“Tuzak” (Locked), senaryo yazarı Michael Arlen Ross tarafından 2019 yapımı Arjantin filmi “4X4”ten uyarlanan bir Amerikan yeniden çevrimi… 2022 yılında gösterime giren “A Jaula” adlı Brezilya filmini de düşündüğümüzde “Tuzak”, aynı hikâyenin üçüncü çevrimi oluyor.
Büyük bölümü otomobilin içinde geçse de “Tuzak”ın klostrofobik bir dar mekân filmi olduğunu söylemek imkânsız. Bu arada, otomobilin içine girene kadar geçen yaklaşık 10 dakikalık sürenin önemli olduğunu söylemek gerek. Çünkü burada, ana karakter Eddie Barrish’i (Bill Skarsgård) tanımaya başlıyoruz.
Yeterli parası olmadığı için otomobilini servisten çıkaramayan ve kızını okuldan alamayan bir baba olarak geliyor karşımıza Eddie. Eşi tarafından telefonda sorumsuzluğu nedeniyle ağır şekilde eleştiriliyor. Bunun üzerine, bir süre borç para arasa da hedefine ulaşamıyor. Belli ki, artık hiç kimsenin güvenmediği birisi. Tamirhanede gördüğü cüzdanı çalmaktan hiç çekinmemesi, anlık karar gibi geliyor bize önce. Ama sonra bunun hayatındaki ilk küçük hırsızlığı olmadığını seziyoruz. Cüzdandan çıkan birkaç doları kazı kazan biletlerine yatırması, umudunu hâlâ kaybetmediğinin bir göstergesi… Dışarıda dolaşırken, otomobillerin kapılarını yoklaması ise yanlış yola girmekten çekinmeyeceğinin işareti...
Kapısı açık diye içine girdiği ama para eden hiçbir şey bulamadığı lüks SUV otomobilde kilitli kalmasının onun için ders olacağını düşünüyoruz. Her şeyin, kendini William (Anthony Hopkins) olarak tanıtan kişinin hazırladığı bir tuzak olduğunu anladığımızda da Eddie’ye çok acımıyoruz. Kaldı ki, tuzaktan kolay kolay kurtulamayacağını fark ettiğinde Eddie de polise teslim olmaya hazır olduğunu söylüyor. Ama Eddie’yi tuzağa düşüren William’ın başta polis olmak üzere adalet sistemine artık hiç güveni kalmadığını, cezayı kendisinin vermek istediğini öğrendiğimizde, filmin gideceği yön belli oluyor; Eddie’ye bakışımız değişiyor.
Bir yanda, otomobilini servisten çıkarmak için çaldığı üç beş dolarla piyangoda şansını deneyen yoksul Eddie; diğer yanda, son derece lüks ve pahalı otomobilini suçluları yakalama tuzağı olarak kullanan zengin ve güçlü biri var. O noktada, William’ın “vigilante” diye adlandırılan adalet takıntılı bir intikamcı olduğunu anlıyor; ne kadar ileri gidebileceğini kestirmeye çalışıyoruz. Kaldı ki, filmin geri kalanında gerilimi şekillendiren en önemli nokta, William’ın nereye varmaya çalıştığı sorusu oluyor.
İşte bu yüzden, “Tuzak”ın bariz olarak karşımıza çıkan ilk teması, hiç kuşkusuz “suç ve ceza” ilişkisi… Otomobilin bilgisayarına bağlı telefondan iletişim kuruyor William. Muhabbete hırsızları ellerini keserek cezalandıran toplumlardan söz ederek giriyor. Eddie ise Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sından bahsederek kendini savunmaya çalışıyor. Ama Eddie’nin romanın adını anmak dışında, William’ın karşısında iyi fikirler geliştirebildiğini söylemek imkânsız. Çünkü her geçen an daha çok paniğe kapılıyor ve içgüdüsel olarak öfkesini kontrol edemiyor.
Hep sakin ve serinkanlı duran William, iletişim kurmak ve sözünü dinletmek isteyen biri. Eddie’nin sokakta yetişen ve kendini herkesten akıllı sanan biri olduğunu düşünüyor. Alaycı şekilde “street-smart” diye küçümsediği Eddie’ye sürekli ders vermeye çalışıyor. Ama anlattıklarını hiç dinlememesi, içindeki öfkeli intikamcıyı hızla açığa çıkarıyor. Kaldı ki, asıl amacının daha ilk anlardan itibaren hem entelektüel hem sınıfsal üstünlük kurarak Eddie’yi baskı altına almak olduğu belli. Zengin olmaktan ve hapishane hücresine dönüştürdüğü pahalı otomobilinden gelen avantaj nedeniyle sınıfsal baskı fazlasıyla öne çıkıyor. Maddi gücünü yansıtan otomobiliyle Eddie’yi ezmekten zevk aldığı belli oluyor. Eddie’nin parasızlık nedeniyle otomobilini tamirciden dahi çıkaramadığını ve her şeyin bu nedenle başına geldiğini düşündüğümüzde, filmin “Otomobilin kadar konuş” fikri üzerine inşa edildiğini söylemek olası.
