Avrupa’nın ilk feminist yazarı Christine de Pizan kadın düşmanlığını şöyle tarif ediyordu: “Kadınlara hınçla kara çalanlar, zeka ve asalet bakımından kendilerinden üstün çok sayıda kadınla karşılaşmış dar kafalı varlıklardır. Bu yüzden acı ve öfkeyle kıvranır, içlerinde biriken hınçla kadınlara her türlü kötülüğü yakıştırırlar…”
De Pizan bu fikirlerini 600 yıl önce kaleme almıştı. Bugünün dünyasına rahatlıkla adapte edilebileceği için kadın düşmanlarının dürtülerinde Ortaçağ’dan beri pek değişiklik meydana gelmemiş sayılabilir. De Pizan günümüzde yaşasa, muhtemelen sosyal medyada cinsel saldırı ve ölüm tehditleri alırdı. Şair ve felsefeci kimliğiyle Avrupa’nın ilk kadın yazarı olmasa da, hayatını yazarak kazanan ilk kadındı De Pizan, “Kadınlar Şehri Kitabı”nda (1405) kadınların güç birliğiyle erkek şiddetinden korunduğu bir ütopya kurgulamıştı.
Christine de Pizan minyatürüRadikal feminist hareket de 1970’lerden beri karşı cinsle ilişkiler sürdüğü müddetçe ataerkiden kurtuluşun asla mümkün olmadığını savunuyor. Kadınların şiddet ve ayrımcılık korkusuyla erkeksiz bir yaşamı düşlemesi feminist ütopya gibi algılanmasın; 4B hareketi tam da bu yolu seçen genç kadınların manifestosu olarak karşımıza çıkıyor.
ERKEKLERLE HER ŞEYE HAYIR
Hareketin doğum yeri Güney Kore; 4B Kore dilinde dört eyleme “hayır”ın baş harflerine karşılık geliyor: “bisekseu” - erkeklerle sekse hayır, “biyeonae” - erkeklerle çıkmaya hayır, “bihon” - erkeklerle evlenmeye hayır, “bichulsan” - çocuk yapmaya hayır. Hareketin ne kadar başarılı olduğunu anlamak için Güney Kore’nin doğurganlıkta dibe vurup demografik kışa girdiğini görmek yeterli.
Hareket Kore kökenli, ancak Trump’ın yeniden başkan seçilmesiyle birlikte ABD’de de 4B’ye ani bir ilgi dalgası yayıldı. Güney Kore’nin ağır mizojini iklimine özgü niş bir fenomenken, ABD’deki seçim sonrası Instagram ve TikTok’ta 4B etiketiyle yüz binlerce paylaşım yapıldı. Trump’ın cinsiyetçiliği, cinsel suçtan tazminat cezasına çarptırılmış olması ve Yüksek Mahkeme’nin kürtajı anayasal hak olarak tanıyan “Roe-Wade” kararını iptal etmesi gibi “uyaranların” yanı sıra kışkırtıcı faktörler de etkili oldu. Aşırı sağcı podcast yayıncısı Nick Fuentes’in “Your body, my choise” (senin bedenin, benim tercihim) mesajı, “My body, my choise” düsturunu benimsemiş liberal kadınları çileden çıkardı. Madem kadınların hakları önemsizdi, o halde 4B ile erişime kapatılacaklardı!
BARDAĞI TAŞIRAN CİNAYET
Kalkınmış ülke statüsüne karşın toplumsal cinsiyet bağlamında dünyanın belki de en ilkel coğrafyası Güney Kore. Dünyanın en gelişmiş ekonomilerinden olduğu halde OECD ülkeleri içinde en yüksek ücret uçurumuna sahip; kadınlar, erkeklere göre üçte bir oranında daha az ücret alıyor, üst düzey yönetim kademelerinde neredeyse hiç yoklar ve yaygın şekilde ev içi şiddete maruz kalıyorlar.
Erkek egemen toplumdaki “dijital cinsel şiddet” ise dünyada örneği görülmeyen bir sapkınlık boyutunda. Gizli casus kameralarla kadınların çıplak veya tuvaletini yaparken alınan görüntülerinin binlercesi internet ortamına düşüyor; cinsel saldırı videoları, intikam pornoları günlük sıradan vakalar haline geliyor. Dijital cinsel şiddet yüzünden hayatı kararan kadınların canına kıymayı ya da ülkeden kaçmayı aklından geçirdiğine dair veriler mevcut.
2016 yılında başkent Seul’un Gangnam semtindeki bir umumi tuvalette vahşice işlenen kadın cinayeti ise bardağı taşıran damla oluyor. Fail, kadınlardan ilgi görmediği için intikam amacıyla kurbanı rastgele seçtiğini söylüyor. Akli dengesi yerinde olmadığı gerekçesiyle cinayet nefret suçu kapsamına alınmıyor. Bunun üzerine feministler, erkeklere karşı öz savunma amacıyla 4B boykot hareketini başlatıyor. Paralel olarak MeToo hareketi de yükseliyor, casus kamera protestoları sokaklara taşıyor.
