Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Bir pilot olarak Saint-Exupéry
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bu hafta sinema salonlarında yeni bir biyografi filmi daha gösterimde… “Saint-Ex” veya bazı kaynaklarda “Saint-Exupéry” diye anılan film, “Küçük Prens”in yazarı olarak tanıdığımız Antoine de Saint-Exupéry’nin hayatından belirli bir kesiti anlatıyor.

        Yazar kimliğinin yanı sıra şair, gazeteci ve havacı olarak da anılan Antoine de Saint-Exupéry, aristokrat bir ailenin çocuğu olarak 1900 yılında Fransa’nın Lyon kentinde dünyaya geldi. Babasını 4 yaşındayken kaybetti ve bu durum, maddi açıdan zor koşullarda geçen bir çocukluk ve gençlik yaşamasına neden oldu. Erkek kardeşi François’nın, Birinci Dünya Savaşı yıllarında 15 yaşında ateşli romatizma nedeniyle can vermesi, ömrü boyunca aklından çıkmadı.

        Şansını iki kez denediği Deniz Kuvvetleri Akademisi sınavlarında başarısız olunca 15 ay kadar mimarlık eğitimi aldı. Okulu bıraktıktan sonra çeşitli işlere girip çıktı ve 1921’de orduya katıldı. Aldığı özel derslerin ardından 1 yıl sonra Fransız Hava Kuvvetleri’ne transfer oldu ve uçuş pilotluğu yapmaya başladı. Ordudan ayrıldıktan sonra da uçmaya devam etti, havayolu postacılığının dünya genelindeki öncü isimlerinden biri haline geldi.

        Hayatını zor koşullarda, çeşitli ülkelerde posta pilotluğu yaparak kazanırken yazdığı ilk eserler, 1926 yılında dergilerde yayımlandı. İlk kitabı 1929’da çıktı. Aeroposta Argentina’da yönetici ve pilot olarak çalıştığı dönemdeki tecrübelerini anlatan “Gece Uçuşu” adlı romanı ise 1931’de yayımlandı; onu tanınan bir yazar haline getirdi. Ölene kadar, yazmaktan ve uçmaktan hiç vazgeçmedi. En çok bilinen eseri “Küçük Prens”, 1943 başlarında yayımlandı. Kitaptaki illüstrasyonlar ona aitti.

        “Saint-Ex”, Antoine de Saint-Exupéry’nin Aeroposta Argentina’da yönetici ve pilot olarak çalıştığı dönemde geçiyor. Bu arada, Fransız yönetmen Jean Jacques-Annaud’nun 1995’te aynı hikâyeyi “Wings of Courage” adında 40 dakikalık bir IMAX filmi olarak çektiğini hatırlatalım. Fransa ve Arjantin vatandaşı Pablo Agüero’nun yazıp yönettiği 2024 yapımı filmin ilk sekansı, yaşanan uçak kazası ve hemen peşinden gelen kurtarma operasyonu üzerine kurulu… Aksiyon gerilim unsurlarının gayet iyi bir araya getirildiği sekansın asıl başarısı, hikâyenin ve karakterler arasındaki ilişkilerin sağlam şekilde kurulması…

        Yönetmen Pablo Agüero, filmin hemen başındaki kısa flash-back çekimlerle Saint-Exupéry’deki (Louis Garrel) uçma tutkusunun gençlik yıllarına kadar uzandığını gösteriyor bize. Bu arada, açılış sahnesinin biraz kafa karıştırıcı olduğunu belirtelim. Henri Guillaumet (Vincent Cassel) ile çocukluk veya gençlik yıllarında değil, 1926 yılında tanıştıkları anlaşılmıyor. Saint-Ex’in 15 yaşında hayatını kaybeden kardeşiyle ilgili geçmiş öykü de açıkçası pek yerine oturmuyor.

        Hikâye 1930’da geçiyor. Kendi çağının en iyi pilotu olarak anılan Henri Guillaumet ile Arjantin’de çalışıyorlar ve And dağlarının zorlu koşullarında, belirli bir yüksekliğin üstüne çıkamayan uçaklarla ellerinden gelenin en iyisini yapmak için çaba gösteriyorlar. Işıklı bir iniş pistleri yok ve gece uçuşu yapmaları çok tehlikeli. Henri Guillaumet’nin eşi Noëlle (Diana Krüger) onlarla birlikte aynı şirkette çalışıyor. Daha önce 3 pilotun ölümüne neden olan bir hatta çalışmalarına rağmen işlerine tutkuyla bağlılar. Şirketin sahipleri ise kazalar ve maddi kayıplar nedeniyle herkesi işten çıkarıp postacılık hattını kapatmayı düşünüyor. Çevresindeki herkesin Saint-Ex diye hitap ettiği Antoine de Saint-Exupéry, Aeroposta Argentina’yı ayakta tutmak için süre istiyor onlardan; insanların işlerini kaybetmesine gönlü razı değil.

