Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Alelade bir korku filmi değil
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        “Günahkârlar” (Sinners), Ryan Coogler’ın dördüncü uzun filmi… Gerçek bir olaya dayanan ilk filmi “Fruitvale Station” (2013) düşük bütçeli bağımsız bir yapımdı. Sundance Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü kazanıp, gişelerde bütçesini katlayan bir hasılata ulaşınca Coogler, büyük stüdyoların hemen dikkatini çekti. “Creed: Efsanenin Doğuşu” (Creed - 2015), “Black Panther” (2018), “Black Panther: Wakanda Forever” (2022) gibi filmlerle anaakım Hollywood’da yerini sağlamlaştırdı. Gişelerde başarılı olan ve olumlu eleştiriler alan her üç filmde de senaryo ekibinde yer almayı ihmal etmedi, artistik kontrolü tümden kaybetmedi.

        “Fruitvale Station”dan sonra Coogler’ın senaryosunu tek başına yazdığı ilk film “Günahkârlar”… Aynı zamanda yapımcılarından biri. Öncelikle bir tür filmi, bir korku gerilim bekliyor seyircileri. Hikâyenin detayına girmeye niyetim olmadığı için “doğaüstü korku” deyip geçmek istiyorum ama Coogler’ın korku gerilimin çok tanıdık bir alt türüne kendi yorumunu getirdiğini belirtmem gerek.

        İlk bakışta pek alakaları yok gibi görünüyor ama Jordan Peele’in yazıp yönettiği filmlerle, daha doğrusu onun tür sinemasına yaklaşımı ile “Günahkârlar” arasında bariz bir paralellik olduğunu düşünüyorum. Malum, “Kapan” (Get Out - 2017), “Biz” (Us - 2019), “Hayır” (Nope - 2022) öncelikle tür filmleridir ama alt metinleri itibarıyla ABD’deki ırkçılık ve ayrımcılık üzerine söyledikleriyle öne çıkarlar. “Günahkârlar” da aynı yoldan ilerliyor. Geçmişten yola çıkıp günümüz üzerine söylüyor sözünü.

        Aynı fragmanında olduğu gibi, doğaüstü korku unsurları baskın hale gelmeden önce “Günahkârlar”da uzun bir süre geçiyor. Karakterler ve aralarındaki ilişkiler derinleştiriliyor, filmin geçtiği tarihsel çerçeve sağlam şekilde yerli yerine oturtuluyor. Tüm bunlar, filmin artistik puanını yükseltiyor; alelade bir korku filminin içinde olmadığımızı gösteriyor. Öte yandan, Coogler’ın filmin metafizik çerçevesini ve korku unsurunu açılış sekansından haber verdiğini unutmamak gerek. Sadece yaklaşan büyük kötülüğü hissettirmiyor, nasıl geleceğini de söylüyor. O yüzden, Michael B. Jordan’ın canlandırdığı ikiz kardeşler Elijah Moore "Smoke" ve Elias Moore "Stack"in sabah kiralayıp akşam açılışını yapmayı planladıkları tavernada, onları ve müşterileri bekleyen tehlikeyi önceden biliyoruz. Karakterlerden öndeyiz. Diğer bir deyişle, gerilim ustası Alfred Hitchcock’un dediği gibi “masanın altındaki saatli bomba”nın sadece biz farkındayız. Ama yaklaşan uğursuzluğu bilsek bile neler yaşanacağı hakkında hiçbir fikrimiz yok. Kaldı ki, “doğaüstü kötülük” kendi sürprizleriyle dahil oluyor filme. Sadece karakterleri değil bizi de şaşırtıyor ve sürprizler finale kadar sürüyor.

        “Günahkârlar”, öncelikle tarihsel çerçevesiyle konuşulması gereken bir film. Hikâye, 1932’de Mississippi’de göz alabildiğine uzanan pamuk tarlalarının yakınındaki Clarksdale’de geçiyor. Afrika kökenli Amerikalılar kölelikten yıllar önce kurtulmuş olsalar dahi “Jim Crow yasaları”nın geçerli olduğu bir coğrafyada yaşıyorlar. Ayrımcılık ve ırkçılığın standart hale geldiği, polisin gizli desteğiyle faaliyet gösteren yasa dışı Ku Klux Klan’ın siyahlar üzerinde terör estirdiği bir yerdeyiz. Martin Luther King’in ortaya çıkmasına, Sivil Haklar Hareketi’nin başlamasına daha yıllar var.

        Smoke ve Stack, bir çanta dolusu para ile boş fabrikayı satın almaya geldiklerinde, mekânın eski sahibini uyarıyor; “Burası artık mülkümüz, beyazları istemiyoruz. Klan buraya gelirse hepsini öldürürüz” diyorlar. Hikâyenin alt metinlerine bağlı bir “efelenme” sahnesi bu… Smoke ve Stack doğup büyüdükleri Clarksdale’e dönmeden önce yıllarca kuzeyde, yani Chicago’da yaşamışlar. Siyahlar için kuzeydeki büyük şehirlerin kurtuluş anlamına gelmediğini, ırkçılığın oralarda da sürdüğünü ima eden şeyler söylüyorlar soranlara. Mississippi’ye iş kurmak, para kazanmak kadar, gerektiğinde özgürlükleri ve eşit hakları için mücadele etmek için geldikleri belli. Ama gecenin ilk yarısında hiç beklemedikleri “başka bir şey” ile savaşmak zorunda kalıyorlar.

