Türkiye’de uzun süredir büyüme rakamları konuşuluyor, enflasyon başlı başına bir başlık.
Ama başka bir şey daha var:
Çalışmak isteyen milyonlarca insan, hâlâ sistemin kıyısında bekliyor.
İLKE Vakfı’nın yayımladığı Dezavantajlı Çalışanlar Raporu, bir tabloyu gözümüze sokarak değil, görmezden geldiğimiz sessizlikleri açığa çıkararak konuşuyor.
Engellilerden kadınlara, göçmenlerden yaşlı bireylere uzanan yedi farklı grubu mercek altına alıyor.
Ve aslında şunu hatırlatıyor:
Çalışamamak çoğu zaman kişisel değil, yapısal bir sonuçtur.
Çünkü bir işe ulaşmak; sadece yetenekle değil, ulaşım ağıyla, sosyal çevreyle, eğitimle, bakımla, ön yargıyla şekillenir.
Ve bu zincir, çoğu zaman birilerini dışında bırakmak üzere kurulmuştur.
Kimler, neden dışarda?
Raporun gösterdiği tablo net:
Engelli bireyler, kota sisteminin işlevsizliği ve yaygın önyargılar nedeniyle dışarıda tutuluyor.
Kadınlar, hâlâ görünmeyen ama çok iyi bilinen yükler altında:
Çocuk bakımı, ücret eşitsizliği, terfi engelleri.
Gençler, eğitimin onlara vadettiği hayata ulaşamıyor; mezuniyetle başlayan değil, tedirginlikle ertelenen bir geçiş süreci yaşıyorlar.
Çocuklar hâlâ tarlada, hizmet sektöründe, kayıtsız bir hayatın içinde.
Göçmenler, yasal korumaya uzanamayacak kadar kırılgan.
Eski hükümlüler, yeniden yaşama değil yeniden suç sarmalına yönlendiriliyor.
Ve sonra bir grup daha var:
Hakkında çok az konuşulan, ama yok sayıldığında herkesin sessizce bir şey kaybettiği insanlar:
Yaşlılar.
Sadece ülke değil emek de yaşlanıyor
Bir dönem sokak röportajlarında gençleri sıkıştıran o meşhur “telefonunu çıkar” repliğiyle hafızaya kazınan yaşlılık figürü, uzun süre sadece mizah konusu oldu.
Bir de “emekli maaşı yetmiyor” cümlesiyle anılan, kenara çekilmiş, gün sayan bir başka yaşlılık temsili vardı.
Oysa yaş, bazı şeyleri eksiltirken bazılarını büyütür:
Sabır, denge, hafıza, gözetme duygusu…
2024 itibarıyla Türkiye nüfusunun %10,6’sını oluşturan 65 yaş üstü bireylerin çalışma hayatına katılım oranı yalnızca %12,2.
Ve bu katılım çoğunlukla tarım gibi düşük gelirli sektörlere sıkışmış durumda.
Eğer bir toplum, deneyimi sadece törenlerde anıyor ama gündelik hayatta dışlıyorsa, oradaki kriz sadece ekonomik olmakla kalmaz, kültürel de olur.
Raporun kıymetli tarafı, sadece sorunu göstermesi değil; ne yapılabileceğine dair gerçekçi yollar önermesi.
Yaşlılar için söylenenler aslında herkes için geçerli olacak kadar sistemsel:
Tüm bunlar sadece istihdam politikası değil; dayanışmayı yeniden kurma biçimi olarak anlatılmış.
Yaş kaç olursa olsun
Bir kişinin çalışamaması, çoğu zaman bireysel tercih değil.
Toplumun sunduğu imkân haritasına bakınca, bazılarının baştan dışarıda bırakıldığı açıkça görülüyor.
Yaşlı bireylerin katkısı; ellerinin değil, anlatacaklarının, duruşlarının, gölgesinin değerinde saklı.
Ve bugün bu ülkenin gençlere olduğu kadar, yaşını tamamlamış ama sesini yitirmemiş olanlara da ihtiyacı var.
Raporun sonunda yer verilen ayet, bunu hatırlatıyor:
“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm, 39)
Sistem ise onların ellerinden tutmak için, önce seslerini duymak zorunda.
Çünkü ülke yaşlanıyor.
Ve bunun çözümü her kadına zorla çocuk yaptırmak değil; yaş almış ama özellikle bilgisayar kullanımı ve dijital alanlarda adaptasyon zorluğu yaşayan bireyleri, yetenekleri, hatıraları ve deneyimleriyle birlikte sisteme entegre etmenin yolunu bulmak.