Önümüzdeki dönemde Trump güdümlü sağ popülizm o kadar deli saçması görünecek ki, aşırıya kayan Avrupalı sağ seçmen sonunda merkeze yönelmek zorunda kalacak. İtalyan siyaset bilimci Prof. Catherine E. de Vries’in öne sürdüğü bu görüşe göre ikinci Trump dönemi, Avrupa’nın popülist olmayan partileri için büyük şans, ancak gerçekler konusunda seçmeni ikna edici programları ortaya koymaları gerekiyor: Trump’ın açtığı ticaret savaşının sosyal refaha olumsuz etkisini ve Avrupa güvenliğinin artık daha pahalıya mal olacağını vatandaşa dürüstçe anlatmaları şart. Bunu başaramadıkları takdirde, seçmen yeniden silahlanmanın sosyal güvenlik pahasına finanse edildiğini düşünürse aşırı sağ daha da güçlenebilir.
Ancak aşırı sağ için konforlu hazıra konma dönemi de sona erdi, Trump’ın kaotik-otoriter yönetim tarzına uyum sağlamak zor; Ukrayna savaşından Putin ile ilişkilere ve duyarcı politikalara ezber bozan pek çok açmaz var. Putin dost mu yoksa düşman mı, aşırı sağ cephe ortaklaşmış değil. Trump’ın sevecen duyguları ise belli. Bu bakımdan destekten çok köstek olması muhtemel.
Oysa Avrupa’nın aşırı sağcı liderleri Trump’ın yeniden başkan seçilmesini havai fişeklerle karşılamıştı. Tutundukları ortak ilkeler gayet açık ve netti: Göç bütün kötülüklerin anasıdır - AB gibi ulus ötesi ittifaklar ulus devletleri zayıflatır - “woke” sol akımlar toplumsal uyumu bozar!
Polonya’da muhalefetteki muhafazakar PiS partisinin vekilleri mecliste “Trump,Trump” tezahüratıyla nümayiş yaptılar. Macaristan Başbakanı Viktor Orban X paylaşımında “Trump ile büyük planlarımız var” diye yazdı. İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, Trump’la derin dostluğundan dem vurdu. Trump ise Almanya seçiminden ikinci büyük güç olarak çıkan AfD’yi rol model olarak gösteriyor, bu başarıdan kendi geleceği için de pay çıkarıyordu. Vaat ettiği “Altın çağ” bakımından.
Sonra Fransa’da Marine Le Pen’in cumhurbaşkanı adaylığına bariyer çeken yargı kararı geldi. Trump ve Avrupalı yol arkadaşları koro halinde isyan ettiler. Orban’ın dediği gibi hepsi “Je suis Marine” kesildi. Hollanda’dan Geert Wilders, İtalya’dan Başbakan Yardımcısı Matteo Salvini karar karşısında dehşete düşmüştü. Le Pen’in AB fonlarını partisi yararına hortumladığı sabitti, yolsuzluktan siyasi yasak kararı çıkmıştı. Ancak, kendilerini sözde sol düzene karşı savaşan vatanseverler kisvesiyle pazarlayan bu kadroya göre siyasallaşmış yargı Le Pen’in yolunu kesmişti.
“Je suis Marine” meşalesinin ne kadar süre yanacağı meçhul. Ancak Trump’ın pozisyonu itibariyle bakınca aşırı sağ cephenin ayrıştığı noktalar ortada.
Öncelikle Putin dost mu, düşman mı?
Trump’ın Putin’e sıcak ve dostane yaklaşımı, Rusya’nın komşuları açısından problemli. Polonya’da sağ popülist PiS mensupları “MAGA” şapkalarıyla dolaşıyor ama siyasi analistlere göre Trump faktörü ağır yük, parti içinde çatlaklara neden oluyor. Rus işgali başladığında Ukrayna ile dayanışma için Kiev’e ilk giden dönemin PiS partili başbakanı Mateusz Morawiecki olmuş, Polonya yüz binlerce sığınmacıyı kabul etmişti. Putin’in düşmanları, onların dostuydu. Şimdi ise Trump, Putin ile dost ve PiS seçmeninde kafalar karışık. Ayrıca Trump’ın Oval Ofis’te Ukrayna lideri Volodimir Zelenski’yi azarlaması PiS’in milliyetçi muhafazakar taraftarlarını fazlasıyla kızdırmış durumda.
