Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca Sistemde aranan: Ayar mı, dönüşüm mü?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye siyasetinde son günlerde yaşanan gelişmeler ilk bakışta birbirinden kopuk gibi görünse de, aslında aynı temel krizin farklı yüzleriyle karşı karşıyayız:

        Yönetişimde aksama, temsilde zayıflık ve güvende aşınma.

        Sırrı Süreyya Önder’in anmasında CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yönelik gerçekleştirilen fiziksel saldırı, siyasetteki kutuplaşmanın artık yalnızca retorik düzeyde değil, fiziki bir gerilime dönüştüğünü gösterdi. Dakikalar içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Özel’i telefonla arayarak “Bu, bütün siyasete yönelmiş bir saldırıdır” demesi ve geçmiş olsun dileğinde bulunması ise, siyasal nezaket adına olumlu bir jest olarak kayda geçti.

        Fakat bu jestin bir başka anlamı daha vardı:

        Sistem, kendini korumaya yönelik bir “ayar” ihtiyacını hissetmişti.

        Tam da bu noktada, CHP lideri Özel’in verdiği mesaj dikkat çekiciydi.

        Saldırının “münferit” ya da “bir meczubun işi” gibi sunulmasına karşı çıktı. Ancak meseleyi doğrudan kurumsal bir yönlendirmeye bağlamak yerine, ilgili kurum içinde belli yapıların ya da kişilerin olası dahline işaret etti. İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısının adını doğrudan anması, ama bunu tüm teşkilatı töhmet altında bırakmadan yapması, sert görünmekle beraber o sertliği dengeleme çabasını da gösterdi.

        Bu yaklaşım bir yönüyle muhtemel bir ihmali işaret ederken, diğer yandan siyasete yönelen şiddetin bireysel vakalarla açıklanamayacak kadar derin ve yapısal olduğunu düşündürüyor.

        Türkiye, bir kez daha sadece siyasal figürleri değil, siyaset yapma biçimini ve kurumsal refleksleri tartışmak zorunda.

        “Yumuşama” çağrıları değerli.

        Nezaket dili, siyasetteki zehirli iklimi yumuşatabilir.

        Ancak bunlar yapısal bir dönüşümle desteklenmediğinde, sadece geçici rahatlamalar sağlar.

        Gerçek değişim; yalnızca dilde değil, sistemin tümünde bir revizyonu gerektirir.

        Tam da bu nedenle, son dönemlerde merkez aktörler “sistemin taşıma kapasitesi” üzerine daha sık konuşmaya başladı. Peş peşe gelen krizler, sistemin artık kendini taşıyamadığına dair güçlü işaretler veriyor.

        Bugün mesele bir dil tartışması değil artık, doğrudan tutum, eylem, müdahale söz konusu.

        Sivil siyaseti kriminalize eden ve meşru muhalefeti sorgulayan yaklaşımlar, siyasetin doğal zeminini aşındırıyor.

        Bu arada, AK Parti içinde “yasama organını daha etkili kılma” arayışları da konuşuluyor. Ancak bu arayışlar, yüksek sesle değil; kapalı kapılar ardında, çekingen ve sınırlı biçimde yürütülüyor.

        Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin oluşumunda belirleyici rol üstlenen aktörlerin sistem üzerindeki etkisi nedeniyle, bu alandaki her değerlendirme temkinle yapılıyor.

        CHP ise 6’lı Masa sürecinden bu yana “güçlendirilmiş parlamenter sistem” vurgusunu sürdürüyor.

        İki taraf çok farklı yerlerden hareket etse de, karşılıklı bir yeniden yapılandırma ihtimali, daha doğrusu zorunluluğun dayattığı ihtimal, gitgide daha görünür hâle geliyor.

        NE OLABİLİR?

        Bu noktada ortaklaşabilecek bazı teknik başlıklar var:

        1. Başkanlık sisteminin devamı sağlanırken, Meclis’in denetim gücü artırılabilir.Bu öneri, sistemin başkanlık modeli içinde kalarak denetim mekanizmalarının güçlendirilmesini öngörür.

