Dün, kim bilir kaçıncı kez, “Annie Hall”u yeniden izledim. “Annie Hall” bilindiği gibi Woody Allen’ın Oscar ödüllü başyapıtı. Bu filmde sinemanın el verdiği bütün imkanları zorluyor: Dördüncü duvarı deliyor ve sık sık izleyiciye doğrudan hitap ediyor, ekranı ikiye bölüyor ve farklı sahnelerdeki karakterler birbirleriyle konuşuyor, geçmişe yolculuğa çıkıyor, sarmal kurgu denilen tekniği kullanıyor, hatta filmin bir bölümü animasyon olarak geçiyor. Daha ilk dakikalarından itibaren yıllarca alıntılanan cümleleri var.
Woody Allen’ın olgunluğa geçiş ürünü, sinemada romantik komedi türünün doğuşu. Ama bir Woody Allen filmi olduğu kadar, hatta belki daha da fazla bir Diane Keaton filmi “Annie Hall.” Adı bile Keaton’dan geliyor: Gençliğinde Keaton’a “Annie” diye hitap edilirmiş, sahneden önceki adı Diane Hall’muş.
Bunlar az-çok biliniyor zaten. Woody Allen filmi çekerken Keaton’a istediği, olduğu gibi giyinmesini söylemiş. Tek bir filmle Keaton’ın gardırobu kadınların giyinme alışkanlıklarını değiştirdi, 70’lerin sonunda New York sokaklarında tıpkı filmdeki gibi yelek içine geniş yakalı gömlek giyip kravat takan kadınlar belirdi.
HER ŞEY ONDAN ESİNLENMİŞ
Bugüne kadar bilmediğim filmdeki karakterin konuşma şekli de Diane Keaton’ın bizzat kendisinden esinlenmeymiş. Önceki gün hayatını kaybeden Keaton’ın ardından kendisiyle yapılan eski söyleşileri dinliyorum; vurgulamaları, tonlamaları, kelime seçimleri, hatta kahkahası bile karakteriyle aynı.
Allen hemen her zaman oyuncularını rahat bırakıyor, yazılı kağıda birebir bağlı kalmadan cümleleri kendilerini rahat ettikleri şekilde söylemelerini sağlıyor. Ama “Annie Hall”da bunun da ötesinde bir durum var. Mesela Keaton bir söyleşide cümleleri tamamlamadığını söylüyor, Annie Hall da öyle konuşuyor. Keaton kariyerinde kendisini kanıtlamasına rağmen oyunculuğuna güvenmediğini söylüyor, bu filmdeki karakterin de ciddi bir özgüven problemi var. Keaton anneannesine “Grammy” diye hitap ediyor, Annie Hall da aynı ifadeyi kullanıyor. Woody Allen gözlemlemiş, not etmiş, kağıtta yansıtmış ve Diane Keaton da kendisine çok benzeyen bu karaktere hayat vermiş. Rol yapmıyor, kendisini oynuyor adeta. Kendisini oynamanın en zor olduğunun bilinciyle.
Bir tek karakterin sık sık kullandığı üstten bakan alaycı “La-De-Da” ifadesinin kendi ağzından çıkmadığını anlatıyor, hatta kağıtta gördüğünde şaşırdığını da. Ama söylüyor ve bu ifade sanki hep kendisininmiş gibi sahipleniyor.
Aslında tipik bir “Pygmalion” hikayesi “Annie Hall.” Komedyen Alvy Singer tenis oynarken tanıştığı Annie Hall’a aşık oluyor ama onu entelektüel olarak yetersiz buluyor. Ölüm üzerine kitaplar okumasını sağlıyor, yetişkinler için açılan üniversite derslerine katılmasını sağlıyor.
Brooklyn’de büyüyen Alvy’e karşı Annie Hall’ın Orta-Batı Amerikalı geçmişi sürekli vurgulanıyor.
