Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Mine G. geçmişiyle ve erkeklerle hesaplaşıyor
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Mine G. Kırıkkanat hakkında okurları ve gazetecilerin belli bir fikri illaki vardır. Kuvvetli kaleminin yanında kutuplaştırıcı, tepki çeken bir karakter bile denebilir. AK Parti’nin yükselişinden itibaren sürdürdüğü istikrarlı itiraz çizgisi onu bir nevi yerli Jakobenizm’e itti. Lumpen sınıfın eğlence anlayışını eleştirdiği “Halkımız eğleniyor” yazısı yüzünden henüz bu sözcük yaygın dolaşıma girmemişken ‘iptal’ edildi; adını en geniş kitlelere duyurduğu Radikal’deki köşesinden oldu. Yıllar içinde kitaplar yazdı, televizyonlara çıktı, polemikler başlattı. Ama bütün bunlardan önce sadece Mine’ydi.

        “Barut: Her Şeyin Bedeli Var” adlı yeni kitabı o daha Mine G. Kırıkkanat olmadan bitiveriyor. Bu ilk kitap o daha gazeteci olmadan bitiveriyor. O ana kadar kitap çevirmenliği, anaokulu öğretmenliği, “özel sektör çalışanı” oluyor ve mizah yazarlığıyla basına giriyor. Kendisiyle özdeşleşen Paris’e bile henüz yerleşmemiş, Mine G. Saulnier de olmamış. Ama bir yandan da hep aynı insan: ilk yıllarında bile kavgacı, inatçı, entelektüel, çalışkan. Hayatının bu çok kısa ilk dilimine bile onca başka hayat sığdırmayı başarmış. Çetin Altan’la yaşadığı aşk da dahil.

        AK PARTİLİ BOZKIR VE KOZANOĞLU AİLESİYLE AKRABA

        Mine’nin G.’si oğlu Gökçe’den geliyor. Babasının soyadı Kırıkkanat’ı çok geç kullanmaya başlıyor. İlk yazıları Mine Asova, sonradan da Mine Gökçe olarak çıkıyor.

        Gökçe’nin babası Kozan Asova hayatta bir türlü başarılı olamayan, Kırıkkanat’ın daha lisede nişanlanıp genç evlendiği sosyalist ve idealist bir fotoğrafçı. Ayrıcalıklı bir Nişantaşı ailesinden geliyor, şair Cenap Muhittin Kozanoğlu’nun torunu. Annesi Mefküre Asova, dayısı Cem Kozanoğlu, teyzesi Ferda Kozanoğlu.

        Cem Kozanoğlu’nun oğulları bugün pek çoğumuzun çok iyi tanıdığı sosyolog-yazar Can Kozanoğlu ve iktisat profesörü Hayri Kozanoğlu. Bir de yurtdışında yaşayan diğer ağabeyleri Bülent Kozanoğlu var; onun da oğlunun adı da Cem. Alkolizm dededen toruna Kozanoğlu’nu esir alıyor. Kırıkkanat’ın Kozan Asova’yla da evliliği bu yüzden bitiyor.

        Kırıkkanat’ın tek ilginç akrabalık bağı bu değil. Kuzeni Volkan Bozkır; AK Parti’nin sevdiği nadir “monşer”lerden. Emekli Büyükelçi sonra milletvekilliği de yapıyor; kızı Okşan ise Lucca’nın sahibi Cem Mirap’la evli.

        Pek çok Beyaz Türk ailesinde olduğu gibi aile ağacı evliliklerle zenginleşip çeşitleniyor. Kırıkkanat’ın babası bugün Cumhuriyet eliti diye küçümsenen bir zümrenin mensubu: Paris’te Ecole Polytechnique’te okuyan, sonzzz®rra da Türk ordusuna giren bir subay. Tıpkı Volkan Bozkır’ın babası gibi Fethi Bozkır gibi. Fethi Bozkır ordudan tasfiye edilince CHP’ye düşman olup Adalet Partisi saflarına geçiyor, aile toplantılarında da CHP’li Kırıkkanat’larla bir araya geldiklerinde politika konuşulamıyor. Belli ki aile-ilişkilerine-politikayı-sokmayalım kuralı bugün de geçerli. Çünkü Volkan Bozkır ne kadar AK Partiliyse Mine Kırıkkanat o kadar karşıtı.

