Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Başkan ve bir adamı
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        BÖLÜM BİR

        Tanıdığım kadarıyla Murat Ongun

        Avukat Yiğit Akalın’ın sosyal medyada paylaştığı bir not duruyor önümde. Murat Ongun'un eski sekreteri, yeni sekreteri, özel kalemi, şoförü, kendisi, ekibi, avukatı ve sonunda eşi gözaltına alındı,” diyor. “Çok dosya gördüm, 20 yıllık avukatım. Ama tek bir kişinin bu kadar hedef alındığını görmedim."

        Ongun bir buçuk ay öncesine kadar Türkiye’nin en güçlü isimlerinden biriydi. Televizyon gazeteci olarak başladığı kariyerinde hayal edemeyeceği, baş döndürücü bir yükselişti. Eğer seçim olsa ve Ekrem İmamoğlu kazansa Cumhurbaşkanı’nın bir numaralı yardımcısı olacak, Giresun’dan çıktığı yolculuğu Türkiye’yi yönetmekle devam edecekti.

        Ancak şimdi hapishanede. İstanbul Belediyesi’yle ilgili soruşturmada da bütün parmaklar ona işaret ediyor. Herkes ama herkes bir şekilde olanlardan onu sorumlu tutuyor, diğerleri yakasını kurtarsa bile günah keçisi o olacakmış gibi gözüküyor.

        Önceki gün çok yakınındaki birine “Galiba Belediye’de görev yaparken birkaç kişiyi biraz küstürmüş,” dedim. “Bugün hiç kimse onun yardımına koşmuyor sanki.” Aldığım yanıt “Birkaç kişiyi mi? Biraz mı?” oldu.

        Benim tanıdığım Murat Ongun bu değildi halbuki. Ama bir değil, birden fazla Murat Ongun var.

        HEP ÇALIŞMAK ZORUNDA OLDU

        2017 yılı olmalı, ortak bir tanıdığımızdan bir telefon aldım. Acaba Murat Ongun’u Habertürk’e önerir miydim? Medyada geçirdiğim yıllarda hiç kimseye kefil olmamayı öğrendim, personel işlerine karışmamayı da. O yüzden ilkesel olarak, hatta Babıali geleneklerini çiğneyerek neredeyse hiç kimseyi bir yerlere tavsiye etmiyorum.

        Önermiş olsam bile beni dinlerler miydi, o da ayrı konu. Yönetici değilim, gazeteye bile gitmiyorum, hatta işyerim başka, evim bambaşka bir ülkede. İçeriye o kadar uzağım.

        Aslında Murat Ongun’u önermek istemiştim. Ancak Ufuk Güldemir zamanında Habertürk’te çalışmıştı, sonradan Ciner Grubu kanalı satın aldığında da ayrılmıştı. Nedenini bilmiyorum, ama genelde medyada bir yere geri dönmek kolay olmuyor. Konu da hemen kapandı zaten.

        Bildiğim, en azından 2017 gibi Ongun’un ciddi anlamda çalışmaya ihtiyacı olduğu, kirli işlere bulaşmamış her gazeteci gibi geçimini ancak çalışarak sağlayabileceğiydi.

        2009 yılında, yine benzer bir ihtiyaçtan, o sırada sunduğum bir televizyon programında editör olarak işe başlamıştı. Kendi konumunun, şöhretinin çok altında bir işti. Oğlu yeni doğmuş olmasına rağmen sabahlara kadar muazzam bir disiplinle çalışırdı.

        Ekrem İmamoğlu’nun sonradan ondan neden hata üzerine hata yapmasına rağmen vazgeçmediğini hep Ongun’un çalışkanlığına bağladım. Bir de Labrador sadakatine. Bir siyasetçinin ömrü boyunca aradığı adam oydu.

        Beylikdüzü Belediyesi’nde çalışmaya başlaması, Ekrem İmamoğlu’yla tanışması biraz da mecburiyetten olmalı. Yöneticilik yapmış, ana haber sunmuş, sesi ve fiziği televizyona çok uygun Ongun’un medyada çok daha parıltılı bir kariyeri olması gerekirdi. Kamera onu seviyordu. Daha Ankara’da muhabirlik yaparken ekrana ilk çıktığında potansiyelini belli ediyordu. Kendisinden birkaç yaş büyük olan Cüneyt Özdemir ve Mirgün Cabas gibi Ankara’dan çıkan yakışıklı muhabir kuşağının bir temsilcisiydi.

