değil. Bugün başta Elon Musk olmak üzere Amerika’nın en varlıklı isimleri önümüzdeki hafta yapılacak seçimlerde Trump’ı destekliyor. Daha doğrusu hepsi Musk kadar açık açık desteklemiyor. Bir kısmı sessiz, bir kısmı da çekimser.
Warren Buffet bu seçimlerde hiçbir adayı desteklemeyeceğini açıkladı mesela. Trump’a göre Meta platformunun patronu Mark Zuckerberg ona oy vereceğini bizzat söylemiş; şirket bu iddiayı yalanladı ama Zuck bu seçimlerde siyasete bulaşmayacağın, çekimser kalacağını söyledi. JP Morgan CEO’su Jamie Dimon da Harris’i sessizce destekleyenlerden; kamuoyu önünde açıklamadı.
Dallas Mavericks’in sahibi Mark Cuban’a göre kendisi dışında milyarderlerin açık açık Harris’e destek vermemelerinin nedeni yeni bir Trump iktidarından korkmaları. Bu korkunun altı boş değil.
PARANIN KARŞILIĞI
2020’de Trump seçimi kaybettikten sonra pek çok milyarder açık açık Trump’la aralarına mesafe koydu. Ama partisinin adaylığını yeniden kazanınca, seçimi kazanma ihtimali de her geçen gün kuvvetlendikçe geçmişi unutup yeniden kampanyasına bağış yapmaya başladılar.
Glasser’ın yazdığına göre yıllar içinde esnetilen regülasyonlar ve değiştirilen kurallarla artık herhangi bir adaya kimin ne kadar bağış yaptığını kestirmek çok zor. Eskiden olduğu gibi şeffaflık kuralları ya da bireysel bağışlarda üst limit kalmadı. Open Secrets’da yer alan bir inceleme 2020 seçimlerinde kaynağı belirsiz 500 milyon dolar gibi bir sahipsiz paranın seçime aktarıldığını gösteriyor. Elon Musk da kurduğu bağış organizasyonuyla Trump’a bu seçimde yüz milyonlarca dolar veriyor.
Eskiden zenginler siyasetçileri desteklediğinde beklentileri yan yana fotoğraf çektirmek, evde yemek daveti vermek ya da birkaç sene devlet imkanlarıyla tatil yapacakları bir ülkede büyükelçilikle ödüllendirilmek olurdu. 50 bin, 100 bin dolar gibi bağışların aldığı buydu. Şimdi bir milyarderlerin bağışın yanına eklenen her sıfırla birlikte Başkan’dan beklenti de artıyor. Artık yemekte yan yana olmak kesmiyor, zenginler telefonun öbür ucunda bir muhatap arıyor.
Donald Trump da onlara istediklerini vereceğini ilk dört yılda gösterdi. Sadece ülkenin en zenginlerinin faydalandığı vergi indirimini geçirmedi. (Demokratlar zenginlere vergi indirimine karşı, hatta daha fazla vergi alınmasından yana.) Trump ayrıca devletin kritik makamlarına bakan olarak varlıklı isimleri atadı: Goldman Sachs çalışanları, ExxonMobil CEO’su, Amway’den servet yapan Betsy DeVos. Kuracağı ikinci hükümette Elon Musk’a da bir görev vereceğini, “devletin verimli çalışmasını denetleyecek bir kurumun başına” atayacağını söyledi.
Trump hükümetinden yer almak Musk için kusursuz bir çıkar çatışması. Zira yaptığı pek çok iş denetime tabi ve sık sık regülasyonları çiğnediği için cezalandırıyor. Trump’a önerdiği gibi bir kuruma atanması kendi işlerinin önündeki engellerin de kaldırılması demek. “Devletin verimliliği” adı altında regülasyonların kaldırılmasını, tekelleşmenin önün açılmasını sağlamak gibi. Demokratlar başta anti-tekel regülasyonları olmak üzere büyük şirketlerin daha fazla denetlenmesini destekliyor. Özellikle teknoloji şirketlerini bölünmesi parti içinde giderek destek buluyor.
ELON MUSK’IN DEVLET İHALELERİ
Musk şu anda Space X’le adeta tekel zaten, NASA’nın programına o karar veriyor. Elektrikli otomobiller, bu otomobillerin kurulacak istasyonları gibi projeleri var. Ayrıca Tesla’nın devletten aldığı ihaleler var. New York Times’ın incelemesine göre Tesla üzerinden bazı Amerikan büyükelçiliklerine araç, Space X üzerinden de Starlink uyduları satılıyor. Ama bir yandan da devlet bu şirketleri inceliyor.