        YAŞAR KEMAL’İN “AĞABEYİ”NİN TACİZİ

        Milliyet Yayınları’nda kitap çevirisiyle yazı dünyasına ilk adımını atıyor Kırıkkanat. Daha sonra kitaplarına hayran olduğu Yaşar Kemal’le tanışmak için Ararat’ın kapısını çalıyor. “Tabii öyle olmadı,” diye anlatıyor. “Ona çok benzeyen iri yarı bir adam çıktı karşımıza. (…) Çok konuşuyor ve hiç güven vermiyordu, ayrıca Ararat’ın yayımladığı birbirinden önemli kitapları da okumuşa benzemiyordu.”

        Kendisini “Yaşar Kemal’in kardeşiyim,” diye tanıtan Ramazan Yaşar çıkıyor; “ağabeyinin” kitaplarını yayımlayan Ararat Yayınevi’nin sahibi: “Ramazan Yaşar kardeşinin yayınevine pek uğramadığını söyledi. (…) Yahudi eşi Tilda’yı çekiştirince, kardeşi ya da değil, Yaşar Kemal ile aralarının açık olduğunu anladık.”

        Bazı kaynaklar gerçek ismi Kemal Yaşar olan Yaşar Kemal’in Ararat Yayınevi’nin sahibi Ramazan Yaşar’ın kardeşi olduğunu yazıyor. Ömrünün son 20 yılında Yaşar Kemal’le çok yakın olan sanatçı Ahmet Güneştekin bana “Yaşar Baba’yla her konuyu konuşurduk ama hiçbir zaman bir kardeşi olduğu bilgisi geçmedi ve bunu ilk defa duyuyorum,” diye yazdı. “Sadece üvey kardeşi vardı. Yani babasını öldüren evlatlık, onun dışında kardeşi yoktu.”

        Kırıkkanat’a “Demir Ökçe” romanını çevirttiriyor, telifini ödemiyor Yaşar. Telifini ödemek için ofisine çağırdığındaysa zorla dudağına yapışıp taciz ediyor. Bu olaydan sonra Kırıkkanat’ın ilkel erkek egemenliğine karşı nasıl nefret beslediğini, ama hep direndiğini de anlıyoruz. Tanıyanlar Kırıkkanat’ın kavgacı bir kişiliği olduğunu bilir; erken yaşında başına gelen bu olayların kavgacı karakterini bir savunma mekanizması olarak şekillendirdiği bile düşünebilir.

        Kırıkkanat aslında erkekler için tam bir tehdit: Dönemin popüler mankeni Twiggy gibi ince bir bedene sahip; ifadesi ve duruşuyla adeta İtalyan sinemasından fırlamış bir ‘femme fatale,’ ama bir Hitchcock sarışını değil; aksine çok zeki, çok da çalışkan bir kadın. Ramazan Yaşar’dan önce iş görüşmesi yaptığı bir işadamı da akşamında kapısına dayanıyor, ona açık açık “metresi olmasını” teklif ediyor. Tacize uğramadan çalıştığı tek kurumsa “eşcinsel değilse aseksüel olduğunu hepimiz biliyorduk” dediği Çelik Gülersoy’un yönettiği Turing.

        “ÇOCUĞUMUN KATİLİ EROL GÜNAYDIN”

        Mine Kırıkkanat hayatta asla affetmeyeceği isimlerden birinin tiyatrocu Erol Günaydın olduğunu yazıyor. Herkesin çok sevdiği Günaydın’ı ilk oğlunu ölümünden sorumlu tutuyor: “Benim ilk çocuğumun katilidir. Ona yarım yüzyıldır beslediğim kin hiç azalmadı.” (Şeffaflık için not: Evine defalarca gittiğim Günaydın’ı tanıdım, kızlarıyla arkadaşım.)