        SADECE GÜZELLİK YETMEZ

        Yakışıklığının kendisi de farkındaydı. Giresun’da Hamdi Bozbağ Anadolu Lisesi’nde okurken zaman zaman atletiyle evinin balkonuna çıkar ve sahilden geçenlerin yüreklerini hoplatırdı. Önünden Karadeniz Otobanı geçmese neredeyse denizin üzerinde olabilecek o apartman dairesinde asker babası ve memur annesiyle gerçek bir orta sınıf çocuğu olarak büyüdü. Ablası sonradan doktor oldu. Çalışma disiplini ve sadakati de orada edindiği orta sınıf ahlakından gelse gerek.

        2001 yılında Ataköy Regatta’nın otoparkında sarı bir Megane’ın içinde eşi Gözdem bana Ongun’un hazırlanmasının kendisinden bile uzun sürdüğünü anlatıyordu. Uzun uzun aynada kendisini inceler, saçının tek bir teliyle bile ilgilenirmiş. Kendisini abartılı derecede beğeniyordu.

        Bir ara saçlarını jöleyle geriye doğru yapıştırıp ekrana çıkardı. Jöle aynı dönemde bir başka ekran yüzüyle özdeşleşince hemen vazgeçti.

        Güzel insanlar hayata her zaman başkalarından birkaç adım önde başlar. Ama televizyonda istikrar için sadece güzel olmak ya da doğru konuşmak yetmez. Hatta bazen güzel görünmeyip doğru konuşmayanlar bile büyük star olur; bkz. Birand, Muhtar

        Murat Ongun’un kusuru kendisini hiç geliştirmemesi, yetersizliğini gidermeye çalışmamasıydı. Yabancı dili bile yetersizdi örneğin. Entelektüel derinliğiyse hemen hiç. Muhabir olarak yola çıkıp bambaşka yerlere varan Cabas ve Özdemir’den en büyük eksikliği de buydu. Belki deli gibi çalışıyordu, ama kendisini geliştirmek için hiç çalışmıyordu. Belki de geçim derdi gibi öncelikleri engeldi, bunu da yargılamıyorum.

        Belki çok parıltılı değildi ama pekala hala televizyonda çalışabilirdi. Bence sistem biraz ona haksızlık etti.

        SÜRPRİZ YÜKSELİŞ

        Ekrem İmamoğlu’yla çalışmaya başladığında Murat Ongun benim için artık sadece bir Facebook arkadaşıydı. Birlikte hazırladığımız program, ikimizin de dışındaki sebeplerden dolayı bitince, yapımcısı da paramın üzerine yatınca, eskisi gibi her gün konuşmamızı gerektirecek bir durum yoktu artık. Bir ara CNN Türk’te yerel yönetimleri de kapsayan, Pazar günleri boşluk doldurmak için yayınlanan paralı bir programda sunuculuk yapıyordu. İmamoğlu’yla da öyle tanışmış olmalılar. Karadenizliler birbirlerini bulur.

        Ben ise Facebook’ta Ongun’un paylaştığı fotoğraflar sayesinde, belki pek çok kişiden önce, Beylikdüzü’nde İmamoğlu diye bir adam olduğunu ve iyi işler yaptığını öğrendim. Hatta CHP’nin İstanbul için onu düşündüğü konuşulduğunda da içimden ‘Umarım o olur ama kazanamaz,’ diye geçirmiştim. Çünkü, doğruya doğru, Beylikdüzü hiç kimsenin umurunda değildi.

        İmamoğlu da o ilk seçimde kazanacağını düşünmüyordu, hatta bir dönem daha Beylikdüzü’nde kalıp sonra aday olmak istediğini genel merkeze bildirmişti bile. İşler herkesin beklediğinden hızlı ilerledi. CHP’nin eski genel başkanı belki yine kazanmasın diye onu seçti ama halkı peşinden sürükleme gücü yadsınamayacak İmamoğlu herkesi şaşırttı. En başta da kendisini. Ve İstanbul’u aynı sene iki kere kazandı.

