Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Ethan Hunt, yapay zekâya karşı
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dünyayla aynı anda Türkiye’de de gösterime giren “Mission: Impossible - Son Hesaplaşma” (Mission: Impossible – The Final Reckoning), 2023 yılının temmuz ayında seyrettiğimiz “Mission: Impossible – Ölümcül Hesaplaşma Birinci Bölüm”ün (Mission: Impossible – Dead Reckoning Part One) devamı niteliğinde bir film…

        Hikâye kaldığı yerden sürüyor ve 2 yıl önceki filmi yeniden seyretmeniz gerekmiyor. Senaryoyu da yazan yönetmen Christopher McQuarrie, yeri geldiğinde araya giren kısa planlarla önceki filmin önemli dönüm noktalarını hatırlatıyor bize. Öyle ki, ilkini seyretmeyenlerin bile takip etmekte zorlanmayacağı bir hikâye örgüsü çıkıyor karşımıza.

        Film, alışageldiğimiz Görevimiz Tehlike klişesiyle; yani, Ethan Hunt’a (Tom Cruise) yeni görevinin bildirilmesiyle başlıyor. Gerçi bu kez beklemediğimiz üst bir merciden geliyor görev. Hatta tehditle karışık uyarı da içeriyor. Hunt’ın dinlediği kayıt, sadece görevin tanımını veya hikâyenin gideceği yönü değil, filmin ele aldığı meseleyi de özetliyor. Hunt, ABD yönetimi tarafından sorunu çözebilecek kahraman olarak değil, sorunu yaratan nedenlerden biri olarak görülüyor. Film ilerledikçe Hunt’ın geçmişte yerine getirdiği bazı görevlerin yapay zekâ Varlık’ın gelişimiyle olan bağlarına vurgu yapılıyor. Dolayısıyla, Hunt film boyunca suçluluk ve sorumluluk duygusuyla hareket ediyor. Ama bir kez daha emirlere itaat etmek yerine, doğru bildiğini yapıyor; sadece kendine güveniyor ve ekibiyle kendi planını uygulamakta ısrar ediyor.

        “MI: Son Hesaplaşma” bir kahramanlık filmi… Hunt, filmde istihbarat teşkilatlarının emirlerini dinlemek yerine “gölgeler içinde yaşamanın” bedelini göze alan ve hiç tanımadığı insanlar için hayatını riske atmaya devam eden bir kahraman olarak tasvir ediliyor.

        Önceki filmde Hunt’ın hedefi, Varlık adlı son derece tehlikeli yapay zekânın kontrolünün, ülkesi ABD dahil hiç kimsenin eline geçmemesiydi. Bu filmdeki asıl görevi ise dünyayı nükleer kıyametin eşiğine getiren ve bağımsız şekilde hareket eden Varlık’ı engellemek… “MI: Son Hesaplaşma”, Soğuk Savaş yıllarından bu yana örneklerini sıkça gördüğümüz bir nükleer paranoya filmi aynı zamanda. Angela Bassett’ın oynadığı ABD Başkanı Erika Sloane, emrindeki generaller ve üst düzey bürokratlar ile ne yapacağına karar vermeye çalışıyor. Buradaki alt metin, Varlık’ın uygarlığın bir sonucu olarak ortaya çıkması… Diğer bir deyişle, insanlığın ortak ürünü aslında. Önceki filmde Luther’in (Ving Rhames) dediği gibi, Varlık’ın en büyük gücü ve üstünlüğü, insanların düşünce yapısını bilmesi; ülke yönetimlerinin nerede ne zaman ne yapacaklarını önceden tahmin etmesi… Onların birbirlerine nasıl düşeceğini, hangi kararları alacağını o kadar iyi biliyor ki, planını tümüyle uluslararası güvensizlik üzerine şekillendiriyor. Film boyunca ülkeler arasında hiçbir iş birliğine tanık olmadığımız gibi operasyonu daha da zorlaştıran son derece gereksiz çatışmalara rastlıyoruz. Alaska’daki Rus komutanın kendisine iş birliği öneren Grace’e (Hayley Atwell) “Sen benim yerimde olsan ne yapardın?” dediği sahneyi unutmamak gerek. Kaldı ki, ABD ile Rusya’nın Kuzey Kutup Dairesi’nde birbirlerine karşı düşmanca tutumları, Varlık’ın planının ne kadar iyi işlediğinin göstergelerinden sadece bir tanesi…

        Film boyunca Ethan Hunt’ın önündeki asıl engel, nükleer güce sahip ülkelerin diyalog kurmak yerine paranoyaya teslim olmaları aslında… Bunu çok iyi bilen Varlık da paranoya ve güç takıntısı üzerine kuruyor planını. ABD tarafından nerdeyse her şey için suçlanan Hunt, ülkelerin zihniyetini değiştiremeyeceğini bildiği için kendi planında ısrar ediyor; Luther’den öğrendiği taktikle Varlık’ın insanlardan hiç beklemediği şekilde davranarak sonuca ulaşmayı hedefliyor. Sonuç olarak, uluslararası ilişkilerdeki paranoya ve güç eleştirisi filmin en sağlam alt metni.