        Turing toplantısı ve Erol Günaydın’ın tiyatrosu aynı salonu aynı anda bir planlama hatası olarak tutunca tiyatrocu öfkeden deliriyor, bağırmaya başlıyor. “Erol Günaydın beni hışımla yaklaşıp önüme dikildi,” diye yazıyor. “Uzun olmasa bile iri kıyım bir adamdı. Yüzü öfkeden allak bullak, yedi aylık hamileliğinde 48 kiloya çıkabilmiş beni kollarımdan tuttu, hakaretler etti, sonunda ‘Orospu!’ diye bağırdı.” O günün akşamında feci bir baş ağrısıyla Taksim İlkyardım’a gidiyor, doktorlar “Zamanında geldiniz, müdahale etmeseydik ölebilirdiniz,” diyor. Birkaç gün sonra da evde suyu boşalıyor, erken doğum yapmaya zorlanıyor.

        1 kilo 900 gram ağırlığında doğan oğluna Kerem adını veriyor. Doktorlar Kerem’in kuvözde kalmasına karar veriyor, ancak o gün İstanbul genelindeki elektrik kesintisi hastaneyi de vuruyor. “Kuvöz demek elektrik demekti,” diye yazıyor. Araya birilerini sokarak jeneratör bulsalar da “Artık çok geçti. Olan olmuştu.”

        Kerem hastaneden taburcu olduktan iki gün sonra tekrar hastaneye kaldırılıyor, ama ertesi gün hayatını kaybediyor. Zincirlikuyu’ya, dedesi Cenap Muhittin Kozanoğlu’nun yanına defnediliyor.

        Bir kadın bu acıdan nasıl toparlanır? Tanıştığı bir doktor ona “çivi çiviyi söker” diyerek yeniden hamile kalmasını öneriyor. Kırıkkanat’ın oğlu Gökçe bugün başarılı bir bilgisayar mühedisi.

        ÇETİN ALTAN’LA YAŞANAN AŞK

        İki darbe arasında kalmış Çetin Altan’a o yıllarda gazetelerde yazı yazdırılmıyor. Hayatı boyunca sadece yazı yazan Altan geçimini mizah dergileri için kaleme aldığı siyasete bulaşmayan portre gibi yazılarıyla sürdürüyor. Çok yakın arkadaşı diye tanımladığı Abdi İpekçi bile onu Milliyet’e alamıyor, patron Ercüment Karacan’ı ikna edemiyor. Altan ve Kırıkkanat, böyle bir dönemde, aynı mizah dergisinde çalışmaya başlıyorlar ve kısa süre sonra aralarında aşk başlıyor.

        Kırıkkanat daha önce de Çetin Altan’la ilişkisinden bahsetmişti. “Barut”ta bu aşkın en ayrıntılı dökümü var. Fotoğraflar ve mektuplarla, günlükte tutulan notlarla ayrıntılı bir şekilde belgelenmiş. Bir de Çetin Altan’ın utanç verici düzeydeki seksist fıkraları; bunar ilk kez gün yüzüne çıkıyor.

        Çetin Altan tanıştıklarında çocuklarının annesi Kerime’yle hala evli; zaten öldükten sonra bile bir başkasıyla evlenmiyor. Ancak varlıklı ailesinin bu evliliği kabul etmemesi yüzünden Göztepe’de sonradan apartman olacak köşkte değil, Basınköy’de pek çok kitabını yazdığı evde yaşıyor. Çok içen alma alkolik olmayan, uzun monologlar halinde konuşan Altan bir gece Kerime’nin konakta çalışan bir hizmetli olduğunu, aralarında seks ilişkisi yaşandıktan sonra hamile kalınca evlenmek zorunda kaldıklarını anlatıyor. Iraklı bir Kürt olduğunu da ekliyor.

        “Çetin’in Kerime’yle evliliklerine ilişkin itirafları bundan ibaretti. ‘Ayrı dünyalardanız’ derken köylü ve cahil olduğunu sezdirdiği Kerime’nin konakta ne iş yaptığını; ona tecavüz mü ettiğini yoksa gönüllü mü birlikte olduklarını tabi iki merak ettim, sormaya cesaret edemedim,” diye anlatıyor Kırıkkanat.

