Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Doha’da yaptığı son açıklamalar, Türkiye’nin terörle mücadele konusundaki kararlılığını bir kez daha ortaya koyarken, devletin uluslararası sahnedeki ağırlığını ve ciddiyetini de hatırlattı. Fidan, PKK’nın Suriye’deki etkinliğine karşı, “DEAŞ nasıl sistemden çıkarıldıysa PKK da çıkarılacaktır. Ya kendi rızasıyla barış içinde çekilecek, ya da başka türlü çıkarılacak” diyerek son derece net bir ifade kullandı.
Bu sözler bir tehditten ziyade ; Türkiye’nin bölgesel statükoyu kendi güvenlik önceliklerine göre yeniden dizayn etme kararlılığının ilanı.
Fidan’ın Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgusu ise, federatif ya da özerk yapı girişimlerine karşı çizilen kırmızı çizgilerin altını bir kez daha kalın şekildeçiziyor.
Bu açıklamaları yalnızca bir güvenlik politikası olarak değil, çok aktörlü bir sahnede Türkiye'nin ağırlığını yeniden hissettirme çabası olarak da okumak gerekiyor. Ancak bu dış politika söylemi, içerideki siyasi iklimle kesişen bir başka gerilim alanından tamamen âzâde değil.
İmamoğlu’na karşı yürütülen yargı süreciyle gerilen ortam, bir noktada Hakan Fidan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel arasında “haddini bil” tartışmasına evrilmişti. Daha önce objektif ve diplomatik tavrına sıcak bakan en azından mahcup takdir çizgisinde duran muhalifler bile, bu kırılmadan mütevellit gerginlikle şimdi Fidan’ı doğrudan hedefe koyuyorlar. Kimi zaman bir Kıbrıslı gazetecinin iddialarında, kimi zaman da Türkî Cumhuriyetlerin Kıbrıs meselesindeki tutumlarında Fidan’dan hesap soruluyor
Malum, Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan’a Kırgızistan ile Tacikistan’ın da katılmasıyla beş ülke, Birleşmiş Milletler’in 541 ve 550 sayılı kararlarına uyacaklarını, yani KKTC’yi tanımayıp Güney Kıbrıs’ı meşru devlet olarak kabul edeceklerini açıkladı.
Bu adım Türkiye kamuoyunda derin bir hayal kırıklığına yol açtı.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın gelen eleştirilere yanıtı ise eleştirileri daha çok arttırdı: “Ailevi meseleleri kamuoyunun önünde tartışmıyoruz.”
Eleştirilerde haklılık payı var çünkü Türki cumhuriyetlerden gelen bu tür bir darbe izaha muhtaç ve izahı yapması gereken makam da doğal olarak dışişleri.
Ancak, Fidan’ın yaklaşımı da bireysel bir duruş değil; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin dış politikada benimsediği kapalı kriz yönetimi anlayışının tezahürü. Türkiye’de dış politika uzun zamandır, iç kamuoyuna açıklıkla değil, “yüksek çıkar” gerekçesiyle kapalı kapılar ardında yürütülüyor. Fidan’ın tavrı da bu sistemin sınırları içinde şekilleniyor ve dolayısıyla doğrudan kamuoyu reflekslerine açık bir yanıt veremiyor.
Pek tabii şunu da görmek gerekiyor:
Halk duygularını susturmaz.
Beklediği açıklamayı alamadığında da hayal kırıklığını başka yollarla dışa vurur.
Türk dünyasıyla kurulan kardeşlik söylemi sarsılınca, kamuoyunda eski inançlar da sorgulanmaya başladı.
Şu sıralar dolaşan ironik yorumlar bunu açıkça gösteriyor:
“Acaba artık ‘Türkün Kürtten başka dostu yoktur mu demeliyiz? “
Bu tür sorular, yaşanan hayal kırıklığının halkın diline dökülmüş hali.
Ama unutmamak gerekir ki; bir dışişleri bakanının böyle bir lüksü yoktur.
İroni yapamaz. Tepkiyle konuşamaz.
Diplomasi, duygularla değil, devlet aklıyla yürütülür.
Tam da bu yüzden, yaşananları bireysel tavırlarla değil, yapısal bir modelin sonuçlarıyla okumak gerekiyor.
Ve tabii unutmadan…
Bölgesel istikrar, kalıcı barış ve ulusal güvenlik hedefleri; yalnızca askeri başarılarla değil, diplomatik meşruiyet ve içeride sağlanacak toplumsal uzlaşıyla gerçek anlamını bulabilir.
Belki en başta kendimize şu soruyu sormak zorundayız:
Türkiye kendi içinde adaleti ve barışı tesis etmeden, bölgede gerçekten kalıcı bir barış ve denge sağlayabilir mi?
Bugün Türkiye’de en acil ihtiyaç, çok partili demokrasinin kendi iç dinamiklerine saygının yeniden filizlenmesi.
Demokrasinin özü, meşruiyetin sadece iktidara değil, herkese ait olduğunu hatırlamakla korunabilir.
Bu nedenle, muhalefeti ezmeye ya da gayri meşru ilan etmeye çalışan bir siyasal anlayışın değil, muhalefete varlık alanı açan bir mekanizmanın hayat bulması gerekiyor.
Barışı köklendirecek olan şey; yalnızca askeri ya da diplomatik başarılar değil, toplumun her renginin kendini özgürce ifade edebildiği bir demokratik iklimdir.