Kanadalı usta yönetmen David Cronenberg’in, geçtiğimiz yıl Cannes’da dünya prömiyerini yapan yeni filmi “Kefenler” (The Shrouds), “body horror” olarak bilinen alt türe dahil edilebilecek bir hikâyeye sahip. Ama “Müstakbel Suçlar” (Crimes of the Future - 2022), “Shivers” (1975) ve “Videodrome” (1983) gibi yine Cronenberg’e ait özbeöz “body horror” örneklerine nazaran daha ölçülü ve sakin bir yapısı var. Uç noktalara varan psikolojik takıntıları konu alması itibarıyla yönetmenin “Ölü İkizler” (Dead Ringers - 1988) ve “Çarpışma” (Crash -1996) gibi filmlerini akla getirdiği de söylenebilir.
Açılış sahnesinde diş hekimi koltuğunda oturan Karsh’ın (Vincent Cassel) gördüğü, nekrofili ile klostrofobiyi çağrıştıran gündüz düşü ve sonrasında geçen konuşmalar, bizi dolaysız yoldan filmin kalbindeki meseleye doğru çekiyor. Hayli karmaşık bir hikâye örgüsüne sahip önceki filmi “Müstakbel Suçlar”a oranla çok daha dolaysız ve açık kalpli bir başlangıç bu… Doktoru, eşi Becca’nın ölümünden sonra yaşadığı acı nedeniyle yakında tüm dişlerini kaybedeceğini söylüyor Karsh’a… O ise eşinin diş kayıtlarını hâlâ tutup tutmadığını soruyor. Doktorun kayıtları vermeyi teklif etmesi, garip ve komik geliyor bize. Dolayısıyla, Karsh’ın kayıtları istememesini normal karşılıyoruz.
Sonraki sahnede ise asıl ironiyle yüzleşiyor, Karsh’ın elinde çok daha fazlası olduğunu keşfediyoruz. Çünkü Karsh, eşinin mezarda yatan cansız bedenini 24 saat izlemesini sağlayan dijital bir sisteme sahip. Filme adını veren özel kefenler sayesinde cansız bedenin içindeki biyolojik süreci bire bir gözlemleyebiliyor. Üstelik bunu sadece eşi Becca için yapmıyor. Kurduğu GraveTech adlı şirketle başkalarına da hizmet veriyor. Ortada öyle bir durum var ki içinde restoranın yer aldığı bir mezarlık işlettiği dahi söylenebilir. Kurduğu iş modelinin sürekli gelişmesi, dünyanın farklı ülkelerinden “franchising” teklifleri alması da cabası…
Kuşkusuz, paradan ziyade işin romantik yanı ağır basıyor: Karsh, eşinin hemen yanında yatacağı kendi mezarını hazırlamış durumda… Dolayısıyla, film Karsh’ın Becca’ya karşı hissettiği aşkla start alıyor. Hikâye örgüsü ise Karsh’ın kurduğu mezarlığın bilinmeyen kişiler tarafından tahrip edilmesiyle gelişiyor. Karsh ve baldızının eski eşi Maury’nin (Guy Pearce) yaptığı araştırmalar ve yaşanan yeni olaylar, uluslararası bir entrikaya götürüyor bizi. Olaylar dallanıp budaklanıyor. Hatta sürprizlerle bile karşılaşıyoruz. Gerçi sonlara doğru Cronenberg’in asıl derdinin, İzlandalı çevreciler ve Çinli hacker’ların da adının geçtiği bu entrikanın çözümü olmadığı netleşiyor ama alt metinler dijital dünyanın güvenilmezliğine çekiyor dikkatimizi. Kişiye özel sandığınız mezar mahremiyeti, hacker’lar sayesinde kökünden sarsılıyor. Karsh’ın takıntı haline getirdiği biricik somut fiziksellik, yani eşinin bedeni, kontrol edemediği dijital verilere dönüşüyor. Başına gelen olayı, ahlaki ders veya anlamlı bir uyarı gibi karşılamıyor. Yanlış bir şey yaptığını pek düşünmüyor. Sadece sorunlarını çözmeye çalışıyor.
“Kefenler”, öncelikle obsesyon üzerine bir film. Aşkın yanı sıra kıskançlık da var. Karsh, kanser nedeniyle hayatını kaybeden Becca’nın eski onkoloğu Doktor Eckler’i kıskanıyor. Eckler, Becca’nın eski sevgililerinden biri ama asıl sorun başka yerden çıkıyor: Karsh, hayatının son döneminde ikisinin hastalık nedeniyle daha yoğun bir ilişki yaşadığını düşünüyor. Eckler’in, Becca’nın bedeni ve iç organları hakkında kendisinden daha çok şey bilmesinden, ameliyatlarla ilgili son kararı vermesinden hep rahatsız olduğunu itiraf ediyor. GraveTech, hastalık sırasında Becca’nın bedeninden uzaklaşması nedeniyle giriştiği bir iş aslında. Yıllarca Eckler’ın tıbbi nedenlerle gözlemlediği bedeni artık sadece o gözlemlemek istiyor. Bu arada, her şey bittiğinde tüm yaşananların kökeninde başkalarının kıskançlıkları ve takıntılarının olduğunu görüyoruz. Başka Cronenberg filmlerinde olduğu gibi, obsesifler yine birbirlerini buluyorlar.
