Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Eşcinsel medya patronu nasıl kadın modacıyla evlendi
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Barry Diller’ı sadece eşcinsel bir medya patronuna indirgemek haksızlık olur. Belki dünyada bir Rupert Murdoch kadar tanınmıyor olabilir, ama onun bugünlere gelmesinde de çok etkili bir medya patronu. Birlikte Fox TV’yi kurduklarında ABD’de sadece üç ana akım kanal vardı ve pazara girmek çok zordu. Başta “The Simpsons” olmak üzer “Cops” ve “Married… with Children” dizileriyle dördüncü büyüğü yarattılar.

        Diller daha önce Paramount stüdyolarının başındaydı ve orada da “Saturday Night Fever” ve “Grease” gibi filmlerle John Travolta’yı film yıldızı yaptı. Sadece o da değil, “Die Hard” ile Bruce Willis de sinemaya geçti ve patladı. Diller bu stüdyoda görev yaptığı sürede “Indiana Jones” serisini hayata geçirdi, “Beverly Hills Cop” ile televizyonda devleşen Eddie Murphy’nin beyaz perdede de iş yapabileceğini kanıtladı. Yıldız yaptığı birini daha yazayım: “Commando”filmiyle Arnold Schwarzenegger. Ondan önce ABC televizyonunu yönetirken “Haftanın filmi” kuşağında televizyon için yapılmış uzun metraj filmlerin öncüsü oldu.

        İnternet’in ilk patladığı yıllarda Match.com’u ve Expedia’yı satın aldı, bugün hala faaliyet gösteren The Daily Beast’in kurulmasına öncülük etti. Televizyondan alışveriş yapılan QVC’yi satın aldı, daha sonra anı kulvarda Home Shopping Network’ü kurdu. Amerikan medyasında en üst düzeye gelmiş, Disney gibi dev firmaları yöneten pek çok kişi onun yanında yetişti ve “Killer Dillers” olarak bilindiler.

        EN KÖTÜ SAKLANAN SIR

        Bütün bunlardan önceyse California’da ayrıcalıklı bir ailenin oğlu olarak doğan, hayatı boyunca da cinsel kimliğiyle boğuşan bir gençti. 16 yaşında ilk kez bir erkeğin evine gittiğinde bunu bir daha yapmayacağını yazıyor “Who Knew” adlı otobiyografisinde; bir hafta sonra yeniden gittiğini de ekliyor.

        Diller’ın cinsel kimliği Hollywood ve New York medyasının en kötü korunan sırrı olsa gerek. Yine de bu yaz kitap yayımlanana kadar Diller’in eşcinsel olduğu kendisi tarafından resmen kabul edilmemişti. Yıllar boyunca fısıltı gazetesinde, sonra da dedikodu sayfalarında yer aldı. Kitapla birlikte resmen dolaptan çıkmış oldu, her ne kadar hiç kimse şaşırmasa da.

        Kendi yetiştiğinin bugünkünden farklı bir dünya olduğunu yazıyor Diller. Bugün dünyanın en kıymetli şirketlerinden Apple’ın CEO’su cinsel kimliğini gizlemeyen Tim Cook. Bugün Trump’ın kabinesinde de danışmanlar kadrosunda da açık eşcinseller var.

        Ancak Diller’ın yükseldiği yıllarda kurumsal dünyada kimliğini gizlemek şarttı. Hatta sık sık kariyeri boyunca bunun kendi aleyhine kullanılabileceğinin endişesini de yaşadığını yazıyor. Kendisi hakkında bir derginin olumsuz bir haber hazırlayacağını duyuyor, mesela. Yazı yayımlandığında rahat bir nefes alıyor. Hakkında yazılan hemen her şey kötü ama cinsel kimliğine vurgu yapılmıyor.Bir başka sefer, 80’li yıllarda AIDS salgının ortasında, bir gazeteci ona hasta olup olmadığını soruyor. AIDS o zamanlar “gay kanseri” olarak biliniyor, soruya yanıt verse bir türlü vermese bir türlü. Kendisi açısından risk olabilecek bütün bu durumları başarıyla atlatıyor ama. Hatta yönetim kurullarında cinsel kimliğini kullanarak onun ayağını kaydırmak isteyenlere de fırsat vermiyor.

        Kendini dışarıdan gelecek tehditlere karşı korumanın en önemli yolu çok başarılı olmak kuşkusuz. Paramount’un başına geçtiğinde stüdyo ondan önce “The Godfather” filmini vizyona sokan bir efsaneydi. Ama Diller’ın hiç sinema tecrübesi yoktu. İki sene boyunca çuvalladılar, birbirinden berbat filmler vizyona soktular. Ama sonunda yolunu buldu ve bugün klasik olarak anılan filmleri üretti.

        “ROOTS” VE “THE SIMPSONS”

        Benzer şekilde ABC de üç ana kanal arasında en az izlenendi. Önce “mini dizi” formatını yarattı, ardından roman uyarlamalarını diziye dönüştürdü. Yapımına ön ayak olduğu dizilerden en meşhuru bir dönem bütün Türkiye’nin de ekrana kilitlenerek izlediği “Roots”du kuşkusuz. Barry Diller olmasaydı bu dizi yapılamayacaktı.

