Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Murat Bardakçı Türk ve Mısır aristokrasilerini anlatan ama basınımızda pek ses getirmeyen üç kitap

        Bu köşede ilgimi çeken yeni kitaplardan arada bir bahsediyorum. Bugün basınımızda pek yer bulmayan ve biri yurtdışında yayınlanmış olan üç kitabı tanıtacağım.

        Kitapların ortak tarafı, üçünün de aristokrasi ile alâkalı olmaları. Yurt dışında yayınlananı Londra’da faaliyet gösteren “Nomad Publishing”den, diğerleri Yapı Kredi Yayınları”ndan çıktı. İlk kitap Mısır Kralı Faruk hakkında, öteki kitapların konusu da iki Osmanlı şehzadesinin sürgün hayatları...

        KRAL FARUK’UN BİLİNMEYEN ÖYKÜSÜ

        * Melekper Toussoun: “EFFENDİNA. The Story of Young King Farouk of Egypt, 1920-1943” (EFENDİMİZ. Mısır’ın Genç Kralı Faruk’un 1920 ile 1943 Arasındaki Hikâyesi)”.

        Mısırlılar kral, reis, âmir yahut servet sahibi olanlara veya önemli mevkilerde bulunanlara “Effendina”, yani “Efendimiz” diye hitap ederler.

        Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın soyundan gelen Prenses Melekper Tosun, kitabında Mısır’ın bir zamanlar kralı, yani “en büyük efendisi” olan Faruk’un hayatının bir dönemini anlatıyor.

        Gençlik senelerinde gazeteci olarak senelerce yaşadığım Mısır’ın özellikle yakın tarihine hayli düşkün olduğum için, Melekper Tosun’un merakla beklediğim kitabını yine büyük bir hevesle okudum ve bilmediğim birçok ilginç hadise ile karşılaştım.

        Melekper Tosun, Mısır’ın siyasî tarihinden bahsettikten sonra kendi hayatını ve babasının mensup olduğu Kavalalı Hanedanı’nın Tosun kolu ile annesinin geldiği Kırım’ın büyük ailelerinden Şirinler’i yazıyor. Sonra, Kral Faruk’a geçiyor; kralın kişiliğini ve Kahire’deki kraliyet sarayında olup biten ama herkesin bilmediği bazı hadiseleri nakledip asıl konuya giriyor: Kral’ın geçirdiği bir trafik kazasından sonra hayatının ve huyunun değişmesi bahsine...

        Kral Faruk, 1943 Kasım’ında kendi kullandığı otomobil ile Kahire’nin Giza bölgesindeki bir gece klübüne giderken kaza yapmış ve başını sert şekilde direksiyona vurmuştu!

        Bu kaza, o sırada 23 yaşında olan Kral’ın davranışlarını tamamen değiştirdi ve Faruk bambaşka bir kişiliğe büründü. Melekper Tosun, Faruk’un uğradığı değişikliğin kaza ânında başını vurmasından kaynaklanan “frontal lob bozukluğu” olduğunu anlatıyor, konuyu tıbbî bakımdan ele alıyor ve doktorlar ile uzmanların görüşlerini naklediyor.

        Burada, bir husustan bahsetmem gerekiyor: Melekper Tosun’u tanıyan ve hazırladığı kitaptan haberdar olan bizler, bazı çevrelerde çok fazla ses getirebilecek olan bir başka konuyu yazıp yazmayacağının merakında idik...

        Kitap çıkınca hayli şaşırdık; zira beklentilerin aksine yazmamıştı ve yazmaması bir tarafa, herhangi bir imada dahi bulunmuyordu ve bu bahsi büyük ihtimalle kitabının daha sonra yayınlamayı düşündüğü ikinci cildine bırakmıştı.

        Meselenin ne olduğunu söylemeyeceğim, zira eserin sahibi şimdilik yazmayı düşünmediğine göre anlatmak hem yakışıksız olacaktır, hem de bana düşmez!

        Ama şu kadarını söyleyeyim: Melekper Tosun’un son derece akıcı bir dil ile kaleme aldığı kitabını okuyanlar, Kral’ın geçirdiği kazanın ve uğradığı kişilik değişikliğinin sadece onu değil, ülkesini de etkilediğini ve bu etkinin Mısır’da 1952’de yaşanan Abdülnasır darbesine kadar uzandığını göreceklerdir.

        MACARİSTAN’DA BİR SEFALET HİKÂYESİ

        * Tarık Demirkan: “Budapeşte’de Bir Osmanlı Şehzadesi”.

        Osmanoğlu ailesinin 1983 ile 1994 arasında “reisi”, yani en yaşlı şehzadesi olan Mehmed Orhan Osmanoğlu, aramızdaki büyük yaş farkına rağmen en yakın dostlarımdan idi. Fransa’nın Osmanlı Hanedanı’na sürgün başkentliği yapan Akdeniz sahilindeki Nice şehrinde seneler boyu beraber olmuştuk ve şehzadeyi 1992 Ağustos'unda bir haftalığına Türkiye’ye getirmiştim.