Ulaştırma Bakanlığı beklenmedik anda frenin devreye girmesi, direksiyonun kontrolünün kaybedilmesi ya araç kendi kendine giderken kaza yapması gibi olayların üzerine Tesla hakkında soruşturma başlattı. Musk’ın devletle başının dertlerinden sadece bir tanesi bu. Farklı kurumlar ve bakanlıklarla devam eden başka problemleri var.
Elon Musk bütün medya kuruluşlarının ulaşabildiğinden daha fazla insana ulaşan X platformunun bütün imkanlarını Trump’ı seçtirmek için kullanıyor zaten. Algıyı belirlemek, dezenformasyon, manipülasyon gibi taktiklerle özellikle eğitimsiz-genç-erkek oylarını Trump’a kaydırıyor. Trump seçilirse—onu bu çabalarıyla seçtirirse—devlet soruşturmalarının teker teker kapanacağını hesap ediyor. Haksız da sayılmaz.
2019 yılında Amazon’un asıl gelirini elde ettiği ‘cloud’ hizmetlerine dair 10 milyar dolarlık bir Pentagon ihalesi Donald Trump’ın müdahalesiyle Microsoft’a verilmişti. Amazon ancak mahkemeye başvurarak bu ihalenin bir kısmını geri alabildi. Jeff Bezos’un sahibi olduğu—Space X’e rakip—Blue Origin yöneticilerinin de Trump’la görüştüğü ortaya çıktı. Uzay yarışında geri kalan firma da ihalelerden pay alma peşinde.
YARGI DA YOK
Trump geçtiğimiz günlerde Amerika’nın köklü televizyon kanalı CBS’in lisansının iptal edilmesi gerektiğini söyledi. Başkan kendi kendisine medyaya el koyamaz, ama Tina Brown’ın önceki gün kendi Substack bülteninde yazdığı gibi Modi’nin Hindistan’daki modelini örnek alabilir: Ülkedeki tek muhalif televizyon olan NDTV’nin sahipleri hükümet baskısıyla kanalı Modi’nin milyarder arkadaşına sattılar. (Hindistan yerine bize daha tanıdık bir örnek de verilebilirmiş.)
Amerikan demokrasisi ve başta yargı Trump’ın üçüncü dünya ülkesinin otoriter liderleri gibi istediğini yapmasına izin vermiyor. Seçilirse ABD’yi Modi’nin Hindistan’ı ya da Putin’in Rusya’sı gibi yönetmek istediği sır değil. Defalarca bu liderlere hayranlığını belirtti zaten. Ama ilk döneminde etrafındaki daha deneyimli devlet adamları da elini kolunu bağlıyordu.
Ancak şimdi ilk dört senenin tecrübesiyle, oradan öğrendikleriyle yeniden koltuğa oturacak. Yanında bu sefer temkinli parti büyükleri olmayacak, çünkü hepsini uzaklaştırdı. Kadro çalışması yapan oğlu Don Jr.’ın mülakatlardaki tek kriteri lidere sonsuz sadakat. Dolayısıyla etrafında bir sürü 'evet efendim’ci tipleri toplayacak. Üstelik Trump sistemin sınırlarını ve açıkları biliyor, teamülleri çiğnemeye son derece meyilli.
Daha da önemlisi ilk dört sene yargıda ciddi bir kadrolaşma yaptı. Dokuz üyeli Anayasa Mahkemesi’nin bile üç yargıcını Trump atadı. Bir de daha alt mahkemelerdeki Trump kadrolaşması var. İlk dört yılında Trump’ın bazı kararlarını—mesela Müslüman ülkelere uyguladığı ülkeye giriş yasağı—hukuk dışı bulan mahkemeler bu sefer görmezden gelebilir.
Trump’ın ilk dört yılı Hıristiyan muhafazakarların devlette kadrolaşması ve kürtaj yasadışı gibi istediklerini yaptırmasıyla geçti. İkinci dört yılı da milyarderlerin—özellikle de teknoloji zenginlerini—çıkarlarına hizmet etmekle geçecek. Şirketler sadece karlılığa bakar.