Kadınlar küresel çapta neden mi daha az doğuruyor? Hızlı ekonomik büyüme ile moderniteye uyum arasında eşgüdüm ayarı tutmadığı için!
2023 Nobel Ekonomi Ödülü’nün sahibi Harvard Üniversitesi’nden Claudia Goldin’in son çalışması, dünyada giderek azalan doğurganlık oranları ve bunların makro ekonomik analizi üzerine; “Bebekler ve Makro Ekonomi” araştırması 1950’lerden bugüne 12 ülkeyi inceliyor, aralarında Türkiye yok ama doğurganlık oranımız hızla düştüğü için analizle paralellik gösteren kesişme noktaları var.
Kadının iş piyasasındaki rolünü ve çalışan kadının yaşam koşullarını anlatmaya yıllarını adayan Goldin’in yeni çalışmasından çıkan sonuç şu: Savaş ve durgunluk dönemlerinden sonra hızlı ekonomik büyüme kadınları daha özgür kılıyor, ancak toplumların inanç ve değerleriyle gelenekleri aynı hızla değişmediği için moderniteyle uyumsuzluk başlıyor. Hem toplumsal cinsiyet hem de kuşak çatışmaları doğurganlık oranlarının hızla düşmesine yol açıyor. Ev içinde erkeklerin daha aktif olduğu ülkelerde ortalama çocuk sayısı, erkeklerin daha az ev işi yaptığı ülkelere göre daha yüksek.
Fakat her şeyi erkeklerden beklememek lazım! Goldin’in son sözünü şimdiden belirteyim; erkeklerin de doğum iznine çıkarılması birçok ülkede tartışılıyor, ancak doğum oranını artırmak için mutlak çözüm, sosyal devletin çocuk bakımını etkili şekilde sübvanse etmesi. Aynı İsveç, Fransa, İngiltere ve Kanada’da olduğu gibi. Bu sayede çocuk bakımında kadının üzerindeki orantısız yük kalkmış oluyor.
Afrika hariç bütün kıtalarda ortalama çocuk sayısı, nüfusun kendini yenilemesi için gereken 2.1’in altına düşüyor. Dünyanın en yüksek doğurganlık oranına sahip ülkesi 6.6 ile Nijer. Türkiye 1.5’le ortalamanın çok altında.
Claudia Goldin, Nobel Ödülü'nü İsveç Kralı Carl Gustaf'ın elinden alırkenGoldin’in Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’yı kapsayan araştırması, gelişmiş ülkeler arasındaki farkları da keskince ortaya koyuyor. Güney Kore gibi doğurganlıkta “dibe vuran” altı ülkeyle, nispeten “ılımlı düşüş” kaydeden altı ülkenin ekonomik büyüme hikayelerinde yollar bir noktada ayrılıyor.
İkinci gruptaki ülkeler Danimarka, Fransa, Almanya, İsveç, İngiltere ve ABD. İkinci Dünya savaşı sonrası 1950’lerde ekonomik gelişmeyle birlikte kadınlar da iş piyasasına dahil olmaya başlıyor ama sosyal değişim, büyüme ivmesine yetişemiyor. Kadınlar çalışma fırsatı buluyor, fakat erkeklerin ev işlerini kimin yapacağına dair fikirleri aynı değişimi göstermiyor. Bu ülkelerde 1970’lerde 2.0 seviyesinde seyreden doğurganlık oranı 2010’lara kadar aşağı yukarı varlığını koruyor, sonra düşüşe geçiyor. En yüksek oran İsveç’te olmak kaydıyla bu grupta ortalama doğurganlık oranı 1.6.
Doğurganlıkta dibe vurmuş (1.3 ve altı) grupta ise inanç ve gelenekler bakımından çatışma çok daha derin. Güney Kore, Japonya, Yunanistan, İtalya, İspanya ve Portekiz’in yerleştiği ilk grupta 1970’ler boyunca yüksek olan doğurganlık oranı 1980’lerde ani bir tökezleme gösteriyor ve 1990’larda dibe vuruyor. Bu noktada inanç ve geleneklere işaret ediyor Goldin. Adı geçen Avrupa ülkelerinde Ortodoks ve Katolik inancı hakim; Batılı inanç sistemlerinin dışındaki Güney Kore ve Japonya’da ise aile bağları ve cemaat aidiyeti belirleyici rol oynuyor.