        Murat Ongun’u da ikinci seçimden çok kısa bir süre sonra Beylikdüzü’nde İmamoğlu’yla söyleşi yaptığımda gördüm. Seçim kampanyası sırasında hiç ama hiç haberleşmemiştik. İki eski arkadaş gibi biraz havadan sudan muhabbet ettik, sonra bana büyük bir jest yaparak İmamoğlu’yla söyleşinin dışında bolca vakit geçirmemi sağladı. Golf arabasıyla parkı gezdik, söyleşinin getirdiği kısıtlamaların ötesinde sohbet etme fırsatı bulduk. Hatta Ongun o gün görüntülerimizi çekti.

        Sonra da onu bir daha görmedim. Tanıdığım Murat Ongun buraya kadar. Bundan sonrası ikinci bir Murat Ongun. Çok tipik bir güç zehirlenmesi, sınıf intikamı ve kibir öyküsü.

        BÖLÜM İKİ

        Eko-sistem’in evladı

        Murat Ongun’un bir gün Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nın sağ kolu olabilme ihtimalini 10 sene önce söyleseler şaka-mısınız-çocuklar diye kahkahayı basardım. Eminim kendisi de gülerdi. Bugün geldiği noktanın da kendisi için de şaşırtıcı olduğuna eminim. Zira siyaset mecburen girdiği bir işti. Medyada iş bulamadığı için.

        Ongun’un medyadan uzak kaldığı yıllarda gazetecilere karşı belli bir kin beslediğini tahmin etmek zor değil. Bu öfkenin kamuoyuna ilk yansıması bilim program yaptığı için Fatih Altaylı’ya attığı öfke dolu bir mail. İkilinin yazışması karşılıklı hakaretlere varınca yargıya ama önce medya sitelerine taşındı.

        Mesleğin dışında kalanların, dahası uzun süre dönemeyenlerin öfkeyle dolup taşması anlaşılabilir. Murat Ongun’un intikamı daha farklı oldu. Bir anda, dışarıda bırakıldığı medya ekosistemine alternatif bir “Eko-sistem” kurarak hakim olmaya başladı. Kısa sürede birçok gazeteciyi yönetebilecek, en azından yönlendirebilecek noktadaydı.

        Bu konuda yeterli bir tecrübesi, stratejik aklı yoktu gerçi. Ama bir zamanlar nefret ettiği, ona iş vermeyen, onu görmezden gelen dev isimler bile şimdi “bir sonraki Cumhurbaşkanı”na ulaşabilmek için kapısında bekliyor, randevu dileniyordu.

        AK Partili yılların yan ürünü olan medyadan tam biat beklentisi muhalefeti de zehirledi. Ongun da İmamoğlu hakkında yazacak gazetecilerden tam biat bekliyor, hatta çetele tutuyordu. Kısa sürede kendi ordusunu yaratmış, Başkan’ın tercih ettiği bir gazeteci sınıfı oluşturmuştu. İmamoğlu her ne kadar hoşgörülü gözükse de ekibi en ufak bir eleştiriye bile itiraz ediyordu. Daha şimdiden cımbızla çalışmaya başlamışlardı.

        İMAMOĞLU’NUN GAZETECİLERİ

        Ne yalan söyleyeyim, ben bu soruşturma başlayana kadar Belediye’nin belli gazetecileri amiyane tabirle “beslediğinden” emindim, ama şu bir buçuk ayda ikna edici tek bir kanıt, tek bir belge bile çıkmadı.

        Türkiye’deki gazetecilerin kendilerini kullandırmaya ne kadar elverişli olduğunu, sadece gücün yanında durabilmek için karşılıksız kendilerini siyasetin hizmetine açtıklarını unutmayalım. Ongun ve patronu İmamoğlu’nun böylesi bir biat ordusu için illaki maddi kaynak kullanmaları gerekmiyor. El kaldırıp bu işe gönüllü olan o kadar çok kişi bulunur ki.

        İmamoğlu’na yakın bir gazeteci bana bu “Eko-Sistem”in “90’ların başında İstanbul Belediyesi’nin desteklediği medya kuruluşlarından çok farklı olmadığı”nı söyledi. “Kanal 7 falan nasıl çıktı? Hepimiz izlerdik o dönem.”

