Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Çok hızlı bir Ibiza rehberi
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sabaha karşı 10:30 ve ben bir şekilde kulüp çıkışı kendimi bulduğum bu teras katında hiç tanımadığım insanlarla ‘brunch’ planı yaptığımı zannediyorum. Nerede, diye sorduğumda “5’ten 8’e,” diyorlar. Aynı soruyu bir kez daha tekrarladığımda da aynı yanıtı alıyorum. Bu sefer aramızdaki iletişimin tamamen kopmadığına umut bağlayarak “Nerede diye soruyorum ne zaman değil,” diye açıklamaya çalışıyorum. Yanıt yine aynı: “5’ten 8’e.” Muhabbet gerçekten çeviride kayboluyor. “Five to eight,” demiyormuş; mekanın adı “528.” Ibiza’nın en iyilerinden, “Brunch” da burada her Pazar akşamüstü yapılan partinin adı. Yani bir masanın etrafına toplanıp farklı yumurta çeşitleri sipariş vereceğimiz bir ortam değil.

        Eşi benzeri görülmemiş altı ay süren sezonuyla Ibiza benlik bir ada değil. Burada iki gün üst üste eğlenmenin bedeli epey ağır oldu, bir haftayı aşmasına rağmen hala bedenim toparlanamadı. Pazartesi günü havalimanında bir an önce evime varmak için sefil bir halde beklerken herhalde buraya bir daha adım atmam, diye aklımdan geçiyordu. İlk kez Las Vegas’a gittiğimde de öyle olmuştu. Sonra çeşitli vesilelerle tekrar Vegas’a gittim ama. Hep biraz tiksinerek, hep biraz istemeye istemeye, ama bir yandan da önüne geçilemez bir yoldan çıkma arzusuysa. İlk kez gittiğim Ibiza’nın bende bıraktığı his de benzer.

        Pacha, DC-10, Ushuaïa, HïIbiza, Amnesia, Unvrs gibi gece kulüplerini bütün dünya biliyor. Zaten bütün dünya bu kulüpler için Ibiza’ya geliyor. Her gece bir yerde başka bir meşhur DJ çalıyor: Solumun, Calvin Harris, Black Coffee,Carl Cox, David Guetta. Parti gündüz de bitmiyor; ‘brunch’ bile bir partinin adıymış işte.

        Ama parti dışında da pek bir şey yok açıkçası Ibiza’da. Bir kere pahalı bir ada burası, hemen her şey Madrid ve Barcelona’nın iki-üç katı fiyatına. Otel odaları, lokantalar, ulaşım, gece kulüplerine giriş, bir kadeh içki… VIP ve sıradan halk ayrımı çok net.

        Mankenler, futbolcular, star’lar zaten ya yatlarıyla ya da özel jet’leriyle geliyor. Geri kalanlar Vueling gibi ucuz havayollarıyla adaya akın edenler. Ibiza Havaalanı gerçek bir ucuz havayolu cenneti. Ucuz havayolu ucuz turist demek, bu da adanın genel kalitesini belirliyor.

        Parti sadece şehir merkezinde, koskoca adanın geri kalan kısımlarında ise pazarlar, yoga kampları, güneşin doğuşu ve batışına dair ritüeller, bir plajda gün batımı davul konseri gibi etkinlikler var. Epey sınıfçı bir arkadaşım kendi dünyasının dışındakilere “Bitli,” der. Ibiza’nın o yüzünün bende uyandırdığı his de aynıydı.

        PLAJLAR

        Ege kıyılarında tatil yapanlara Ibiza’nın vaat edebilecekleri sınırlı. Hafif dalgalı, çok sıcak, çok tuzlu bir denizi var İbiza’nın. Çoğu zaman dipte yosun görüyorsunuz, sık sık deniz anasına rastlanıyor. En fazla yol kat edilen, sır gibi saklanmış, korunaklı koylar bile en kötü Yunan adasının yanına yaklaşamaz.

        Adanın kuzeydoğusundaki Cala d’en Serra’ya epey bir yol teperek ulaştık. 1960’larda inşaatına başlanan ama terk edilmiş bir otel inşaatından teknelerin demirlediği bir koya ulaşılıyor. Yol epey engebeli, şantiye halinde kalmış gibi. İnsanlar genelde otomobillerini tepede bırakıp yürüyorlar.

