2023 seçimlerinin ardından enflasyonu düşürme stratejisinin temel ayaklarından biri olarak “değerli TL” politikası uygulamaya alındı. Bu yaklaşım, Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun metinlerinde kalıcı bir unsur haline geldi.
➔Bu politika, ilk kez yerel seçimler öncesinde kura atak şeklinde test edildi. Seçime 10 gün kala politika faizi 5 puan artırılarak yüzde 50 seviyesine çıkarıldı.
➔İkinci sınav ise 19 Mart 2025’te, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanma süreciyle geldi. Bu süreçte hem döviz satışı yapıldı hem de faiz artırımı gerçekleşti. Kurların rayından çıkmasına izin verilmedi.
➔2 Nisan'da ise küresel piyasalarda yaşanan şok dalgası, iç şokla birleşti. Bu kez hem politika faizi hem de faiz koridoru toplamda 3.5 puan artırıldı.
16 AYDA 92.5 MİLYAR DOLARLIK ARTIŞ
➔2023’ün ikinci yarısından itibaren finans dışı şirketler, TL'nin güçlü kalacağına güvenerek tekrar dövizle borçlanmaya yöneldi ve döviz pozisyonlarını büyüttü.
➔Bu eğilim, 2024 yılında daha da hız kazandı. Sonuç olarak 2025 başında Merkez Bankası, döviz kredilerindeki artışı aylık yüzde 0.5 artışla sınırlandırmak zorunda kaldı. Ardından gelen 19 Mart ve 2 Nisan şokları, şirketlere ciddi bir uyarı niteliği taşıdı.
➔En güncel veriler, Şubat 2025'e ait. Buna göre, sadece 16 ay gibi kısa bir sürede şirketlerin döviz açık pozisyonu 92.5 milyar dolar artarak 62.9 milyar dolardan 155 milyar dolara yükseldi. Bu, yüzde 47’lik bir artış anlamına geliyor ve şimdiye kadarki en hızlı borç dolarizasyonuna işaret ediyor.
➔Tutar bazında bu ölçekte bir artış daha önce yaşanmamıştı; oran olarak daha yüksek artışlar olmuş olsa da bu kadar kısa sürede olmamıştı.
144 MİLYAR DOLAR AZALTMIŞLARDI
➔Örneğin, 2001 krizinde bankaların çöküşünde etkili olan faktörlerden biri, gizlenmiş 18.5 milyar dolarlık döviz açık pozisyonlarıydı. Bu bilgi kamuoyuna açıklandığında, zaten kriz patlak vermişti.
➔Şirketlerin döviz açık pozisyonu esasen 2001 krizi sonrasında büyüdü. Çünkü küresel sermaye akımları güçlüydü ve dezenflasyon sürecinde TL uzun süre değerli kaldı. Bu değerli TL dönemi 2011'e kadar sürdü. Şirketlerin döviz açık pozisyonu da 2002 sonunda 10.7 milyar dolardan, 2010 sonunda 106 milyar dolara yükseldi.
➔Küresel kriz sonrası dönemde ise döviz geliri olmayan şirketlerin de dövizle borçlanmasına izin verildi. Bu da pozisyon açığını artırdı. 2018’in ilk çeyreğinde dövizle borçlanmalara sınırlamalar getirilinceye kadar açık pozisyonlar Mart 2018’de 206.8 milyar dolarla rekor seviyeye ulaştı.
➔Sonrasında döviz kurlarındaki hızlı artış ve iç talepteki zayıflama nedeniyle şirketler net döviz borcu ödeyicisine dönüştü.
➔Bu durum 5.5 yıl sürdü ve döviz açık pozisyonu 62.9 milyar dolara kadar geriledi. Yani şirketler bu süreçte pozisyonlarını 143.9 milyar dolar azalttı, bu da yüzde 70’lik bir düşüş anlamına geliyor.
GERÇEK EKONOMİDE YARIŞAMAYINCA…
➔Ancak bugün, yeniden eskiye dönüldüğünü görüyoruz. Şirketlerin döviz açık pozisyonu 155 milyar dolarla yeniden yüksek bir seviyeye ulaştı.
➔Bu da şirketlerin yeniden ciddi bir kur riski taşımaya başladığı anlamına geliyor.
➔Öyle ki, döviz kurlarında yüzde 10’luk ekstra ve kalıcı bir artış, şirketlere yaklaşık 15 milyar dolarlık zarar yazdırabilir.
➔Son faiz artışına şirketler cephesinden güçlü bir itiraz gelmemesinin sebeplerinden biri muhtemelen bu riskin farkında olunmasıdır.
➔Türkiye’de doğru dürüst planlama ve strateji yok, verimlilik düşük, sermaye az, rekabet eksik. Uğraşıp duruyoruz da sanki denizin ortasında şeytan üçgeninde kaybolup gidiyoruz.
➔Gerçek ekonomik faaliyetlerde yarışacak kaslarımız henüz yeterince gelişmemiş.
➔Durum böyle olunca ekonomi politikaları da, şirketler de, bir kur tarafına yıkılıyor, bir faiz tarafına. Darbeyi bir kurdan, bir yüksek faizden yiyoruz.
➔Yaptığımız ise sadece kur ve faiz arasında pozisyon değiştirmek.