        Bu soruların yanıtını yıllar sonra Çetin Altan’ın yeğeninden alıyor: “Çetin Altan’ın babasının sekreteriydi. Ve yasak ilişkileri baba ile oğlu ölüme kadar ayırmıştı.” Çetin Altan meşhur “Dertleşme” yazısında oğlu doğup borç istediğinde babasının “Hangi taş sertse gitsin başını ona vursun,” dediğini yazar.

        ALTAN KARDEŞLER

        Kırıkkanat’a göre Altan’ın ilk oğlu Ahmet’in politik görüşlerini de annesinin hayatıyla şekilleniyor: “Kerime ister Kürt olsun, ister Arap asıllı; büyük burjuva bir ailenin oğluyla ilişkiye girdi diye aşağılanmıştı. Bu aşağılanma (…) Ahmet Altan’ın Türk düşmanlığını da, Kürtçülüğünü de açıklar diye düşünüyorum.”

        Mine Kırıkkanat eski sevgilisinin diğer oğlu Mehmet Altan’ın Fransa’ya gitmesine de kendisinin vesile olduğunu söylüyor. “Başarısız eğitim süreci ve acıklı yetersizlikteki Fransızcasıyla, Fransa’dan asla yüksek öğrenim bursu falan alamazdı,” diye yazıyor. “Çetin Altan’a tanıştırdığım ‘Fransa’nın gölge büyükelçisi’ Marc Bernardin, babasının hatırına Mehmet Altan’a Fransa’dan burs çıkarttı.”

        Kırıkkanat’ın iddiasına göre Mehmet Altan’ın Sorbonne’daki yüksek lisans ve doktora tezleri “berbattı” ve “her ikisinde de hem içerik hem de Fransızcası ismi bende saklı yetkin bir kişi tarafından yeniden yazıldı.”

        MELİH CEVDET VE ÇETİN ALTAN’IN KAVGASI

        Mine Kırıkkanat ve Çetin Altan’ın aşk hayatına dair en bilinen efsanelerden biri Hıfzı Topuz’un anılarında yer alır. Melih Cevdet Anday ve Çetin Altan’ın bir Noël akşamı Paris’teki evinde Mine Kırıkkanat uğruna kavga ettiklerini yazar Topuz. Bu kavganın nasıl geliştiğinin ayrıntılı dökümü de “Barut”ta var.

        Topuz’un Ile Saint-Louis’deki evinde akşam yemeğine gidiyorlar bir akşam. Anday ve Altan içtikçe sohbet uzuyor, sohbet uzadıkça birbirlerini övüyorlar. Muhabbet o kadar uzuyor ki Kırıkkanat koltukta, Topuz da kıyafetlerini bile çıkarmadan yatağında sızıyor. Anday ve Altan içmeye ve sohbet etmeye devam ederken birden kavgaya tutuşuyorlar. Öyle böyle bir kavga değil bu, birinin alta kaldığı, sonra diğerinin üste çıktığı, güreş gibi bir kavga bu. Yatağından fırlayan Hıfzı Topuz bile ayıramıyor onları. Mine Kırıkkanat bir ara makarna tenceresinden Anday’ın kafasına su boşaltıyor, yetmiyor, sonunda tencereyle vuruyor. Zar zor evden çıkıyorlar.

        Çetin Altan’ın sonradan itiraf ettiğine göre Melih Cevdet Anday onu gecenin ilerleyen saatlerinde kendi sevgilisine asılmakla suçlamış. Kavga Topuz’un yazdığının aksine Mine yüzünden değil, Anday’ın sonradan evlendiği Suna adlı sevgilisine geçmişte Altan’ın kur yapması yüzünden çıkmış.

        Kırıkkanat zaman içinde bu olayı yazdığını, söyleşilerinde anlattığını belirtiyor. Ama buna rağmen hepimiz iki büyük yazarın onun için kavga ettiğini hatırlıyoruz. İnanmak istediğimize inanıyoruz çünkü.

        12 EYLÜL’DE ÜÇ AYDININ FRANSA’DAKİ TAVRI

        Mine Kırıkkanat’ın kitabının yarısı Çetin Altan’a ayrılmış. İlişki Altan yeniden Milliyet’e yazmaya başladıktan sonra bitiş sürecine giriyor. Altan’a Milliyet yolu ancak Abdi İpekçi’nin ölümünden sonra açılıyor, patron Karacan ikna ediliyor. Ancak Altan’ı da yakın arkadaşının katlinden sonra öldürülme korkusu alıyor, tehdit telefonlarından korkuyor.

