Gündemdeki her tartışmanın ya da artık alışageldiğimiz haliyle kavganın bir perde arkası var. Ona bakmadığınız sürece tarafların gerçek maksadını anlamak zor.
Ülkemizde de tuhaf biçimde destek bulan bir tez var. "Avrupa, kendi içinde demokrasi ve özgürlük standartlarını yüksek tutuyor. Ancak mesele sözgelimi dünyanın başka sorunlarına ya da ülkelerine gelince farklı duruşlar sergiliyor." Akıllara ziyan bir tez olsa da alıcısı var. Sadece Gazze’ye bakmak, en başta Almanya’nın ortaya koyduğu utanç verici politikayı hatırlamak bile gerçeği göstermeye yeter. Şimdi aynı Avrupa’nın, aşırı sağın yükselişinden yeni Amerikan hegemonyasına kadar devasa sorunları var.
ALMANYA SEÇİMLERİ
Kıtanın en büyük gücü Almanya, seçime hazırlanıyor. 23 Şubat’taki seçim AFD merkezli aşrı sağın yükselişinin nereye kadar uzandığının da resmi olacak.
Son Şansöyle SPD'li Olaf Scholz, seçimdeki en güçlü aday olan Hıristiyan Demokrat Friedrich Merz’i, aşırı sağla işbirliği yapmama yönündeki sözünü tutmamakla suçluyor. Rakibin cevabı ise aşını sağın yükselişinde onun sorumlu olduğu şeklinde.
Almanya’daki seçimlerin bizi doğrudan ilgilendiren iki boyutu var. Öncelikle bu ülkede yaşayan milyonlarca insanımızın, aşırı sağın iktidarda olacağı bir denklemde yaşaması muhtemel sorunlar. İkincisi, AB’nin kalbi olan bu ülkeyle olan ilişkilerimizin kazanacağı yeni boyutlar.
Mesela AB ile olan ilişkilerimizin nereye evrileceği, ticari anlamdaki muazzam rakamların geleceği, bizim merkezinde bulunduğumuz coğrafyada, Suriye ve terör başta olmak üzere yaşanan sorunlarda Almanya’nın nerede duracağı.
AB'NİN TÜRKİYE'YE İLGİSİ
Türkiye’nin Suriye’deki yeni yönetimin inşa sürecindeki rolü, kendisine yönelik ilgiyi artırdığı kadar farklı rekabet alanlarını da ortaya çıkarıyor. Ancak bundan daha büyük etken, yeni Trump döneminde Avrupa’nın yaşadığı krizin ve üzerinde hissettiği ağır baskının ortaya çıkardığı yeni fırsat ve riskler.
Türkiye’nin bölgedeki gücü, nüfusu ve denge kurma kabiliyeti, AB tarafının ilgisini çekse de, buradaki ittifak alanında Ankara’nın muhatabı kesinlikle onlar değil.
İşte buradan TÜSİAD başlığına gelebiliriz.
TÜSİAD'IN POLİTİK ÇIKIŞI
Yaptıkları “politik” çıkışla tartışmalara neden olan TÜSİAD’ın Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, geçtiğimiz Aralık ayında AB üyesi ülkelerin üst düzey temsilcileriyle yapılan toplantıda şu değerlendirmeyi yaptı: "AB-Türkiye entegrasyonu ortaklığının değer ve kural temelli çerçevesinin yeniden canlandırılması sadece arzu edilen değil aynı zamanda gerekli olan bir husus."
Toplantının eşbaşkanı olan Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Thomas Hans Ossowski’nin değerlendirmesi de şöyle: “AB ve Türkiye, Gümrük Birliği sayesinde çok yakın bir ticaret ilişkisine sahip. 2023 yılında ikili ticaret 206 milyar avroyu aşarak yeni bir rekor kırdı ve Türkiye'yi AB'nin beşinci büyük ticaret ortağı hâline getirdi. AB ise, Türkiye'deki en büyük yatırımcı olmaya devam ediyor.”
BÜYÜK TİCARİ ORTAKLIK ÖNEMLİ
Kuşkusuz hepimiz biliyoruz ki bu rakamlar Türkiye ekonomisi için son derece değerli. Yine biliyoruz ki bu iki açıklamayla ortaya konulan çerçeve aynı zamanda politik bir ortaklığın tarifi. Tam da bu nedenle TÜSİAD’ın yaptığı çıkışı “politik” olarak değerlendiriyorum. Buradaki konuşmaların ülkenin önemli sorunlarına işaret etmesiyle, hedefinin aynı yerde olduğunu düşünmüyorum. Bu bir iktidar tarifi, alternatif bir siyasi model arayışı ve çıpası da az önce yukarıda anlattığım ortaklık.
Bunu bir de yeni dönemde ortaya çıkan cumhurbaşkanı adaylığı tartışmalarıyla yanyana koyduğumuza tablo daha da netleşiyor.
GEÇMİŞİ UNUTMAK
Her güç merkezi, mesela bir ekonomik birlik ya da dernek, elbette aynı zamanda politik hedeflere sahip olabilir. Buna iki not düşerek tamamlayalım. Yaşadığınız ülkede geçmişteki benzeri tavırlarınız "siyasete ayar verme" ve “hükümet düşürme” kulvarında ortaya çıkmışsa, ne söylediğinize iki kez dikkat etmeniz gerekebilir.
İkincisi, madem bir taraf seçtiniz ve yerinizi ilan ettiniz. En azından bölgenin ve dünyanın nereye gittiğine dair doğru dürüst bir analize sahip olmanız gerekmez mi? Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir dönemin kapısı aralanmak isteniyorsa, bölgemizdeki gelişmelere ve özellikle de Suriye’den Afrika’ya kadar uzanan geniş alandaki nüfuz alanlarımıza bakmak daha doğru olmaz mı?
“AB çıpası”nı yeniden ve Türkiye merkezli olarak değerlendirme vakti gelmedi mi hala?