Türkiye’de ne zaman boykot gündeme gelse aklıma Mor ve Ötesi’nin Coca Cola’nın sponsor olduğu bir festivali protesto edip Fanta sponsorluğunda turneye çıkması gelir. Önceki gün gece gündüz Halk TV izleyen bir tanıdığım da boykotun biraz abartıldığını iddia ediyordu. Kiracılarından birinin Espressolab olduğunu söylemeden tabii.
İstiklal Caddesi’ndeki Espressolab’in anaakımda pek yer almayan gerçek müşteri kitlesi ne yapsın? Han kapandı, Burger King’den kovuldular, epey zamandır caddenin başındaki kahve zincirini çark alanı olarak bellemişlerdi. Güvenlik falan getirdiler, yine fayda etmedi. Üst kata çıktığınızda yeni bir av gelmiş gibi hemen süzmeye başlıyor oturanlar. Onlar nereye gidecekler?
Türkiye çoğumuzun şahsi çıkarlarıyla politik beklentilerinin çatıştığı bir ülke. Belki bu yüzden başka ülkelerde işleyen demokratik itiraz yöntemleri bizde tutmuyor. Toplum tepkisini sadece sandıkta gösteriyor, demokrasinin imkan tanıdığı boykot ya da protestolarsa bir süre sonra kendi kendine çözülüyor.
CHP HALİNDEN MEMNUN
Birkaç gün önce ülkeyi sarsacak gibi duran sokak eylemleri Pikachu esprilerine indirgendi. İş ciddiyetinden sapıp bir mizah üretme yarışına dönüştü; tıpkı Gezi’de olduğu gibi. Bu toplumsal tepkinin yumuşaması için bir fırsattı, araya bayram tatili girince de kimsenin itiraz edecek hali kalmadı. Hükümet de zaten bunu hesapladığı için bayram tatilini uzattı, ama onları kim suçlayabilir? Siyaset bir hesap işi ve herkes kendisini koruyacak.
Hükümetin bir başka bildiği de karşısındaki muhalefetin cılızlığı. Türkiye’yi alternatifsizliğe sürükleyen muhalefet çok kolay tatmin oluyor. İstanbul belediyesinin kalması, partinin kongre yapıp esip gürleyen genel başkanının yeniden seçilmesi CHP için yeterli olmuşa benziyor. İftar, bayramlaşma derken fabrika ayarlarına dönen CHP hemen kurultayda olduğu gibi kendi içinde kavgaya başladı. Türkiye hiç ama hiç değişmiyor.
Muhalefetin belki de tek başarısı hükümeti boykot konusunda paniğe sürüklemek, koskoca bakanların teatral süpermarket şovlarına başvurması oldu. Bunlara da gerek yoktu halbuki, çünkü Türkiye sosyolojisini bilen biri bu gibi kitlesel eylemlerin çok kısa sürede kendi kendini imha edeceğini anlar.
İSTANBUL FİLM FESTİVALİ’NE GİTMEYECEK MİYİZ
Bakın bir örnek vereyim: Beyaz Türkler bugünlerde İKSV’yi ve başlamak üzere olan İstanbul Film Festivali’ni boykot etmeyi kendi aralarında tartışıyor. İstanbul Film Festivali’ne gitmek kadar Beyaz Türk kartına onay damgası vurduran başka bir etkinlik daha yok. Ama İKSV’nin özellikle Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına kurumsal bir tepki göstermemesi boykotun bir nedeni. Bir başka nedense LGBT+…bu harflerden çok sıkıldım o yüzden eşcinsel diyeceğim doğrudan…eşcinsel filmler temalı “Neredesin Aşkım!” bölümünün olmaması.
Milliyet’ten Asu Maro’ya kulak kabartalım: “Önce bir dönüp söz konusu bölüme bakarsak, dediğimiz gibi ilk kez 2014’te eklenmiş programa, 2015 ve 2016’da konmamış, 2017’de konmuş. Aynı şekilde Çiçek İstemez bölümü 2013’te Kadın Hikâyeleri adıyla konmuş, 2018’e kadar bir daha kendisinden haber alınamamış. 2018’de Çiçek İstemez adıyla programa eklenmiş. 2021’de Neredesin Aşkım gene yok. Hani ilk kez ‘yok edilmiş’ değil, bazen oluyor, bazen olmuyor.” Eşcinsel karşıtı olduğunu söylemenin imkansız olduğu festival yöneticisi Kerem Ayan da ellerinde bu sene festivalde özel alan ayıracak kadar çok benzer temada film olmadığını söylüyor.
Boykot etmeli mi etmemeli mi?
İKSV’nin İmamoğlu konusundaki sessizliğine tepki de haklı değil. Bir kere vakfın yöneticileri her gün, belki de arkadaşları olduğu için ama fark etmez, belediyenin kültür işlerinde sorumlu Murat Abbas’ın tutukluğunu hatırlatıyorlar. Hatta daha önce Zorlu’da organizatörlük yapan “Mabbas”ı “kültür elçisi” diye abartıyorlar da; yine arkadaşları olduğu için. “Mabbas” tabii ki bir kültür elçisi değil, ama tutuklu olmak zorunda da değil.