        Bu seyahat, Şehzade Orhan Efendi’nin, Türkiye’den ailesi ile beraber sürgüne gönderilmesinden 68 sene sonra memleketine ilk gelişi idi ve Türkiye’de Osmanlı rüzgârlarının esmeye başlamasında, o günlerde çok ses getiren bu ziyaretin önemli rolü olmuştu!

        Orhan Efendi bana Osmanlı ailesi hakkında çok şey anlatmıştı. Aramızdaki yakınlığa güvenerek naklettiği bu hadiselerin hiçbirini ne yazdım, ne söyledim ve ne de yayınlayacağım...

        Ama, Orhan Efendi bir yere kadar anlatır, sonra susar, derinlere dalar ve sorulanlara artık cevap vermezdi. Sözünü ettiği ailevî hadiselerden bazıları arasındaki bağlantıları bu yüzden bir türlü kuramamıştım.

        Bu bağlantılardan birkaçını, Tarık Demirkan’ın kitabında yazdıkları sayesinde ortaya çıkarabildim. Zira, “Budapeşte’deki Osmanlı Şehzadesi”, yani kitabın konusu olan kişi, Orhan Efendi’nin babası olan Şehzade Abdülkadir Efendi idi ve yazılanlar benim Orhan Efendi’den seneler önce işittiklerimi tamamlıyordu!

        Demirkan, kitabında 1924 sürgününden sonra hanımları ve çocukları ile beraber Avrupa’ya giden, değişik memleketlerde kaldıktan sonra Macaristan’da yaşamaya karar veren Abdülkadir Efendi’nin karşılaştığı büyük sıkıntıları gün yüzü görmemiş hatıralara ve Macar gazetelerinde çıkan haberlere dayanarak anlatıyor. Kitapta şehzadenin hanımlarının birbirlerine girmeleri, Abdülkadir Efendi’nin maalesef üstüste yaptığı hatalar, kafelerde keman çalarak geçimini sağlamaya mecbur olması, parasızlığın getirdiği diğer dertler, Macaristan’dan Bulgaristan’a geçmek zorunda kalması ve nihayet 1944 Mart’ında Sofya’ya yapılan bir müttefik bombardımanında hayatını kaybetmesi, hüzünlü bir filmin sahneleri gibi ardarda yeralıyor.

        Şehzadenin kitapta nakledilen sürgün hayatı sadece dramı değil, bir aksiyon filmini de andırır ve tarihe düşkün olanların yanısıra, sinema meraklılarının da alâkasını çekecek acı bir hikâyedir...

        “MUHTEŞEM GATSBY” İLE BERABER GİBİ...

        * Ertuğrul Osman: “Şehzadenin Yüzyılı. Sultan II. Abdülhamid’in Torunu Ertuğrul Osman Efendi’nin Hatıraları”.

        Ertuğrul Osman Osmanoğlu veya yakınlarının hitap şekli olan “Osman Efendi”, tanıdığım en nazik beyefendilerdendi ve son derece entellektüel tam bir “senyör” idi!

        Sultan Abdülhamid’in torunuydu, 1912’de İstanbul’da doğmuş, hayatı sürgünde geçmiş, sonraları New York’a yerleşmişti; başarılı bir işadamı idi, 1994’te Osmanoğlu ailesinin “reisi” olmuş ve Türkiye’ye yaşlılık senelerinde gelip gitmeye başlamıştı. Ama memleketten ayrıldığı 1924’ten itibaren 80 sene boyunca “vatansız” idi, Türkiye’ye “vatansızlara mahsus” vize alarak gelebiliyordu ve vatandaşlığa 80 sene sonra, 2004’te, başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatı ile tekrar alınmıştı.

        Şehzade Osman Efendi 2009 Eylül’ünde İstanbul’da vefat etti ve Sultanahmet Camii’nden kaldırılan cenazesine hükümet üyeleri de iştirak ettiler.

        Osman Efendi, hatıralarını hanımı Zeynep Osman’ın ısrarı ile New York’ta toparlamaya başlamış ama yazmamış, teybe okumuştu. Doldurduğu bandlar sonraki senelerde yazıya geçirildi ve vefatından 15 yıl sonra kitap olarak yayınlandı.

        Hatıraların sonunda, hanımı Zeynep Tarzi Osman’ın “Hayatımın en güzel hadisesi” başlığı ile kaleme aldığı gayet romantik bir final yeralıyor...

        Osman Efendi’nin hatıralarını okurken 1930’ların ve 40’ların New York’una gidiyor ve şehzadenin çevresinde bulunanları görüp hayrete düşüyorsunuz! Sanat, edebiyat ve musiki tarihinin o devirdeki en meşhur isimleri önünüzde bir geçit resmi yapıyorlar, onların arasında kendinizi “Caz Çağı”na gitmiş ve Scott Fitzgerald’ın iki defa filmi çekilen meşhur romanı “Muhteşem Gatsby”nin figüranı olmuş gibi hissediyorsunuz.

        Bahsettiğim bu üç kitap, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra yaşanan şahsî tarihlerdir ve konuya merakı olanlara çok şeyler öğretecektir.