Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Rolls-Royce davetinde keyifli anlar yaşandı
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye ekonomisiyle ilgili son zamanlarda okuduğum en çarpıcı haber geçtiğimiz günlerde 10 Haber’de karşıma çıktı. Rolls-Royce geçtiğimiz günlerde Türkiye’de bir organizasyonla üç yeni modelini tanıttı. Demek ki dünyanın en pahalı otomobili olarak bilinen bir markanın Türkiye’de ciddi anlamda bir alıcısı var. Türkiye pazarı o kadar önem kazanmış ki marka bu topraklarda tanıtım toplantısı bile yapıyor.

        Üstelik Rolls-Royce bu davetleri birkaç senedir veriyor. Alem’den öğrendiğime göre geçen sene Raif Dinçkök ve Ali Karacan gibi isimler benzer bir davete. Zaten bir süredir İstanbul’da özel bayii de var markanın. Türkiye’de herhangi bir otomobilin, tıpkı iPhone gibi, yurtdışından birkaç kat daha pahalıya satıldığını unutmayalım. ÖTV, ÖTV’nin KDV’si gibi abartılı vergi yüküne rağmen beli ki Rolls-Royce burada iyi satıyor.

        Bir zamanlar yollarda görmeyi hayal edemeyeceğimiz pek çok otomobile artık her gün sıklıkla rastlıyoruz. Yeni para Mercedes’in G-Wagon serisini tercih ediyor mesela; yıllar ama çok yıllar önce Hülya Avşar bir tane aldığında gazetelere haber olmuştu. Çok da uzak olmayan bir geçmişte ancak futbolcuların kullandığı pek çok otomobil bugün site otoparklarında ikinci, üçüncü araç olarak bekliyor.

        PARİS VE NEW YORK’TA YOK

        Birkaç gün Çeşme’deydim. Her gün plaja gitmek için kullandığımız İzmir-Çeşme yolunda da yandan tüm haşmetiyle bir Rolls-Royce geçiyordu. Çeşme’de Ağustos ayında görmeye alışık olduğumuz pahalı otomobillerin—bir keresinde Lamborghini görmüştüm—aksine bir gurbetçiye ait değil, İstanbul plakalıydı. Çeşme’nin yolları için iyi söz söylemek mümkün değil, insan iyi bir otomobili burada kullanmaya kıyamaz. Ama Rolls’un sahibi için hiç sorun değildi. Kolay kazanınca, kolay harcanıyor demek ki.

        Popüler olup Arap ve Rus zenginlerini çekmeye başladıktan sonra Mykonos’un daracık sokaklarında da Rolls-Royce otomobiller belirir oldu. Ultra zenginler özel olarak bu araçlarını adaya getiriyorlar. Ama Çeşme ne kadar istense de Mykonos değil, küçük bir köy hala.

        Bir senedir Paris ve New York arasında gidip geliyorum, bu pahalı otomobillerden sokakta bol bol gördüğümü hatırlamıyorum. Belki Plaza Athénée’nin önünde rastlamışımdır birkaç kez, ama ünlülerin ve Arap zenginlerinin kaldığı bir otelin önünde normal. Geçen yaz İstanbul’da bir haftada yedi tane Maybach gördüm; bir tanesi Fulya’da rastgele bir sokağa park edilmişti. Paris’in en lüks oteliyle İstanbul’un en karaktersiz orta sınıf semti arasındaki bu otomobil ortaklığı o zaman da dikkatimi çekmişti. New York’taysa 15 yılda galiba toplam iki kere Maybach gördüm, bir tanesi Kanye West’indi.

        Bu işlerden anlayan bir işadamı tanıdığıma sorduğumda Türkiye’deki yüksek faiz oranlarını işaret etti. Belli bir birikimi olan kesim için Türkiye hiç çalışmadan lüks içinde yaşamak için mükemmel bir ülke. İki yıldır döviz kurundaki artış asgari düzeyde, buna karşılık bir ara yüzde 55’e varan mevduat faizleri zenginlerin daha fazla zengin olmasını sağladı.

        Sadece zenginlerin de değil. Elimde bir veri yok, sadece gözleme dayanarak aktarabilirim ama çok az birikimi olanların da bu yüksek faizden faydalandıklarını biliyorum. Parasını faize koyup İstanbul’dan taşınan, işinden ayrılıp o paranın faiziyle Anadolu’ya çok pahalı olmayan bir şehre taşınan insanlar var. İki-üç yıldır bu şekilde yaşıyorlar, ana paranın faizi bütün masraflarını karşılıyor.

        1 milyon TL’si olan sene sonunda 1.5 milyon TL kazanıyor. 10 milyon, 100 milyon TL birikimi olanı düşünün. Danıştığım iş adamının bana söylediği de buydu. O kadar çok kolay para var ki, astronomik fiyata da olsa lüks otomobil almaktan çekinmeyen bir kesim var.

        Sadece Rolls-Royce ya da Maybach otomobiller de değil. Geceliği bin Euro’dan daha fazla olan oteller müşteri çekmeye devam ediyor. Türkbükü’nde yazın ortasında tekneyi bağlayacak yer bulmak mümkün değil. Eskiden sınırlı sayıda zenginin ayrıcalığı gibi gözüken tekne, lüks otomobil, hatta özel uçak sayısı orantısız ölçüde arttı. Geçmişte sınırlı sayıda olduğu için kimler Rolls-Royce’a biniyor, bilinirdi. Şimdiyse Çeşme’de bile rastgele karşımıza çıkıveriyor.

        KRİZ HEM VAR HEM YOK

        Ekonomist Mahfi Eğilmez kendi web sitesinde önceki gün “İnsanlar olmayan parasını nereye harcıyor?” diye soruyordu. Zira bir süredir kime sorsanız sıkıntı çekiyor, ciddi bir kesim birikim yapamamaktan yakınıyor. Hepimizin geliri son yıllarda epey azaldı, dolayısıyla harcama kapasitemiz de. Ama bir yandan da Rolls-Royce satışları artıyor, pek çok kişinin örnek verdiği gibi café ve restoranlar hafta içi en ölü günlerde bile tıklım tıklım dolu.

        Ekonomi iyi mi kötü mü, sorusunun yanıtı herkesin baktığı yere göre değişiyor. Eğilmez rakamlarla konuşuyor: “2024’te tahmin edilen aylık 45,344 liralık tüketim harcamasını yalnızca en yüksek gelire sahip 17,1 milyon kişi” yapabiliyor. Bir başka deyişle toplumda yaklaşık 35 milyon kişi TÜİK tarafından hesaplanan aylık tüketim düzeyini karşılayacak gelir elde ediyor, yaklaşık 51 milyon kişinin geliriyse bu tutarın altında.

        “En yüksek gelir elde eden iki gruba (yaklaşık 35 milyon kişi) baktığımızda toplumun iyi bir yaşam sürdürdüğünü, istediği şeyleri alabildiğini, tatile gidebildiği kanısına varıyoruz,” diye yazıyor Eğilmez. “Buna karşılık bu grubun dışındakilere (yaklaşık 50 milyon kişi) baktığımızda diyoruz ki ‘kriz var.’ Tuhaf ama ikisi de doğru: Kimine göre sorun yok, kimine göre kriz var.”

        Hiç kimsenin bu modelin sürdürülebilir olduğuna inandığını zannetmiyorum. Belki ilgisiz ama aklıma geldi. Rolls-Royce’un alıştıklarımızdan farklı olarak, ters açılan kapılarına “suicide doors” denir: intihar kapıları.