        12 Eylül darbesi Çetin Altan’ı konferans için gittiği Fransa’da yakalıyor. Kırıkkanat’ın eşlik ettiği konferansa Yaşar Kemal ve Mümtaz Soysal da katılıyor. Darbe olunca gazeteciler bu üç meşhur Türk yazarına görüşlerini soruyor, ama üçü de askeri rejimden korktuklarından geçiştiriyorlar.

        Sonunda Mümtaz Soysal’ın açıklama yapmasına karar veriliyor. “Tam bir sat boyunca engin ve zengin Fransızcasıyla her şeyi söyleyip hiçbir şey söylememek üstüne kurulu bir söylev veren Mümtaz Soysal gazetecileri ağda gibi çektikçe uzayan diplomasi diliyle bayılttı,” diye yazıyor. Sonunda Fransızlar ne dediğini anlamıyor, özellikle de “bir askeri cuntada hayatta ve özgür kalma çabalarını.”

        Beraber konferansa gitmelerine, dostluk yapmalarına rağmen Çetin Altan’ın Yaşar Kemal’i kıskandığını iddia ediyor Kırıkkanat. Nobel’e aday gösterilen Yaşar Kemal’in önünü kesmek için, Çetin Altan’ın sıkıyönetim komutanlarına onu şikayet ettiğini, Kürtçülük propagandası yaptığını söylediğini yazıyor.

        12 Eylül’den sonra bir süre daha Fransa’da kalıyor Altan. Orada kendisine gösterilen ilgiden memnun. Her ne kadar geçim sıkıntısı çekse, cebindeki franklar değerini kaybetse de seyahatini uzatıyor. Oradaki dergilere yazılar yazıyor, söyleşiler veriyor, sürgündeki yazar hayatı yaşıyor. İlişki bir süre karşılıklı mektuplaşmalarla ilerliyor, ancak İstanbul’a geri döndüğünde Kırıkkanat’ı Fransız bir matematik öğretmeniyle evlilik planları yaparken buluyor.

        Bu evliliğin bir aşk değil, bir anlamda çekim alanı çok kuvvetli Altan’dan kurtuluş olduğu anlaşılıyor satır aralarında. Ancak ikisi de sarsılıyor. Kitapta Altan’ın ayrılıkları üzerine yazdığı makaleler yer alıyor; Altan’ın gazetedeki satırları Kırıkkanat’ın belleğinde kalan kavga esnasında söylenen sözcüklerle örtüşüyor. Bu yazılar sürdükçe Altan’ı unutamıyor.

        Çetin Altan bir başka erkeğin Mine Kırıkkanat’ı sadece “Çetin Altan’ın sevgilisi olduğu için” istediğini, asla onunla evlenmeyeceğini düşünüyor. Oysa Bernard Saulnier’nin Çetin Altan’dan haberi bile yok. Evlenmek istediği kadının yaşlı sevgilisi olarak görüyor onu.

        Nitekim evleniyorlar ve Mine Gökçe artık Mine G. Saulnier oluyor. Benim de adını Milliyet Paris temsilcisi olarak tanıdığım, o dönem kitaplarında da kullandığı imzasıyla. Kitap tam da 1981 yılında, bu noktada bitiyor.

        Ama henüz tanışmadığı Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Ertuğrul Özkök, Umur Talu gibi bir dönem basına yön vermiş isimlerle fotoğrafları var sayfalarda. Bir anlamda gelecek kitapların fragmanı, ünlü isimlerle yaşanmış hikayelerin devamının geleceğinin müjdecisi. İkinci cilt seneye gelecekmiş. Ama bu yazı hızı, hırsı ve hafızasının keskinliğiyle 2025’e kadar üç-dört cilt daha gelir. 500 TL’lik etiket fiyatıyla Kırmızı Kedi Kitapevi’ndeki en pahalı kitap Kırıkkanat’ınki, ama böyle bol malzeme olduğu için her kuruşuna değiyor.