        Kanal 7’yle bugün İmamoğlu’nu destekleyen gazeteciler arasında bir sürü fark var, en başta da nitelik farkı. Arkasında iletişim uzmanı Nabi Avcı gibi isimlerin olduğu, Kürşat Bumin gibi bir entelektüelin katkıda bulunduğu, Ahmet Hakan’ın ilk kez ekrana çıktığı ve gerçekten fark yarattığı o dönemin Kanal 7’si anaakıma alternatif bir platformdu. Bütün ‘niche’ siyasi hareketler gibi ittifak yaparak büyüme stratejisi güttü. 28 Şubat döneminde ekranını solculara da açarak ana akıma karşı alternatif, hatta muhalif ve entelektüel bir yayın çizgisi benimsedi. Bugün iktidar medyasının hep-destek-tam-destek gazeteciliğe ulaşması yıllar sürdü.

        İmamoğlu ise bu emeklemeleri, ilk adımları hiçe sayarak daha ilk günden biat medyası istedi. Bu Murat Ongun’un tercihi miydi, İmamoğlu’nun isteği mi bilmiyorum. Genellikle liderlerin en yakınındaki Ongun tipi adamları patronlarından bağımsız karar almazlar, gerekirse kötü polis rolünü oynarlar. Bu aklı kimin verdiğine dair bazı şüphelerim var ama fazlasıyla spekülatif.

        Fikir kiminse çok kötü düşünülmüş, kötü uygulanmış ve zamanını ıskalamış bir projeydi sonuçta. Erdoğan’ın oyun kitabını birebir kopyalamak bir kere iki dönemin farklı dinamikleri olduğunu görmezden gelmekti. Dahası, iki dönemi kıyaslamasını istediğim bir siyasi stratejistin bana özetlediği gibi “Reis’in rakibi Reis değildi.”

        KİBİR DOLU BİR ÜSLUP

        Murat Ongun benim özellikle geçen Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP içindeki kavgaları, partinin liderlik katından itibaren İmamoğlu’nu ekarte etmek istediğini ayrıntılarıyla yazmamı kabullenemedi. Bir CHP yöneticisinin seçimdeki potansiyel adayla ilgili bana “Herkes olur ama Ekrem olamaz,” demesini ve benim de bunu aynen yazmamı affetmedi. Bu yazıdan sonra Ongun’a yakın bazı mecralarda hedef gösterildim, buradan biliyorum.

        O dönem tamamen profesyonel sebeplerle ama başka bir vesileyle ona ulaştığımda aldığım yanıtları güvendiğim birkaç kişiye gösterdim. Herkes üsluptaki kibir ve küstahlıkta benimle hemfikirdi. Bir ara ‘Şimdi böyleyse kim bilir biraz daha güç elde ettiğinde nasıl olur,’ diye aklımdan geçirdim.

        Belki başka nedeni vardır, ama fazlasıyla kişiseldi. Ben yine de profesyonel olduğunu varsayıp İmamoğlu’nun işine gelmeyecek yazılarıma vuruyorum. Dönem dönem sorduğum bazı soruları, yürüyen merdivenlerin neden çalışmadığı ya da bu konuyla ilgili kimlerin muhatabımız olduğu gibi soruları yanıtsız bıraktı.

        Bunu hatırlatmamın nedeni “Birkaç kişiyi küstürmüş,” dediğimde “Birkaç kişiyi mi?” itirazını açıklamak. Bana bile böyle davrandıysa kim bilir başkalarına neler yapmıştır.

        Belki de işi başından aşkındı. İtalya ve Karadeniz gezileri, kayak tatili, kar fırtınasındaki balıkçı gibi ardı ardına gelen PR rezaletinin ardından kellesi alınmamış ama basın sözcülüğü makamı kaldırılmıştı. Aslında hala gazetecilerle doğrudan muhatap oluyordu ama anladığım kadarıyla işi artık bir tür “propaganda müdürlüğü”ydü.

        Bir yandan da vaktinin bir bölümünü yılbaşı partilerinde, yaz tatillerinde havuz başında akıl hocası bellediği insanlarla birlikte yeni Türkiye’yi tasarlıyordu. Herkes aslında onu kullanıyordu, herkesin ondan bir çıkarı ve beklentisi vardı. Ve galiba farkında değildi. Yıllarca görmezden gelindikten sonra bu güç sofrasının ortasında olmak ve stratejiye yön veriyormuş gibi gözükmek hoşuna gitmiş, gözü kamaşmıştı. Büyük ihtimalle hiçbir zaman o sıkıntı çektiği günlere geri dönmek istemiyordu. İçindeki birikmiş öfke onu tanıyanlar tarafından manipüle edilmeye müsaitti.