        Küçük bir cafe var, o kadar. Çakıl taşlarından denize giriliyor, inşaatın kalıntıları üzerinde insanlar güneşleniyorlar. Sonra o yolu gerisin geri yürümek gerekiyor.

        Ibiza’da böyle yüzlerce saklı koy var, ama hepsi aşağı yukarı birbirinin aynısı. Kartpostal gibi uzaktan güzel gözüküyor ama verilen çabaya değmiyor.

        Bennirràs adanın diğer tarafındaki meşhur bir plaj. Pazar akşamları başlayan davullar eşliğinde güneşi batırma ritüeli yoğun ilgi üzerine Pazar hariç her akşam düzenleniyor artık. Geniş koyda bir pazar, birkaç lokanta, şezlonglar bulmak mümkün. Burada da hiçbir şey çok iyi değil; özellikle de bira içen İngiliz turistler. Güneşin batımına doğru koyun bir ucuna insanlar davul konseri için akın etmeye başlıyor. Ama yüzmek için özel bir numarası yok.

        Güneydeki Platja del ses Salines rengi turkuaza çalan suyuyla adanın en meşhuru ama sakin bir köşe bulabilmek için epey bir yürümek gerekiyor. Her zaman çok ama çok kalabalık. Ama uçsuz bucaksız bir kumsal.

        Aynı burundaki Platja des Cavallet çıplaklar plajı. Daha da ucuna yürüdüğünüzde sadece çıplak güneşlenmiyorsunuz, başka aktiviteler de başlıyor.

        Cala Nova adanın doğu tarafında nispeten daha az bilinen bir plaj, ama fazlasıyla orta sınıf.

        Ünlü görmek için gidilecek plaj Platja des Jondal. Ama dalgalı sularıyla insanı davet etmeyen bir su. Hele hele Ege Denizi’yle şımartılanların hiç ilgisini çekmeyecek. Burada yan yana üç ayrı mekan var: Blue Marlin, Jondal ve Tropicana. Sonradan görme, şık ve halk olarak ayrılıyor.

        Birkaç önemli not

        • Bu yaz su kıtlığı yüzünden duşların hiçbiri çalışmıyor, belediye özürlerini bildiriyor. Benim gibi tuzun teninizde uzun süre kalmasından rahatsızlık duyanlardansanız ona göre tedbir almak gerek.
        • Elbette her yerde yere havluyu serip denize girmek mümkün ama şezlong istiyorsanız önceden ayırtmanız şart. Bazı yerlerde astronomik fiyatları buluyor şezlong fiyatları. Bazı şık plajlarda bile plastik şezlonglar var.
        • Ibiza bir denize girme, plajda takılma adası değil. Ama bir yerlere ulaşabilmek için otomobil şart. Neyse ki çok fazla kiralama seçeneği var, fiyatlar da makul. Otopark da sorun olmadı. Çoğu beach club’da otoparktan para bile almıyorlar, valet terörü esmiyor. Bu işi bir şekilde çözmüşler.
        • Adada taksi sınırlı, uzun kuyruklar oluşuyor. Gece 1:00’de, kulübe gidiş saatinde, taksi bulmak için çok beklemek gerekiyor.
        • Adanın tadını iyice çıkarmak için çok para harcamak gerekiyor; futbolcuların harcadığı kadar. Başınızda bir bakıcı olacak, sizi oradan oraya götürecek, yer bulmakla ya da sıra beklemekle uğraşamayacaksanız. Ama bu çok sınırlı bir azınlığın ayrıcalığı.

        YEME-İÇME

        Vasat. Yediğimiz her şey vasat ya da altıydı. Şehrin içinde öğlen açılan La Cava diye bir tapas’çı var, ama ondan çok daha iyisini İspanya’nın her yerinde bulmak mümkün.

        Lamine Yamal ve Vinicuis Jr. gibi futbolcuların tercih ettiği Blue Marlin adanın en popüler beach club’larından biri, aynı zamanda dünyanın en kötü yemeğini yapıyor olabilir. Abartmıyorum.

        Hiç kimsenin Blue Marlin’e yemek için gittiğini zannetmiyorum, tam yanındaki Yemenjá biraz daha umut vaat eder duruyor, ama erken kapatıyor. Blue Marlin’deyse parti hiç bitmiyor. İnsanların süslenerek geldikleri, localar ayırttıkları, şişeler açtırdıkları, ortama bol bol duman verilen bir plaj burası. Bodrum’da yeni paranın gittiği yerler gibi. Biz oradayken eski PSG’li Patrice Evra vardı.

