Donald Trump daha göreve başlayalı bir ay oldu ama şimdiden Amerika’da en çok konuşulan konu başkanlığının bir anayasal krize yol açıp açmayacağı. Kimi hukukçulara göre Trump’ın bombardıman şeklinde imzaladığı kararnameler şimdiden bir anayasal krizi başlattı. Anasaya’da yer alan doğumla alınan vatandaşlık hakkını bile bile başkanlık kararnamesiyle iptal etmeye çalışmak bu gidişatın bir örneği. Kimi hukukçularsa Trump’ın henüz bir anayasal kriz yaratmadığını düşünüyor; zamanı geldiğinde rejimin zayıflıklarını da ortaya çıkarabilecek bir krizin altyapısını hazırladığı.
Trump’ın pek çok kararnamesi mahkemeden dönüyor, yargıçlar ardı ardına reddediyor. Trump yönetimi de temyize başvuruyor. Doğumla alınan vatandaşlığı iptal etmek gibi bile bile Anayasa’yı çiğneyen kararnamelerin imzalanmasının nedeni tam da bu; mahkemeyi sürece dahil etmek, Anayasa Mahkemesi’ne gitmesini sağlamak ve sonunda da Başkan’ın görev yetkilerini yeniden tanımlamak.
KRAL YETKİLERİNE SAHİP BAŞKAN
Amerikan sistemi “checks and balances” denilen ve dünyaya da örnek olan bir denge mekanizması üzerine kurulu. İngiltere’de yaşadıklarından ders alan kurucu babalar sistemi Amerikan Başkanı kral yetkilerine sahip olmasın diye tasarladı. Kongre’ye ciddi yetkiler verildi, zamanla sistem daha geliştirilerek yasama organı da genişletildi.
Ancak bazı muhafazakar hukukçular Anayasa’nın ikinci maddesine dayanarak “unitary executive theory” adı altında Başkan’ın yetkilerinin sınırsız olduğu bir yürütme yorumunu savunuyor. Yasama ve Yargı devlet başkanının yetkilerini sınırlayamaz; fiilen güçler ayrılığı da yok edilmiş oluyor. Amerikan sağının 50 yıldan fazla süregelen bir hayali bu. Başkan’ın tek başına ülkeyi yönetmesine inanan hukukçular zamanla yargıya yerleştirildi, hatta Antonin Scalia gibi Anayasa Mahkemesi yargıçlığına dahi yükseldi.
Richard Nixon görevi bıraktıktan sonra David Frost’a verdiği söyleşide dışarıdan yasadışı gibi görünecek işler yapmasının koltuğun gereği olduğunu söyledi. Ulusal güvenlik adına Başkan yasaları çiğneyebilirdi, ya da Nixon’ın tabiriyle “Başkan yaptığında kanun dışı değildir.” Bu anlayışın sınırları Bush-Cheney döneminde test edildi. Aslında zamanla görüldü ki Amerika’nın dünyaya örnek sistemi kusursuz değil, aksine açıklarından faydalanmaya müsait.
Donald Trump’ın 2016’da başlayan ilk başkanlık dönemi yargıyı muhafazakarların tam anlamıyla ele geçirmesiydi ve dört sene büyük yol katedildi. Anayasa Mahkemesi’nde kuşaklar boyu değişmeyecek bir muhafazakar ağırlık oluşturuldu. Alt mahkemelere de muhafazakar yargıçlar atandı.
İkinci döneminde Trump bu atamaların meyvesini almak istiyor. Anayasa Mahkemesi yakın zamanda Başkan’ın bazı suçlardan muaf olabileceğine dair bir yorum getirdi. İleride önüne gidebilecek davalarla Oval Ofis’in bundan sonraki ev sahiplerinin yetkilerini daha genişletebilir. Trump dört sene sonra yok, ama yaptıkları yeni bir anlayışın altyapısı hazırlığı.
Anayasa Mahkemesi’nin görülecek davalara kendisinin karar verdiği, süresini de kendisinin belirlediğini ekleyeyim. Mahkeme bu Trump kararnamelerine bakmayabilir, geç bakabilir ve çok geç karar verir. Kimilerinde Trump’ın işine gelecek kararlar verebilir, ama bazen de Anayasa’nın üstünlüğünü öne sürerek Başkan’ın geniş yetkileri olmadığına kanaat getirebilir.
Trump yönetimi yargı kararına saygı duyacaklarını söylüyor, bu da muhaliflerin anayasal kriz paniğinin yersiz olduğuna kanıt olarak gösteriliyor. Bir başka deyişle, anayasal kriz henüz çıkmadı ama çıkabilir.
Öte yandan Başkan Yardımcısı—kendisi de hukukçu—J. D. Vance bizim de alışık olduğumuz bir üslupla yargının yürütmenin işine karışmaması gerektiğini söyledi. Endişelerin yersiz olduğunu söyleyenlere karşılık yeni yönetim niyetini hiç gizlemiyor.
KARARI KİM UYGULAYACAK
Anayasal krizin tanımı genel olarak mahkemenin kararlarının devlet yönetimi tarafından tanınmaması olarak yorumlanıyor. Anayasa Mahkemesi kararına rağmen Can Atalay’ın milletvekilliğinin tanınmaması bir anayasal krizdir. Yargının en üst makamı Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını çiğneyerek daha alt mahkemelerin kararını benimsemek ya da Yargıtay kararını “tercih etmek” de başka örnekler.
Türkiye’de bu işlere, devleti yönetenlerin yargı kararını uygulamamasına alıştık, o yüzden anayasal kriz de bize içi boş bir tabir gibi geliyor. Bu endişenin henüz laçkalaşmadığı ABD bizdeki gibi bir realiteye nasıl uyum sağlayacağını bilemiyor. Bizde Anayasa’yı çiğnemenin hiçbir yaptırımı olmadığını biliyoruz.
Hiçbir yerde Anayasa Mahkemesi’nin tek başına kararlarını dayatma gücü yok. Bu yüzden eski başkanlardan Andrew Jackson bugün Vance tarafından hayranlıkla alıntılanan “Mahkeme bir karar vermiş, şimdi uygulasın da görelim,” lafını edebilmişti. Yargının üstünlüğü ilkesi bireylerin yargı kararlarına saygı göstereceğine dair yazılı olmayan bir taahhütten, bir toplumsal uzlaşmadan geliyor.
Biz sıradan insanlar için yargı kararlarına uymamanın bedeli elbette var. Hapse girebiliriz veya yüklü bir ceza ödeyebiliriz. Ama devletin başına ceza kesilse, hapis kararı çıkartılsa kim uygulayacak. Trump zaman zaman kanunu tanımayabileceğinin işaretlerini verdi, mesela 2021’de yenildiğini kabul etmediği için Beyaz Saray’ı terk etmeyeceği ihtimali konuşuluyordu. Genelkurmay gidip Beyaz Saray’dan Trump’ı çıkarmayacağını söylemişti o sene. Bu sefer de mahkeme kararına uymadığında kapısına polis ya da asker dayanmayacağı ortada. Öte yandan, uymazsa ne olacak sorusunun yanıtı da muğlak.