        Tüm bunlar filmin ilk sekansında olup bitiyor. O noktada filmin geri kalanının Saint-Ex ve Henri’nin, şirketi ayakta tutmak için verecekleri mücadele üzerine kurulacağını düşünüyoruz. Ama öyle olmuyor. Riskli bir uçuş için havalanan Henri Guillaumet’nin uçağının And dağlarında kaybolmasıyla birlikte her şey değişiyor. Saint-Ex ve Noëlle, çevreyi ve hava koşullarını iyi bilenlerin “Çoktan ölmüştür, boşuna uğraşmayın” dediği Henri’ye nasıl ulaşacaklarını düşünmeye başlıyorlar. Birinin can yoldaşı, diğerinin hayat arkadaşı olan Henri’yi kaybolma sürecinde hiç görmüyor, her şeyi Saint-Ex ve Noelle’in bakış açısından takip ediyoruz.

        “Saint-Ex”, karakterin yaşam öyküsüne odaklanan; oradan bir tez çıkarmayı hedefleyen biyografik filmlerden değil. Hikâye, arkadaşını kurtarmak için doğaya ve zamana karşı mücadele verdiği 4-5 günle sınırlı tutuluyor.

        “Saint-Ex”, uçma tutkusu kadar görev ahlakı üzerine bir film… Pilotluk, olayın geçtiği 1930 itibarıyla son derece riskli bir iş olarak betimleniyor. Her şeyin önüne geçen temalar ise arkadaşlığın ve sevginin gücü… Aynı zamanda, pes etmemek, her şeyi denemek ve sonuna kadar savaşmak üzerine bir film seyrediyoruz.

        Saint-Ex ve Noëlle, kuşkusuz akıllarını, mantıklarını sürekli kullanıyorlar ama asıl olarak Henri’yi sağ bulacaklarına olan inançlarına tutunuyorlar. Tüm bunlar, kuşkusuz sinema sanatının sevdiği klişeler… “Saint-Ex”in daha önce benzerlerini seyrettiğimiz bir hikâyeyi tanıdık temalar eşliğinde anlattığını inkâr edemem ama yaşanmış olayları karşımıza getirmekten gelen bir avantajı var.

        Louis Garrel’in yorumuyla Saint-Ex, uçmayı iyi bilen bir şehirli olarak betimleniyor. Güçlü yanlarından biri insanlarla iletişim kurmaktaki başarısı… Sözgelimi, Henri’yi ararken onun ne tarafa uçtuğunu gören iki gençle çok iyi anlaşıyor. İkisinden de önemli yardımlar alıyor. Özellikle genç çobanın, akbabanın uçuş tekniği hakkında söylediklerini uygulamaya çalıştığı sahne heyecan verici.

        Film, olayların geçtiği dönemde kitaplarıyla tanınan Antoine de Saint-Exupéry’nin yazarlık yanını öne çıkarmıyor. Buna karşılık, yanından hiç ayırmadığı ve sayfalarına desenler çizdiği defterini sık sık görüyoruz. Çizerek düşünen, hatta bazen çizerek anlayan biri. Hayvanlarıyla yaşayan androjen görünümlü ergen gençle konuşurken ona çizim defteri hakkında söyledikleri akılda kalıcı. Film boyunca Saint-Exupéry’nin sanatçı ve yazar yanıyla irtibat kurduğumuz en güzel anlardan biri belki de...

        Yönetmen Pablo Agüero, sınırlı sayıda karakterin yer aldığı, birkaç günde geçen gerçek bir yaşam öyküsü anlatsa da görsel anlamda havacılığın, uçmanın hakkını veren bir film çekiyor. Görüntü yönetmenliğini Claire Mathon’un yaptığı “Saint-Ex”, panoramik manzaraları ve kartpostal tadındaki doğa çekimleriyle öne çıkan biçimci bir film. And dağları bölgesinin folklorik ezgilerinden esinlenen; yer yer "El Cóndor Pasa"yı akla getiren müzikler de seyir keyfini artırıyor. Agüero, ufka ulaşan düzlükleri, gökyüzündeki bulutları, denizi ve karlı sarp dağlarıyla doğayı, sürekli filmin içinde tutuyor. Çünkü Saint-Ex ve Henri, film boyunca doğaya karşı savaş veriyorlar. Agüero, hava çekimlerinde kuşkusuz “Top Gun: Maverick” kadar iddialı veya gerçekçi değil ama yine de üstüne düşeni yapıyor; bir havacılık filminin gereklerini yerine getiriyor.

        Yönetmen Pablo Agüero, Amerikan aksiyon filmlerini akla getiren kahraman odaklı, duygusal bir serüven filmine imza atıyor. Dramatik açıdan çok zengin ve derinlikli olduğunu söylemem olası değil. Ama görüntüleri, müzikleri ve oyuncularının performanslarıyla sıkılmadan seyrediliyor.

        6/10