        Her iki düşman arasında benzerlikler kadar farklılıklar da var. Gece boyunca sadece kötülükle savaşmadıklarını, karşılarına çıkan varlığın aslında onlara alternatif var olma biçimi önerdiğini not etmek gerek. Filmin alt metinlerinden biri tümüyle bu “öneri” üzerinden şekilleniyor. Malum, Güneyli beyazların kurduğu Ku Klux Klan siyahların canını ve parasını hedef alan bir zorbalık örgütü. Ama burada davet bekleyen, bütün Güney eyaletlerini karanlık ve kanlı suç coğrafyasına çevirmeye çalışan bir zihniyet var. Amerikan yerlilerinin tanıdığı ve engellemeye çalıştığı, kökeni Atlantik’in öte yakasına uzanan “beyaz bir kötülük” olması kayda değer nokta… Karşı tarafın lideri de mazlum olduğunu söylüyor. Üstelik ırkçılığı ve ayrımcılığı dolaylı yoldan ortadan kaldırmayı, herkesi eşitlemeyi vadediyor. Smoke ve Stack, gece ilerledikçe kendilerini ikilemin orta yerinde buluyor; tercih yapmak zorunda kalıyorlar.

        Smoke ve Stack, kuşkusuz duygusal olarak yanında durduğumuz ana karakterler… Ama tümüyle iyi diyebileceğimiz, her şeyleriyle onaylayabileceğimiz insanlar değiller. Filmin adı da zaten onlara gönderme yapıyor. İlk bölümde Smoke’un hırsızlık teşebbüsünde bulunan iki yoksul siyaha gösterdiği orantısız tepkiyi kabullenmemiz mümkün değil mesela. Belli ki Chicago’da bulaştıkları organize suç çetelerinden devraldıkları bir şiddet geleneğiyle dönüyorlar memleketlerine. Ayrıca yanlarında getirdikleri paranın ve malların temiz olmadığı açık. Özetle, uğursuzluğu, karanlığı, şiddeti çeken bir yanları var ve Coogler bunun altını çizmeyi ihmal etmiyor. Smoke ve Stack günahkâr ama yetenekli genç müzisyen Sammie (Miles Caton) hâlâ masum.

        Filmin ilk sahnesinde vaiz (Saul Williams), oğlu Sammie’ye müziğin kötülüğü çekeceğini iddia ediyor. Ona yaptığı müziğin beraberinde Şeytan’ı getireceğini söylüyor ve “Gitarını at!” diyor. Kilise’ye kanlı kıyımdan kurtularak geldiği belli olan Sammie’nin kırık sapını hiç bırakmadığı gitarı ve blues müziği, filmin iki önemli metaforu… Tüm film Sammie’nin vereceği kararla ilgili aslında. Sammie, dinsel bağnazlığa sapıp blues müziğini bırakacak mı, yoksa kültürel anlamda köklerine sahip çıkıp özgürlüğünü mü tercih edecek?

        Smoke, gün içinde Çinli esnaf çift Bo (Yao) ve Grace Chow’un (Li Jun Li) yardımıyla işin tedarik tarafıyla uğraşırken, Stack gece çalacak müzisyenleri arıyor. Smoke tavernaya girişimci gibi bakarken Stack, her şeyden önce siyahların bir araya gelip özgürce eğlenebilecekleri ve müzik yapabilecekleri bir mekân hayal ediyor. Sammie efsunlu diyebileceğimiz gitarıyla blues yaparken taverna, farklı kültürlerden ve zamanlardan gelen hayaletlerin müziğe dahil olup dans ettikleri metafizik bir portala dönüşüyor adeta. Müziği kutsayan, müziği farklı kültürlerin kaynaşmasıyla birleştiren anlamlı, güzel bir sahne bu… Afrika’dan gelen ve Kuzey Amerika’nın yerel enstrümanlarıyla buluşan blues’un 20. Yüzyıl müziğini nasıl değiştirdiğini düşündürüyor bize. Kötücül varlık da kendi folklorik şarkılarıyla sızmak istiyor geceye ama müzik filmde, Afrika kökenlilerin kendi kültürel kimliklerini buldukları bir dayanışma ve özgürlük metaforu olarak çıkıyor karşımıza.

        “Günahkârlar”, son yıllarda başka birçok örneğini gördüğümüz üzere korku gerilim türünü, sağlam alt metinlerle işlenmiş bir hikâye ve B filmi tarzından, ucuz estetikten uzak şık, özenli bir yönetmenlikle bir araya getiriyor. Coogler ve görüntü yönetmeni Autumn Durald Arkapaw’ın filmi, 65mm IMAX ve Ultra Panavision 70 gibi geniş perdede yüksek görüntü kalitesini hedefleyen formatlarla çektiğini belirtelim. Prodüksiyon bütçesi 90 milyon doları bulan “Günahkârlar”, çatışma sahneleri itibarıyla korku gerilim kadar aksiyon sinemasıyla da paslaşan bir film aynı zamanda. Quentin Tarantino’nun seyirciyi deşarj etmeye yönelik hayali intikamları konu alan “Soysuzlar Çetesi” (Inglorious Basterds - 2009) ve “Zincirsiz” (Django Unchained - 2012) filmlerine benzeyen bir yanı olduğunu da ekleyelim.

        Filmin güçlü taraflarından biri, Delroy Lindo, Hailee Steinfield ve Wunmi Masaku gibi isimlerin de yer aldığı geniş oyuncu kadrosu… Ryan Cooger’ın senaryo yazarı olarak gösterdiği kayda değer başarılardan biri, fazla sayıda yan karakteri filme dengeli ve tatmin edici şekilde dahil edebilmesi…

        “Günahkârlar”, ele aldığı alt korku türüne yeni yaklaşım getiren hikâyesi, görüntüleri, alt metinleri, özenli anlatımı ve başroldeki Michael B. Jordan dahil ansambl oyuncu kadrosuyla ilgiye değer bir film.

        7/10