Her geçen an daha da çaresiz kalan Eddie’nin esaretten kurtulmak çabasından ziyade William’ın hastalıklı kişiliğinin giderek daha çok öne çıktığı bir film seyrediyoruz. Dolayısıyla, “Tuzak” yargısız infaz eleştirisi ve kontrolden çıkan intikamcılığa odaklanıyor. William’ın Eddie’yi “ödül / ceza yöntemi” ile zorla terbiye etmeye çalışarak psikolojik anlamda aşağılamaktan haz alması, hikâyenin dikkat çekici yanlarından birisi. Film asıl olarak William’ın orantısız güç kullanımı üzerine…
İkisi üzerinden gelişen ve film boyunca sürüp giden babalık meselesi de var hiç kuşkusuz. Eddie, orijinal Arjantin filminin ana karakterine oranla daha sempatik çiziliyor. Özellikle, kızıyla ilişkisi ilk anlardan itibaren ön plana çıkarılıyor. “Tuzak”, Eddie açısından sorumluluk ve babalık duygusunun önemini kavradığı, her anlamda dersini aldığı bir film... Asıl hatasının yanlış otomobilin kapısını açmak değil, umudunu kaybetmek olduğunu fark ediyor.
Tüm bunlar kuşkusuz iyi hoş ama “Tuzak”ın ilk yarısında söylemek istediği her şey netleşiyor nerdeyse. Olayın nereye varacağı sorusu dışında ilgiye değer hiçbir şey kalmıyor. Çünkü karakterler arasındaki etkileşimin öne çıktığı bir film değil “Tuzak”. İki karakterin kendi içinde yaşadığı bir çatışma veya çelişki de yok. Birisi hayatını kurtarmaya, diğeri zevkini çıkararak cezalandırmaya çalışıyor. Özellikle, William’ın düz bir karakter olması filmin lehine çalışmıyor.
Film için özel olarak tasarlanıp üretilen ve çekimden sonra müzede sergilenen “Dolus” marka SUV otomobil, her detayıyla sahibinin kişiliğini yansıtan bir araç veya mekân… Dolus kelimesi, Latince’de aldatma, hile gibi anlamlara sahip. Markanın birkaç kez yakından gösterilen sembolünün adaleti simgelediğini düşünmek de olası.
“Tuzak” alt metinlerinden veya temalarının derinliğinden ziyade hikâye örgüsü ve gerilim duygusuyla öne çıkan bir film. Tam da burada yönetmen David Yarovesky’nin özellikle otomobil çekimlerinde gayet profesyonel bir iş çıkardığını söylemek gerek. Kısa planlar ve hareketli kamerayla başlayan ilk 10 dakikadaki stilini otomobilin içinde de sürdürüyor. Yarovesky ve Arri Alexa 35 kamerayla çalışan görüntü yönetmeni Michael Dallatorre tek ve sınırlı mekân duygusunu seyirciye hissettirmiyorlar. 2.76:1 gibi geniş bir kadraj ölçüsü kullanmaları bir yana, anamorfik lensleri tercih etmeleri de dar mekân etkisini ferahlatıyor. Daha çok korku filmleriyle tanınan Yarovesky’nin asıl başarısı, kuşkusuz dekupaj tasarımında yatıyor. Seçtiği lensler, kamera açıları ve ölçeklerle bizi Eddie ile birlikte o otomobilin içine götürmesini biliyor. Arada dönüşlere dayalı hızlı kamera hareketleriyle her şeye dışardan bakmamızı sağlıyor; yaşadığımız klostrofobik gerilimi başka bir duyguya çevirmesini de biliyor. Bu arada, iç ve dış çekimler için iki ayrı otomobil üretildiğini belirtelim.
“Tuzak”, Bill Skarsgård ve filmin önemli bölümünde sadece telefondaki sesiyle oynayan Anthony Hopkins gibi iki yıldız ismin varlığıyla öne çıkıyor. Ele aldığı temalara yeni bir yaklaşım getirdiğini ve çok ilgiye değer bir noktaya vardığını söylemek kolay değil. Buna karşılık büyük bölümü otomobilin içinde geçen bir film olması itibarıyla kayda değer bir yanı olduğu inkâr edilemez. Asıl önemli yanı ise kendi hedefine ulaşarak, sürükleyici bir gerilim olmayı başarabilmesi…
6/10