Dönemin Devlet Başkanı Moon Jae-In’in de desteğiyle kadına karşı şiddet ve kadının statüsü ulusal tartışmaya açılıyor. Dijital cinsel suç failleri arasında politikacılar, K-Pop yıldızları ve sıradan erkekler yargılanıyor. Ancak her yargı zaferinden sonra toplumsal cinsiyet kutuplaşması daha da derinleşiyor, kadın düşmanı genç erkek grupları da sokaklara dökülüyor.
İşte bu mizojini atmosferinde 2022 başkanlık seçimini Yoon Suk Yeol kazanıyor. Bütün erkeklere potansiyel cinsel suç faili muamelesi yapıldığı gerekçesiyle Eşitlik Bakanlığı’nı kapatacağı vaadiyle kazanıyor. Anti-feminist retoriğiyle Trump’a benzetildiğine fazla şaşmamak gerek. Fakat gelin görün ki, geçen aralıkta sıkıyönetim ilan edince görevden alınıp tutuklanıyor. Yoon Suk Yeol dün tahliye edildi, azil süreci ise devam ediyor.
HER ON DAKİKADA BİR KADIN ÖLDÜRÜLÜYOR
Kadınların erkek şiddetinden korunmak için 4B gibi yollar aradığı Güney Kore aslında kadının insan haklarına yönelik küresel boyuttaki tehdidin sadece küçük bir parçası. BM’nin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesi yayınladığı son rapor açıkça gösteriyor; Kadınlar ve kız çocukları daha önce görülmemiş düzeyde artan tehditlerle karşı karşıya, her on dakikada bir kadın veya kız çocuğu, partneri veya bir aile üyesi tarafından katlediliyor. Dijital teknoloji ve yapay zeka aracılığıyla kadınlara dair zararlı stereotip içerik üretiliyor ve giderek açılan dijital cinsiyet uçurumu kadınların fırsat alanını daraltıyor.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in deyişiyle “Kadınlar ve kız çocukları yükseldiği takdirde insanlık başarıya ulaşabilir. Ancak bugün eşit haklar değil, kadın düşmanlığı ana akımı oluşturuyor. İnsan hakları, eşitlik ve güçlenmeyi tüm kadınlar ve kız çocukları için her yerde geçerli kılmak için hep birlikte kararlı durmalıyız.”
BM Kadın Birimi UN Women’ın bu yılki raporunun bir özelliği var; kadının insan hakları alanında çığır açan 1995 tarihli Pekin Deklarasyonu’un 30’uncu yıldönümü nedeniyle geçen zaman aralığındaki gelişmeler irdeleniyor. Kadının statüsünü yükseltmeye dair taahhüt altına giren ülkelerin dörtte biri kadın haklarında gelişme yerine gerileme kaydetmiş. Ayrımcılık artmış, yasal koruma araçları zayıflamış, kadınları destekleyen ve koruyan programlarla kurumlara ayrılan fonlar azalmış. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışı, bu alandaki önemli bir gedik olarak beliriyor. Oysa evrensel düzeyde kadına şiddeti önlemeye ve kadının insan hakkına dair “altın standart” diye tanımlanan İstanbul Sözleşmesi’nin lokomotif gücüydü Türkiye.
Rapora göre son 30 yılda parlamentolardaki kadın temsili iki kattan fazla artış göstermiş ama sadece 87 ülke bugüne kadar bir kadın lider tarafından yönetilmiş. Geçtiğimiz on yıl içinde çatışma ortamında yaşayan kadın ve kız çocuklarının sayısında yüzde 50’yle korkunç bir artış meydana gelmiş ve kadın hakları aktivistleri her gün taciz ve saldırılara maruz almış, hatta öldürülmüşler. Kovid-19, iklim değişikliği, gıda ve yakıt fiyatlarındaki artış gibi kadınları daha fazla etkileyen küresel krizler acil eylem gerektiriyor.
BM’nin Pekin+30 Eylem Planı, yarım kalmış misyonu altı maddelik yol haritasıyla tamamlamayı hedefliyor: Kadının yoksulluktan kurtuluşu, şiddete sıfır tolerans, cinsiyet kotası gibi araçlarla karar mekanizmasına tam ve eşit katılım, barış ve güvenliğin tesisi, iklim adaleti ve ilk madde “bütün kadınlarla kız çocuklarına dijital devrim”. Yani kadınlarla kız çocuklarının teknolojiye eşit erişiminin sağlanması, yapay zeka ve dijital inovasyonda öncü rol alacak şekilde donatılmaları ve online güvenlik ve mahremiyetlerinin güvence altına alınması!
Müdahale şart, çünkü yapay zekayla yeni erkek düzeni var, kadının adı yok.