        Fiyatlar astronomik: bir küçük ekmek üzerinde bir dilim ançüez 10 Euro mesela, bir tabak deniz mahsullü makarna 50 Euro falan. Hepsi ama hepsinin tadı berbattı. Bu arada elimizi kolumuzu sallaya sallaya girdik; kimse durdurmadı, rezervasyonsuz masa da bulduk ama belki akşam saatlerine yakın olduğu için bu kadar rahattı girmek.

        “Jondal dışında bir yerde yenmez,” cümlesini birçok kişiden duydum ama adanın en meşhur plaj lokantasında yer bulmak için araya birini sokmanız şart. Tanıdık DJ şart: Solumun’u tanıyanınız var mı? Yoksa asla masa açmıyorlar ve yanıt vermiyorlar. Dahası kimin ne kadar sipariş verdiğini, ne para harcayıp ne bahşiş bıraktığını da takip ediyorlar. Ibiza’nın en meşhur mekanı Jondal ve burada yine kişi başı 150-200 Euro’yu gözden çıkarmak gerekiyor. Bu fiyatlar İspanya için çok, ama Bodrum’dan ucuz.

        Adada yediğimiz en iyi yemekse şaşırtıcı bir şekilde rastgele keşfettiğimiz Illa Des Canar’dı. Belli ki paella’sı meşhur; herkes dev saç tavalardan onu paylaşıyordu. Biz olağan üstü bir kalkan balığı yedik. (1.25 kilo, 60 Euro.) Altındaki patatesler başlı başına bir sanat eseriydi; bol yağlı ve balığın aromasını emmiş. Baktım herkes ‘cava sangria’ tercih ediyor, biz de modaya uyduk. Akşam için enerji toplamaya uygundu. Bir kere denize girmeyle ayılınıyor.

        Adanın kralı Solumun’un Pazar günleri sahne almadan önce terich ettiği Ca’N Domingo dağ başında rüya gibi bir bahçe. Düğünler de yapılıyormuş, zaten çok uygun. Epey karanlık yollardan giderek varılıyor. Yola değer mi, hayır. Yemek burada da epey vasat. İncecik domatesler üzerinde gelen burrata marketten alınmıştı, belli. Ama asıl Ibiza domatesinin ne kokusu ne lezzeti vardı. Ekmek sepetindeki her şey bayattı. Orada da kalkan yedim; iyi pişmiş ama pesto’yla fazla bulanmıştı. Ortam için belki gidilir.

        Tavsiye edilen mekanlardan biri Can Alfredo, adanın en eskilerinden. Pazar geceleri kapalı. Bir da Casa Maca’nın namı var; adadaki pek çok yerden farksız: pahalı, şöhretli ve vasat.

        NEREDE KALINIR

        Denize girmek ya da yeme-içme önemi olmadığı için Ibiza’da sadece gece hayatı kalıyor, o da şehrin içinde çoğunlukla. Tavsiyem şehrin içinde kalmak. Eğer Ibiza seyahati sadece partileme amaçlıysa zaten nasıl bir otelde kalındığının önemi yok. Ama nerede kalındığı önemli: mutlaka gidilecek kulüplere yakın, şehir merkezinde bir yer olmalı.

        Orta kalite yüzlerce otel var bu amaca uygun. Pek çok otelde odalar iki, hatta üç kişinin paylaşmasına uygun. Hemen her biri Erdek’te bir pansiyon kalitesinde ama kliması, beyaz ve temiz çarşafı var. Fiyatlarsa ortalama 300 Euro civarında.

        The Standart popüler otellerden, ama benim gittiğim hafta sonu 1200 Euro gibi bir gecelik fiyatı vardı. Gran Hotel Ibiza zaten meşhur, ama o da sezonda çok pahalı. Montesol Experimental bir başka şık seçenek, bu ikisinin yarısı fiyatına.

        Eğer gece hayatına bulaşmayacaksanız, adanın başka taraflarını tatmak istiyorsanız da fiyatlar ciddi anlamda düşüyor. Punta Arabi’de hippie pazarının yakınındaki Fergus Style bizdeki eski tatil köyleri havasında.