GÜNEY KORE’NİN NÜFUS FELAKETİ
İki gelişmiş ülke grubu arasındaki farkı belirleyen temel faktör ise 1960’lar ve 1970’lerdeki büyüme hikayeleri.
Örneğin ABD, savaş sonrası kademeli ekonomik büyüme kaydettiği için sosyal normların zaman içinde değişimine de imkan tanınmış oluyor. Normlar değişiyor ama yine de kadın ve erkeğin rolüne ilişkin beklentiler aynı değil. Genç erkekler, doğum izni aldıkları takdirde iş yerinde cezalandırılacağını, terfi almayacağını düşünüyor. Aileye yüksek gelir düzeyini tutturmak için eşlerden birinin feragat edip evde oturması gerekiyor, o da çoğunlukla kadın oluyor ve erkek kariyere odaklanıyor.
Doğurganlıkta dibi gören ülkeler ise uzun durgunluk dönemlerinin ardından kişi başına milli gelirde çok hızlı bir artışa sahne oluyor. Moderniteye geçiş hızlı, ancak geleneksel inanç ve değer yargılarındaki değişim ağır aksak kalıyor.
Güney Kore hiç kuşkusuz en göze çarpan örnek; dünyada en düşük doğurganlık oranına sahip ülke. Doğurganlık çağındaki kadınların dünyaya getirdiği çocuk sayısı ortalama 0.72. Ve Güney Kore aynı zamanda kadınların her gün erkeklere göre üç saat daha fazla ev işiyle uğraştığı ülke. Goldin’e göre modernleşmenin aşırı hızı ülkeyi bu noktaya getiriyor.
1960’da Güney Kore’nin kırsal nüfusu yüzde 72, 1980’de ise yüzde 43’e geriliyor. Sanayileşme ve yeni iş alanları nedeniyle kırsal nüfus Seul’e göç etmeye başlıyor; 1980’lerde dünyaya gelen çocuklar yepyeni fırsatlarla yetişiyor ve 2000’lerde evlilik çağına geldiklerinde gelirleri 4.5 kat artmış bulunuyor. Genç kadınlar kariyere hevesli, geleneksel bağlarını koparamayan erkekler ise geçmişin cinsiyet eşitsizliğinde kalmış eşlerinin evde oturmasını istiyor. Goldin’e göre keskin düşüşün nedeni tam da bu. Genç kadınlar evlenmemeyi tercih ediyor, doğum oranını artırmak için dating teşvikleri bile veriliyor.
Japonya ve İtalya’da da kadınlar erkeklere göre üç saat daha fazla ev işi yapıyor. İsveç’te ise kadınla erkeğin ev meşguliyeti arasındaki fark bir saatten az, dolayısıyla doğurganlık oranı diğerlerine göre daha yüksek (1.8).
TÜRKİYE’DE FARK BEŞ KAT
Türkiye de 1950’lerde başlayan hızlı kentleşmeyle birlikte doğurganlık oranında on yıllara yayılan bir düşüş trendine giriyor. Gerçi kırdan kente göç hareketi, Batı Avrupa’dan farklı olarak sadece sanayileşmeden kaynaklanmıyor. Tarımda makineleşme, tarım arazilerinin miras yoluyla sürekli bölünmesi gibi nedenler de göçte rol oynuyor. 1950 sonrası kırsal nüfusun toplam nüfus içindeki payı sürekli azalıyor. TÜİK verilerine göre belde ve köylerde yaşayanların oranı 2024 itibariyle yüzde 6.6’ya kadar düştü.
Kent yaşamı ve ekonomik büyüme doğurganlık hızına da yansıyor. Türkiye’de 1950’lerde 6.3 olan doğurganlık oranının düşüş eğrisi çarpıcı: 1980’de 4.1, 2000’lerde 2.5 ve 2016’da nüfusun yenilenme düzeyi olan 2.1’in altına düşüyor, 2024’te 1.5’e kadar geriliyor.
TÜİK verileri demografik tehlikenin nedenleri konusunda ipucu verebilir: Türkiye’de çalışan kadınların ev içi bakım için harcadıkları zaman erkeklere göre beş kat fazla. Hane halkının işleri cinsiyete göre incelendiğinde kadınlar en fazla yüzde 94.4 ile çocuk bakımını üstleniyor, yüzdenin geri kalanında bakıcının payı babanınkinden büyük. Erkekler bir tek boya/badana ve ufak tamir işlerinde önde. TÜİK, alışveriş ve fatura ödemelerinde de erkekleri öne çıkarmış. Bunları ev işinden sayan var mı?