Trump’ın Putin’le kucaklaşma hali Hollanda’da da aşırı sağın lideri Geert Wilders için problem ama ters açıdan. Wilders göçmen düşmanlığı sayesinde 2023 seçiminden zaferle çıkmış, buna rağmen başbakan olmamış, ancak partisi koalisyona girmişti. Son Ipsos anketinde partisi inişte, merkez partiler yükselişte. Anket yorumcularına göre sebebi, Trump’ın Rusya politikası. Seçmen Ukrayna ve Avrupa güvenlik planını savunan partilere prim veriyor. Trump’ın “silah arkadaşım” dediği Wilders aşırı Putin yanlısı bulunuyor. Zelenski’nin azarlandığı sahneyi “büyüleyici” bulması ve Trump karşıtlığına histeri damgası yapıştırması da cabası.
Wilders’in Putin sempatisini Orban’ın yanı sıra Le Pen de paylaşıyordu. Le Pen 2022 seçim kampanyası afişlerinde Putin’le el sıkışırken görüntüsünü kullanmıştı; Ukrayna işgali üzerine mesafe koydu, o afişler kaldırıldı.
Marine Le Pen ve Viktor OrbanAslında Trump’ın ikinci döneminin aşırı sağ için pek hayırlı olmadığını ilk idrak eden Marine Le Pen oldu, seçim zaferini yarım ağız kutladı. Cumhurbaşkanlığı iddiası olduğu için yıllardır radikal imajından sıyrılma çabası gösteren Le Pen’in seçim programı, Trump’ın Elon Musk’a teslim ettiği tasarruf seferberliğiyle taban tabana zıttı. Partisi Ulusal Birlik (RN) gerçi vergi indirimleri vaat ediyordu, ancak aynı zamanda sosyal harcamalar da artırılacaktı. Le Pen iktidara geldiği takdirde Fransızlar 62 yaşında emekli olabilecekti.
Fransız seçmene neden RN’ye oy verdikleri sorulduğunda, çoğunlukla “Le Pen’i hiç denemedik” yanıtı geliyordu. İktidara geldiğinde devlet kurumlarının altını oyacağı iddiası abartılı bulunuyordu. Trump’la yakınlık ise bu imajı şüpheli hale getirebilirdi.
“Woke” iklimine yaklaşım da Trump ve aşırı sağ cephesindeki ayrışmayı gösteriyor. Eğer duyarcılık LGBT+ topluluğuna hoşgörülü yaklaşım anlamına geliyorsa, Geert Wilders sapına kadar “woke”! İslam düşmanlığı yaparak seçim kazanırken bu pozisyonu tepe tepe kullandı: Bizzat dediğine göre İslam, eşcinsellerin evlenme ve çocuk sahibi olma özgürlüğüne karşı savaş açıyorsa, o halde sonuna kadar eşcinsel haklarından yanaydı! Bazı LGBT+ gruplarına göre ise Wilders sapına kadar ikiyüzlüydü. Eğer duyarcılık kadınların kendi bedenleri üzerindeki tercihlerini özgür kılıyorsa, o halde Le Pen de “woke”, çünkü geçen yıl kürtaj anayasal hak olarak kabul edilirken, o da destek verdi. Tamamı Trump politikalarına ters.
POPÜLİZMİN ALACAKARANLIĞI
Trump’ın seçim zaferinden sonra aşırı sağın dış politika sorunları duble yaptı; düne kadar sadece Putin’le ideolojik yakınlıklarından ötürü suçlanıyorlardı, şimdi ise radikal Avrupa karşıtı çizgide yürüyen Trump’ın müttefiki olarak görülüyorlar. Yeni gümrük tarifelerinin Avrupa’yı sert vuracağı ortada. Savunma ittifakından kopuşu ise Avrupalı arkadaşlarıyla ilişkiyi zorlaştırıyor. Durum paradoksal: Trump’tan yana fakat gümrük vergilerine karşı olmak, Putin’den yana fakat yürüttüğü savaşa karşı olmak!
Aşırı sağın Trump-Putin kıskacına sıkışması sayesinde popülizm nihayet pik noktasına varmış, düşüş kıvamına gelmiş olabilir. Oxford’lu siyaset bilimci Prof. Ben Ansell geçen ay yayınladığı “Popülistlerin Alacakaranlığı mı?” başlıklı makalesinde güncel tabloyu şöyle yorumluyordu: Popülistler rakiplerini “dış mihraklar” tarafından kontrol edilmekle suçlamayı sever. Fakat artık kendileri bu suçlamanın muhatabı; sadece Putin’e değil, Trump’a da sıkıca “yapışmış” durumdalar. Popülizmle mücadele etmek için demokrasilerin bir düşmana ihtiyacı vardır ama bu düşman popülistlerin kendisi olamaz. Çünkü o zaman kendilerini kurulu düzenin kurbanı olarak gösterirler. Şimdi ise Trump ile Putin’in “müttefikimsi” ilişkisi demokrasi savaşçılarına birleştirici ortak bir düşman sağlıyor.