        Dolayısıyla yürütme şekli değişmeden, anayasa değişikliği için gerekli uzlaşma korunabilir.

        Cumhur İttifakı’nın yapısını zorunlu olarak ortadan kaldırmaz; ittifak içi dengeleri yeniden tanımlayabilir ama dağıtmaz.

        2. Cumhurbaşkanının tarafsızlığı ya da 50+1 şartının esnetilmesi gündeme gelebilir.Bu öneriler yürütmenin doğasını değiştirmez; ancak Cumhurbaşkanlığı makamının daha tarafsız bir zemine çekilmesi ve 50+1 zorunluluğunun gevşetilmesi, siyasi kutuplaşmayı azaltabilir.

        Ancak bu seçenek, sistemin denetlenmesi ya da çoğulculuk üretmesi açısından sınırlı katkı sunar.

        Esas fark, karar alma hızında değil, siyasal iklimde olabilir. Bu tür bir değişiklik, rotayı çevirmek değil, geminin hızını ayarlamak gibidir: dalgaları azaltabilir ama yönü değiştirmez.

        Bu arada… Anayasa değişikliği için gereken 360 milletvekili; AK Parti (265) + CHP (129) ile teknik olarak mümkün (394).

        (Referandumsuz doğrudan değişiklik için 400 oy gerekiyor.)

        Söz konusu olan, yürütme-yasama dengesini yeniden tanımlamak, Cumhurbaşkanlığı makamını tarafsızlaştırmak ve Meclis’in denetim gücünü artırmak gibi yapısal başlıklarda bir uzlaşma sağlayabilmek.

        Yani masaya oturmak mümkün — ama hangi anayasal maddeyle, hangi siyasal niyetle oturulacağı hâlâ belirsiz.

        Nitekim teknik olanaklar ve zorunluluklar ile “siyasi gerçeklik” de her zaman örtüşmüyor.

        Sistem içinde belirleyici rol oynayan aktörlerin pozisyonu, muhalefetle kurulabilecek yapıcı temasların önünde bir bariyer oluşturuyor.

        Muhalefetin meşruiyeti tartışmalı hâle geldikçe, dahası bazı aktörler cumhur ittifakını cumhurbaşkanlığı hükümet modelinin hem bekçisi hem jandarması olmaya zorladıkça sistemi rahatlatabilecek anayasal uzlaşma zemini de doğal olarak daralıyor.

        Ancak sıkışma da artmış durumda.

        Sistemi sırtında taşıyan kesimlerin olağanüstü mutsuzluğu ve daralan siyaset alanı önümüzdeki aylarda öyle ya da böyle mevcut denklemde erken seçim mi, revizyon mu, revizyon referandumu mu, seçeneklerini daha çok konuşturacak.

        Çünkü şunu herkes biliyor, direnenler de anladı.

        Siyasetin çözüm üretmeyen, sadece sadakat inşa eden bir yapıya dönüşmesi; ülkeyi ileri götürmüyor, içe kapatıyor. Hep söylüyorum yeniden hatırlatacağım: Petrol zengini emirliklerin ya da Asyatik rejimlerin denge, denetleme, şeffaflık olmadan -ve tabii öyle yüksek vergiler de almadan- yönetme lüksü olabilir ama bu ülkeyi yönetmeye talip olanların yok.

        Türkiye’nin kaynakları yerin altında değil, üzerinde: Çalışan insanlar. Özgür olursa çalışan, güvende olursa istihdam yaratan, adaletten yana müsterih olursa emeği ve sermayesi serbestçe dolaşacak ve değer üretecek olan ve en başta tabii ki, tüm bunları ‘refaha kavuşma ihtimali varsa’ yapacak olan insanlar.

        Onlara forsa olmak dışında bir şans vermeyen yapının değişimi bu yüzden elzem. Çünkü taşıyıcı kolon kırılırsa taşınanın ne kadar ağır, büyük, gösterişli olduğunun önemi kalmaz.