Takıntıları bir yana, Karsh’ın asıl sorunu veda edememek ve hayatına devam edememek hiç kuşkusuz… En başından itibaren bunu görmemek mümkün değil. Filmin başlarında, arkadaşları tarafından ayarlanan yemek randevusunda karşısındaki kadına (Jennifer Dale) GraveTech’i anlatırken de fark ediyoruz: Kendi anormalliğinin farkında... Dolayısıyla, Cronenberg’in hastalıklı ve saplantılı bir matem sürecini anlattığını öne sürebiliriz. Kaldı ki, 2017’de kaybettiği eşi Carolyn’den söz ederek “Kefenler”in en kişisel ve otobiyografik filmi olduğunu söylüyor.
Film ilerledikçe, mezarın tahrip edilmesinin nedenlerinden ziyade Karsh’ın olayın ardından insanlarla, özellikle de iki kadınla yaşadıkları çok daha önemli hale geliyor. Kadınlardan ilki, eşi Becca’ya ikizi kadar benzeyen baldızı Terry (Diane Kruger)… İkincisi ise GraveTech’in Budapeşte şubesini açmayı planlayan CEO’nun eşi Soo-Min Szabo (Sandrine Holt)… Terry ve gözleri görmeyen Soo-Min’in varlığı, onu fiziksel dünyanın sürprizlerle dolu somut gerçekliğine çekiyor. Düşünsenize, onlardan önce hayatında en çok irtibat kurduğu “kadın”, grafik olarak eşi Becca’ya benzeyen ve onun sesini taşıyan sanal asistanı Hunny…
Evet, hikâye dağılıyor ve sürekli odağını değiştiriyor ama tüm bu karmaşanın altındaki alt metin, Karsh’ın sanal gerçeklikten fiziksel dünyaya geçişi... Belki matem sürecinde bazı aşamaları geçiyor fakat Karsh’ın değişim yaşayıp yaşamadığı bence tartışmaya açık. Başta iki kadın olmak üzere, insanlarla kurduğu ilişkiler ve başına gelen olaylar, onu farklı bir noktaya doğru sürüklüyor sadece. Çünkü finalde gördüğü halüsinasyonu düşündüğümüzde, Karsh’ın takıntılarından kurtulduğuna ya da kurtulacağına dair net veri yok elimizde.
Takıntıları anlatmayı takıntı haline getiren Cronenberg’in obsesyon, fetişizm ve cinselliği konu alan önceki filmlerindeki gibi “Kefenler”de de dipten dibe soğuk ve muzip bir ironi duygusu olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar “body horror” filmi olsa da kendi adıma korku ve gerilimin öne çıktığını söyleyemem.
Açıkçası, “Kefenler” benim için tatmin edici olmaktan uzak bir Cronenberg filmi olarak sona erdi. Nedenleri üzerinde düşündüğümde, hikâyenin gelişimi ve ana karakterin yaşadığı psikolojik serüveni çok sevmediğimi söyleyebilirim. Diane Kruger’ın başarılı yorumuyla Terry, baştan sona ilgi çekici bir Cronenberg karakteri olarak kalıyor. Gizemli Soon-Min filme renk ve enerji getiriyor ama Sandrine Holt’un harika şekilde yorumladığı karakter, bence biraz boşlukta kalıyor.
Diyalog ağırlıklı filmler beni rahatsız etmez. Çoğumuz, ilgimizi çektiği sürece uzun diyaloglardan sıkılmayız. “Kefenler”in de diyalog ağırlıklı olmasında sorun yok ama Cronenberg sineması, öncelikle imgeler üzerine kuruludur. Filmlerini görsel olarak öyle bir tasarlar ki, resimler nerdeyse hikâyeden bağımsız olarak kendi bağımsız anlatısını oluşturur. Hatta bazen hikâyenin bahaneye dönüştüğünü; her şeyin görüntülerle alakalı olduğunu bile düşünürüz. “Kefenler” ise imgeleri açısından iddiasız ve sade bir film.
Çok beğenmesem de “Kefenler”in ilgiye değer bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Sonuçta bir Cronenberg filmi. Benzerine rastlamanız zor.
6.5/10