Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca Bu kez demokrasi sahiden barışa mecbur
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        2009–2015 arasındaki çözüm süreci boyunca, entelektüel çevrelerde sıkça şu cümle dile getirilirdi:

        “Demokrasi olmadan barış olmaz.”

        Barışın ancak temel hak ve özgürlüklerin, eşit yurttaşlığın ve hukukun üstünlüğünün tesis edildiği bir zeminde mümkün olacağı düşünülürdü.

        Bugün ise tablo farklı.

        Görünüşe göre demokrasi bu kez sahiden barışa muhtaç.

        Çünkü ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı ve siyasal katılımın temel koşulları giderek aşındı.

        Son üç hafta oldukça hareketli geçti.

        Sokaklar doldu, cezaevleri doldu, sık sık da insanların içi şişip gözleri doldu.

        Bayram sonrası gençler meydanları terk etmiş görünse de, izler hâlâ taze.

        Gözaltılarla bölünen hayatların, ifade özgürlüğüyle çatışan yargı pratiklerinin ve umutla öfke arasında sıkışan kalabalıkların içinden geçtik.

        CHP’nin kurultayı içeride bir tazelenme çabasıydı belki.

        Ama bu çaba, üzerindeki siyasal baskı bulutlarını dağıtmaya yetmedi.

        Çünkü artık mesele yalnızca bir partinin yenilenmesi değil;

        Türkiye’de siyasetin, düşüncenin ve temsilin var olup olamayacağı.

        Tam da bu noktada iki gelişme dikkat çekti:

        Devlet Bahçeli’nin Türk Gün gazetesinde yayımlanan yazısı ve

        DEM Parti heyetinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yaptığı görüşme.

        DEM heyetinin Erdoğan ile görüşmesinde Efkan Ala ve İbrahim Kalın’ın bulunması da, sürecin yalnızca iç siyaset değil, bölgesel güvenlik ve diplomasiyle de ilgili olduğunu gösteriyor.

        Bu süreç, yalnızca bir “çözüm” değil; demokrasiye benzer bir şeyin ayakta kalabilmesi için kalan son ihtimal olabilir.

        Bütün bu gelişmeler olurken, gözden kaçmaması gereken bir başka yön daha var:

        Devlet Bahçeli’nin Türk Gün gazetesinde kaleme aldığı yazı, sadece bir siyasi refleksin değil, bir sistem içi yeniden düzenleme arayışının izlerini taşıyor.

        22 Ekim’e kadar sadece yürütmedeki güç konsolidasyonu ile ilgili pekiştirici dil kullanan Bahçeli, Öcalan’ı terör örgütünü lağvetmesi için yetkilendirerek adeta çığır açmıştı, 31 Mart tarihli yazısında da başka ezberleri bozdu.

        Belki de ilk kez, her zamanki konuşma ve demeçlerinin genel içeriğini koruyarak da olsa, dilin içine kurumsallaşmayı, katılımı ve rızayı önceleyen ifadeler serpiştirdi.

        En dikkat çeken bölümlerden biri, TBMM’ye atıf yapılan şu satır:

        “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yönetim istikrarını, temsil adaletini ve uzlaşma kültürünü tesis eden yapısını daha da kurumsallaştıracak atılımları yapmak, 28’inci dönem TBMM’nin önemli bir sorumluluğudur.”

        Bu, klasik yürütme merkezli otoriter devlet dilinin ötesinde, yasamaya güç vermenin ve çoğulculuğu yeniden devreye almanın zemin arayışı olarak okunabilir.

        Ayrıca şu cümleler:

        “Yasama-yürütme ilişkilerine, yürütmenin kapsayıcılığına, yargının bağımsız ve tarafsızlığına, katılımcılığa ve temsil adaletine uygun düzenlemeler yapılabilecektir.”

        “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes, eşit hak ve yükümlülüklere sahiptir.”

        Bu alıntılar, “terörsüz Türkiye” sürecinin yalnızca bir güvenlik hamlesi değil; toplumsal uzlaşıya zemin hazırlama ihtimali taşıyan bir çerçeveyle birlikte ele alınabileceğini gösteriyor.

        Evet, sistem hâlâ gücün merkezileşmesine dayalı.

        Ama ilk defa bu güç, temsil, meşruiyet ve katılım üretmeden sürdürülemeyeceği ihtimaliyle karşı karşıya.

        Ve bu yüzden, dildeki o küçük nüanslar, belki de sistemin ilerideki dönüşüm istikametine dair ilk satır araları.

        Bu yazının temel varsayımı şu:

        Türkiye, toplumsal huzuru sadece güvenlik politikasıyla değil, demokratik standartlarla inşa edebilir.

        Ve eğer bir umut kalmışsa, bu umut artık sadece “kim ne kazanır?” değil, “ülke ne kazanabilir?” sorusuna verilen cevapta saklıdır.