Öte yandan, kurumsal sessizliğe de itiraz etmiyorum. Daha önceki Bienal tartışmalarında olduğu gibi Türkiye’deki enteljiansiyanın yerleşik kurumları yakıp-yıkmalarındansa sahip çıkmaları gerektiğini düşünüyorum. İktidar sürekli kültürel iktidarı ele geçirememeye vurgu yaparken öyle ya da böyle, gerektiğinde taviz de vererek olsa, İKSV gibi kurumların ayakta kalması hayati önem taşıyor. Hele hele alternatifi Caz Festivali’nde Mustafa Ceceli konseri, Film Festivali’nde de “Minyeli Abdullah” restorasyonuysa. Hepimiz belli ölçüde jonglör olmak zorundayız; Antalya Film Festivali’nin nasıl iptal edildiğini unutmayalım.
FERİT ŞAHENK’İN SUÇU NE
Ben de yıllarca Ferit Şahenk’e kızdım, özellikle de Galataport’taki hiçbir mekana gitmiyorum ve yazmıyorum. Kendimce kamusal alana güvenlikle girilmesini boykot ediyorum yıllardır. Ama her toplumsal itirazda ilk olarak Ferit Şahenk’in hedef gösterilmesini de anlayamıyorum.
Öfke NTV’nin yayın politikasına, anlıyorum. Sanırım biraz da Şahenk bu iktidarla özdeş iş adamlarının aksine Beyaz Türk ve muhalif mahalledenmiş gibi algılandığı için daha çok tepki çekiyor.
NTV, tıpkı diğer televizyon gibi, özel bir televizyon kanalı ve istediği gibi yayın yapma hakkına sahip. Sabahtan akşama kadar Özgür Özel’in konuşmalarını vermeye mecbur değil. Kaldı ki, kurulduğu günden beri NTV her zaman daha soğuk, mesafeli, Türkiye neredeyse bir İskandinav ülkesiymiş gibi yayın yapan bir haber kanalı oldu. Kaldı ki serbest piyasa tüketiciye seçim hakkı da veriyor; sabahtan akşama CHP borazanlığı yapan kanallar da var artık. İşin ironik tarafı NTV gibi kanalları hedefe alan muhalefet gizliden gizliye kendi desteklediği yayın organlarının etkisizliğini de itiraf ediyor. İllaki diğer kanalların onayına ihtiyacı var sanki, ancak o sayede kendini meşru hissedebiliyor gibi.
Şahenk’i özel olarak vurguluyorum çünkü en önemli özelliği yeni zengin olmaması. Muhalefet için tıpkı kültürel iktidar gibi eski sermaye de korunması gereken bir mevki çünkü. Ama gündelik gazla bu nüanslar kayboluyor.
15 DAKİKA VE 15 YIL
Dikkat ederseniz son derece kuvvetli bir ekonomik silah olabilecek boykot birkaç günde insanların gıcık olduğunu boykot listesine eklemeye başladı. Gençlik, servet düşmanlığı, öfke, kıskançlık; hepsi birbirine girdi. Suyu çıktı, bireyselleşti, silaha dönüştü.
İşin trajik tarafı, Türk toplumunun en iyi bildiği şey gaz vermek sonra da yarı yolda bırakmaktır. Boykota çağırdığınız için işsiz kalan ve büyük ihtimalle yıllarca işsiz kalacak o oyuncuların elektrik faturasını günü geldiğinde kim ödeyecek? Sizin gazınızla hükümete küfredip hapse giren biri, bırakın serbest kalmayı, kendisine nasıl avukat tutacak? İyi avukatların kaç paradan telefona çıktığını kaç gaz veren biliyor? ABD gibi protestonun anayasal bir hak olduğu ve sık sık başvurulduğu ülkelerde en azından insanlar başkaları için elini cebine atıyor, yardım kampanyaları düzenleniyor, fonlar oluşturuluyor. Biz hemen ortadan kaybolmayı iyi biliriz.
Kürsüden ona buna boykot çağrısı yapan, Volkswagen otomobillerinin distribütörlüğü gibi gülünesi konulara takılan Özgür Özel şimdi kendi 15 dakikasını yaşıyor. Oysa geride koca bir 15 yıl var: CHP’lilerin oylarıyla Kürt milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırıldığı ve seçilmiş vekillerin böylece hapse girdiği; bünyesinde üç eski genel yayın yönetmeni barındıran bir partinin basın özgürlüğünü anayasal güvence altına almak için hiçbir adım atmadığı; muhalefet partisinin özgür basın yerine kendi yandaş medyasını kurmakla vakit harcadığı; mühürsüz oy pusulalarına itiraz edilmediği; gerektiğinde Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmadığı; seçmene önce bir “light İslamcı” ardından yerküredeki bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında seçilmeyecek tek kişinin dayatıldığı; muhalefet partisinin kumpas operasyonlarına aracılık yapan tetikçi yayın organlarının hakkını savunduğu bir koca 15 yıl. Daha sayayım mı?
Özgür Özel oradaydı ve hiçbirini boykot etmedi. Yaptıklarının artık yetersizliktense planlı bir kötülükten kaynaklandığını düşündüğüm bir önceki genel başkana bir gün ama bir gün bile itiraz etmedi. Ve tren çoktan kalktı, o da güya bir uyanış yaşıyor. Ver Mehter’i! Belki Gezi’den beri yedek kulübesinde bekleyip yeniden gündeme gelmek için can atan Şebnem Sönmez’i falan ikna edebilir, harekete geçirebilir, ama ben şimdi festivalde izlemek istediğim filmleri seçeceğim.