        “MI: Son Hesaplaşma”nın şaşırtıcı ve hoş yanı, bizi 1996’daki ilk filme kadar uzanan bir “büyük hikâye”ye götürmesi; 8 filmi sadece kahramanın eylemleri değil, olay örgüsü açısından da birbirine bağlaması… Yedinci filmde olduğu gibi Ethan Hunt’ın IMF’e (Impossible Missions Force) dahil olmadan önceki hayatıyla ilgili bazı kısa ama kritik bilgiler de veriliyor. Dolayısıyla, bu filmle birlikte bütün seri Ethan Hunt açısından bir tür “kahramanın yolculuğu”na dönüşüyor.

        Bu arada, 1996 yapımı ilk filme yapılan referansların diğerlerine oranla daha fazla olduğunu görüyoruz. Tadını kaçırmamak için detay vermek istemiyorum ama o filmle bağlantılı sürpriz karakterler çıkıyor karşımıza; bazı eski defterler yeniden açılıyor. Tüm bunlar senaryo tekniği açısından McQuarrie’nin işini daha da zorlaştıran şeyler belki. Ama kafamızı hiç karıştırmadan, önceki filmlerin detaylarını unutanların işini son derece kolaylaştırarak yapıyor bunu. “MI: Son Hesaplaşma”yı 8 film süren bir anlatının finali haline getirmeyi başarıyor. Belki de bu yüzden, önceki filmlerdeki temaların, alt metinlerin, motiflerin ve dramatik çatışmaların tekrarı olmaktan kurtaramıyor.

        Ayrıca, aksiyon ve eğlence duygusu olarak önceki filmin gerisinde kaldığını düşünüyorum. Sinema duygusu olarak çok sevdiğim “MI: Ölümcül Hesaplaşma Birinci Bölüm”deki aksiyon sekanslarının çeşitliliği, renkliliği ve enerjisini ne yazık ki burada bulamadım. Finaldeki uçak sekansına elbette hiçbir itirazım yok. Tom Cruise ve ekibin hava çekimlerindeki iddiasını gösteren; filmin en iyi aksiyon sahnelerini barındıran bir sekans seyrediyoruz. Batık Sivastopol denizaltısındaki sahnenin de gayet iyi tasarlanıp çekildiği belli. Her iki sekansta da Tom Cruise’un fiziksel performansının getirdiği ekstra katkıyı hissediyorsunuz.

        Önceki filmdeki aksiyon sahnelerinin önemli bir bölümü, karakterler arası ilişki ve çatışmaları da geliştiriyordu. Özellikle, Hunt ile ekibe yeni katılacaklar arasındaki ilişkiler, filme farklı bir enerji getiriyordu. Mizah duygusu da iyi çalışıyordu. Burada ise her şey Ethan Hunt’ın veya Benji (Simon Pegg) gibi diğer takım üyelerinin “bir yolunu bulup” sorunları çözmesiyle ilgili… Ayrıca daha karanlık ve trajik bir film seyrediyoruz.

        Filmin en sevdiğim sahnelerini düşündüğümde, Alaska’ya sürülen ve orada kendine yeni bir hayat kuran CIA görevlisinin Donloe’nun (Rolf Saxon) filme dahil olduğu bölüm geliyor mesela aklıma. Çünkü orada 1996 yapımı filme kadar uzanan bir insan hikâyesi çıkıyor. Grace’in, Hunt’a hayat öpücüğü verdiği, onu yeniden hayata döndürdüğü sahnenin tümü, gerilimin biraz olsun durduğu, filmin nefes aldığı bir bölüm olarak dikkat çekiyor.

        Önceki filmlerin çoğu, aynı zamanda “soygun hikâyeleri” de anlatırdı. Hunt ve ekibi, her seferinde “değerli bir şeyin” peşinde koşarlardı. Burada da elde etmeleri gereken bir nesne var; yine ince planlar yapılıyor ama açıkçası soygun filmi havası pek yok.

        Filmin bir başka zayıf yanı, kötü adam Gabriel’in (Esai Morales) çok düz, derinliksiz bir karakter olması. Varlık’ın yapay zekâ olması nedeniyle Gabriel’in hikâyeye mecburi olarak dahil edildiği çok belli...

        Dünyayı tehdit eden nükleer kıyamet nedeniyle “MI: Son Hesaplaşma”, sık sık ABD Başkanı ve çevresindeki kalabalık ekibin yaşadığı krize götürüyor bizi. Açıkçası, ABD Başkanı Erika Sloane, Hunt’a oranla çok daha zor kararlar ve ikilemler arasında kalıyor. Hunt ve ekibi de farklı yerlerde farklı hedefler peşinde koşuyor genellikle. İşte bu yüzden, “MI: Son Hesaplaşma”, hikâyeyi 2-3 koldan giderek anlatan ve paralel montajın fazlasıyla kullanıldığı bir film. Özellikle finale doğru doruğa çıkan bir teknik bu… Dolayısıyla, temponun ve tansiyonun yüksekliği nedeniyle 2 saat 49 dakikalık süreyi hissetmiyoruz.

        Serinin en sevdiğim filmlerinden biri olmamasına karşılık “MI: Son Hesaplaşma”yı, aksiyon severlere gönül rahatlığıyla önerebilirim. Böylesi bir filmin gerçek tadının, sinema salonunda büyük perdede çıkacağı kesin.

        6.5/10