        Bir yanıyla her ne kadar o sofralarda baş köşelerde ağırlansa da özünde hala eski Kilise yeni Şehir Müzesi’nin olduğu sokaktan çıkan saf ve bakir Anadolu çocuğuydu. Yoldan çıkarılmaya elverişli.

        ACARKENT’TEKİ EV

        Bir insan kirası maaşının kat be kat üstünde bir evde, kendisi ödemese dahi neden oturmayı kabul eder? Ekselsiyor Apartmanı’nda falan otursa en azından göze batmazdı. Site istiyorsa eminim Alkent’te Hıncal’ınki olmasa da bir bahçe dubleksi bulunurdu.

        Ancak 350 bin TL’ye, üstelik kirasını da Başkan’a ödeterek, daha çok futbolcuların ve şarkıcıların tercih ettiği Acarkent’te villa tutmak ya şuursuzlukla açıklanabilir, ya da güçten gözünün dönmesiyle. Bu örnekte her ikisi de geçerli: Gücün hiçbir zaman elinden alınamayacağını zannedecek kadar şuursuz olmalı. Hiçbir şey yapmamış olsa dahi bu evin etrafında oluşan şüphe yeteri kadar yıpratıcı.

        Burası Ortadoğu, siyaset her zaman bel altı oyunlarla oynanır. Ongun’un nereden geldiği belli. Kendi ailesinin, bir dönem tur gezilerinde rehber olarak çalışan eşinin malvarlığı ortada. Şaşa ve lüks yaşam böylesi birinde illaki göze batar, ayak bağı olurdu. Dahası, çok daha iddialı bir makama oynarken bütün gözlerin üzerinde olacağını bilip, başkalarından yedi kat daha dikkatli davranması gerekirdi. Bu durum İmamoğlu için de geçerli.

        Ben Murat Ongun’a baktığımda sadakatinin bedelini ödemiş bir emir eri görüyorum. Bir ara Ulaşım A.Ş.’nin başına geçmişti. Bu alanda hiçbir tecrübesi olmamasına rağmen belki Başkan istemiş, o da tereddüt dahi etmeden evet demiş. Sonraki yıllarda da tamamen patronuna sadakatten kim bilir hangi odalarda bulundu, hangi olaylara tanıklık etti, hangi kağıtlara imza attı. Şimdi yavaş yavaş hepsinin bedeli ona ödettiriliyor.

        Avukatı Serkan Günel’in bana aktardığına göre Ongun’un belediyede görev yaptığı yıllarda mal varlığında herhangi bir artış olmadı. Buna inanıyorum. “Yarış atı varmış,” dediğimde de bir arkadaşıyla ortak yatırım amaçlı girdiklerini, ev ya da arsa alamadıkları için o dönem makul bir fırsat olduğunu düşündüklerini aktardı. Zaten 50-60 bin TL gibi bir paraymış. (Günel’le gözaltına alınmadan önce konuştum.)

        Murat Ongun’un yerinde kim olsa belki aynısını yapardı, belki aynısını yapmaya mecbur kalırdı. Tek söyleyebileceğim yazık. Sadece tutuklandığı için değil, en çok da yalnız bırakıldığı için yazık. İlk birkaç hafta da olsa Mabbas’ın bile arkadaşları vardı ama tutuklandığından beri Murat Ongun’un arkadaşlarını arıyorum, bulamıyorum. Hiç kimse onu savunmuyor, hatta adını dahi anmıyor. Bilakis herkes onu biraz daha yakmak için ağız birliği etmiş gibi gözüküyor. Soruşturma da sanki haddinden fazla ona yoğunlaşıyor.

        O zaten içeride, İmamoğlu serbest kalmadıkça kendisinin de özgürlüğe kavuşamayacağını biliyor.

        Aynı sofraları paylaştığı, beraber tatiller yaptığı, stratejik hamleler planladığı, Türkiye’yi yönetme hayalleri kurduğu arkadaşları, akıl hocaları peki? Doğrusu Ege’ye yaz geliyor. Yazlıktaki mobilyaların üzerindeki örtüler açılıyor, evler havalandırılıyor. Tekne denize indiriliyor ve gidilecek Yunan adalarının rotası belirleniyor. Burası Ortadoğu demiştim, düşenin dostu olmaz.