Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca Manşetler savcıdan önce konuşuyorsa…
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        23 Mart’ta yapılan CHP’nin cumhurbaşkanı adayını belirlemeye yönelik ön seçiminde 15 milyon oy kullanıldı.

        Bu oyların 13,5 milyonu, CHP üyesi olmayan yurttaşların oy verdiği “dayanışma sandığı”ndan çıktı.

        Bu sonuç, milyonlarca insanın iktidarın ve yargının tezlerine inanmadığını, yapılan operasyonu muhalif seçmenin iradesine müdahale olarak gördüğünü gösterir.

        İktidar korku bariyerine rağmen sokaklara çıkan gençlerin, tek adaylı ön seçim olduğu için başlarda komik ve tartışmalı görünen temayül yoklamasına CHP'li olmamasına rağmen oy atmak için orada bulunan insanların mesajını doğru okumak zorunda.

        Türkiye’de hiçbir yerel yönetim yolsuzluk iddialarının dışında tutulamaz. Bu iddialar elbette soruşturulmalı.

        Ancak cumhurbaşkanı adaylığı için öne çıkmış bir isme dair suçlamaların, daha savcılığın açıklama yapmadığı bir aşamada, tüm detaylarıyla iktidara yakın medya organlarında yayınlanması sürecin adli değil siyasi bir operasyona dönüştüğü izlenimini pekiştiriyor.

        Bu sadece bir sızıntı değil, sürecin kendisini zedeleyen açık bir müdahale biçimi.

        Gazeteci Alican Uludağ’ın aktardığına göre, İstanbul Başsavcılığı’nın gazetecilere “Sorgu halen sürüyor, lütfen sorumsuzca haber yapmayın” mesajı geçmesine rağmen, A.A., TRT sorgu tamamlanmadan tutuklama haberini geçti.

        Kararın, daha avukatlara bile ulaşmadan medyaya servis edildiği anlaşılıyor.

        Hukuki olanla siyasi olan arasındaki fark, çoğu zaman kullanılan yöntemden anlaşılır.

        Ve burada yöntem, adalet değil strateji konuşuyor.

        Bu durum, yalnızca İBB Başkanı’na yöneltilen suçlamalarla sınırlı görülemez.

        Çünkü mesele bir kişiden ibaret değil; mesele, sandıkla kurulmuş temsil hakkının, başka araçlarla zayıflatılması.

        Sokağa çıkan insanlar yolsuzluğu ya da kişisel bir suçu savunmuyor; savundukları şey, sandıkta verdikleri oyun, temsil iradesinin ve demokratik meşruiyetin çiğnenmemesidir.

        Onlar için mesele, bir ismin suçlu olup olmamasından öte, halkın seçtiği bir yöneticinin yargı yoluyla tasfiye edilmesi.

        Bu yüzden öfkeliler, bu yüzden meydanlardalar.

        Çünkü inanıyorlar ki temsil hakkı bir kez gasp edilirse, hiçbir hak güvence altında kalmaz.

        İddiaların doğru olup olmadığını kesin olarak söyleyemeyiz.

        Ama hukukun seçici şekilde işletildiği; savcının bile sayfa sayfa "bilgi" yayan gazetecileri uyarmak zorunda hissettiği bir tabloda, aslında adaletin değil, algının yönetildiğini görmek zor değil.

        Çünkü manşetler savcıdan önce konuşuyorsa, buna adalet değil temsile müdahale denir. Ve demokrasiyi savunmanın kapsama alanında hukukun siyasi hedeflerle araçsallaştırılmasına itiraz etmek de vardır.