Aralarındaki çatışma sadece entelektüel düzeyde değil, sınıf bazında da bariz. Annie Hall’un son derece düzgün, birbirleriyle huzur içinde bayram yemekleri yiyen bembeyaz bir ailesi var. Alvy Singer’ınki her sofrada bağıra çağıra konuşan, birbirlerine kavga eden tipik ve Woody Allen’ın sık sık karikatürize ettiği bir Yahudi aile.
Annie Hall özgüveni az olsa da sakin, problemsiz, iyi niyetli, safa yakın biri. Dikkatli olmayan bir beynin ilk başta aptal zannedebileceği cinsten. “Woody” karakteri hemen her filmde olduğu gibi burada da mutsuz, zeki, nörotik, problem olmadığında huzuru kaçan bir entelektüel. Filmin yarısı da ikilinin arasındaki asimetrik dinamik üzerine kurulu.
Geçmişte filmi izlediğimde yer yer Woody Allen’ın bu kadın karakteri özellikle sığ mı yansıttığını düşünmüştüm. İkisinin yıllardır aralarında süregelen bir espri konusu bu. Allen sürekli Keaton’ın taşralı geçmişiyle dalga geçiyor, hatta ardından yazdığı yazıda bile bu konuda espri yapıyor. Ancak gerçek hayatta Keaton sığ olmaktan çok uzak. Aksine son derece radikal ve nevi şahsına münhasır biri. Oyunculuğunun yanı sıra yönetmenliği de var, ama tıpkı Annie Hall gibi fotoğrafa da meraklı; hatta yayımlanmış fotoğraf kitabı var. Yazarlığı var, mimariye ilgisi biliniyor. Hatta Los Angeles’taki pek çok mimari eserin restore edilip hayatta kalmasını sağladı.
Yaptığı belki de devrimci eylemlerden biri bugüne kadar hiç evlenmeyip 50 yaşında evlat edinerek çocuk sahibi olmak. Üstelik geçmişte Hollywood’un en gözde erkekleriyle—Al Pacino, Warren Beatty—aşk yaşamasına rağmen.
FEMİNİST BİR KAHRAMAN
“Annie Hall” bir anlamda Diane Keaton’ın kendi yazgısıyla da örtüşüyor. Filmde zamanla Annie Hall kendisini buluyor, Alvy Singer’la sürdürdüğü ilişkiyi geride bırakıyor ve istediğini yapmayı öğreniyor. Los Angeles’a taşınıyor mesela, hep istediği gibi şarkı söylüyor, Paul Simon’la aşk yaşıyor. Aslında özgürleşiyor ve 70’li yıllarda “feminizm” kavramı dünyada kadınlara seçme hakkı verilmesi gibi hareketlerle popülerleşirken gerçek bir feminist kahraman olarak ortaya çıkıyor. Böyle olacağını o kravatlı alışılmadık kıyafetinden anlamalıydık: Bu gardıroba sahip biri asla ve asla kendine güvensiz ve sıradan olamazdı zaten.
Woody Allen onun ardından yazdığı yazıdan bugüne kadar filmleri hakkında hiçbir eleştiriyi okumadığını, hiç kimsenin düşüncesini merak etmediğini, bütün filmlerini tek bir izleyiciyi memnun etmek için yaptığını söylüyor. Diane Keaton beğendiyse tamamdır, beğenmediyse montaj masasına dönüp onu mutlu edecek düzenlemeler yapılıyor.
Yıllar önce Tom Hanks bir Altın Küre ödülleri sunumunda Hollywood’daki efsane oyucuların üye olduğu farazi bir kulüpten söz etmiş, ama üyeliğin herkese açık olmadığını eklemişti. Diane Keaton kuşkusuz o kulübün üyelerinden biriydi. Bunun bir sağlaması bugün “Yeni Diane Keaton” denebilecek hemen hiç kimsenin henüz yetişmemiş olması. Audrey Hepburn de böyleydi, filmleri yeniden çekildi ama hiç kimse onun yerini dolduramadı.
Bugün “Annie Hall” da yeniden çekilebilir elbette, ancak birebir aynısını çekilerek günümüze uyarlanabilir hatta. Ama yine de eskisi gibi olmaz, çünkü hiç kimse Annie Hall’u Diane Keaton gibi canlandıramaz.