        Fox’u yönetirken kanal iki sene boyunca Murdoch’a yüz milyonlarca dolar kaybettirdi. News Corp. yönetiminde tehlike çanları çalmaya başladı, Diller ve Murdoch bir kere otomobilin içinde bağıra çağıra kavga ettiler. Ardından dönemin iyi aile dizisi “Cosby Show”a gönderme yapan “Not the Simpsons” diye bir senaryo geldi Diller’ın önüne. Cosby neyi temsil ediyorsa tam aksi bir aileydi bu. Ayakkabı satıcısı bir baba, gelecekleri hiç parlak olmayan çocukları, ev kadınlığıyla uzaktan yakından alakası olmayan bir aile… Bu isimle yayınlamadılar diziyi ama “Married… with Children” böyle doğdu. Bizde önce “Çocuklarla Evlilik” daha sonra da doğru şekilde “Evli ve Çocuklu” olarak çevrilip kendi izleyicisini bulan o dizi.

        Sonra daha da zor bir projeye girişti. Daha evvel hiç yapılmamış ve çok masraflı yarım saatlik bir animasyon dizi. Perşembe geceleri, bir numara olarak “Cosby Show”un karşısına koydular. “The Simpsons” ilk hafta rating’lerde zirveye oturdu ve Fox TV böyle kendini ispat etti.

        “Who Knew” kitabında bugün efsane olarak bildiğimiz yapımların yaratılış sürecine dair en tepeden çok güzel notlar var. Ben bu dev şirketlerdeki koridor diplomasisini, ayak kaydırmaları, star’larla çalışmayı biraz daha fazla okumak isterdim. Gerçi yok değil; yönetim kurulu başkanı öldükten sonra yerine gelenlerin yaptığı, Arnold’un Sunset Bulvarı’nda billboard için her hafta düzenli olarak araması, New York ve Hollywood’daki partiler. Eminim daha yazmadığı pek çok konu vardır.

        EDİTÖR VE SATIŞ BASKISI

        Ama kitabın kıymetli sayfalarının uzun bir bölümü Diller’ın cinsel kimliğiyle hesaplaşmasına ayrılmış. Bir editör tavsiyesi, bir kitap tanıtım taktiği gibi geliyor bu durum. 90’ına yaklaşan bir adamın herkesin bildiği bu tarafı kimin umurunda. Gerçi Diller bugün bu ifşayı gençlere umut olması açısından yaptığını yazıyor. Bu konuda da haklı olabilir, ama 70’li yıllarda zirvedeyken dolaptan çıkıp bunu yapsaydı çok daha büyük bir devrimci olurdu. Ama o zaman da büyük ihtimalle piyasadan silinirdi.

        Yine de bir katkısı ABC kanalını yönetirken başrolünde Martin Sheen’in oynadığı bir televizyon filminde eşcinsel aile temasını işlemek. Ta 70’li yıllarda iki erkeğin aşkı, herhangi bir başka iki insanın birlikteliği gibi işleniyor filmde.

        Diller’ın kendi aşk hayatındaki mutlu son ise bir erkekle değil bir kadınla geliyor. Bir gün bir partide tanıştığı, kendisine hiç yüz vermeyen asilzade Diane Von Furstenberg’le aylar sonra yeniden bir araya geliyorlar. O akşam birbirlerinden ayrılamıyorlar, beraber oluyorlar. Diller erkeklerden hoşlanmasına rağmen DVF’e birlikte olmasında kendisi açısından çelişkili bir durum görmüyor. Kalp istediğini yapar sonuçta.

        Birliktelikleri çeşitli ayrılıklar, DVF’in Richard Gere’la bir dönem yaşadığı aşk, Diller’ın başka erkeklerle ilişkileriyle devam ediyor. 2001’de resmen evleniyorlar ve hala birlikteler: Ayrı evleri var ama davetlerde, yazları, haftanın belli günlerinde bir araya geliyorlar. “Wrap dress” olarak bilinen kıyafeti yaygınlaştıran DVF’le birlikte New York’un en iktidar sahibi çiftlerinden biri.

        YENİ BİR MAHALLE YARATTILAR

        New York’a gidenler Diller-DVF birlikteliğinin ürününü gözleriyle de görmüştür. Atıl durumda duran eski bir demiryolunun parka dönüştürülmesinin öncüsü bu çift oldu. Daha evvel mezbahaların olduğu Meatpacking District’te ikisinin de mülkleri olduğundan burayı kalkındırmak istiyorlar. Halka hizmet kadar kendi mülklerinin değerini de artırmak amaçları.

        DVF zaten hala butiğinin üstündeki evinde yaşıyor. Bugün New York’un en turistik ve en pahalı mahallelerinden biri Meatpacking ama DVF taşındığında hala hayat kadınları sokakta iş yapıyor, mezbahalar kapandıktan sonra en karanlık eşcinsel kulüpleri faaliyet gösteriyordu. 2000’lerin başında “Sex and the City”de Samantha da benzer şekilde henüz yeni yeni popüler olan mahalleye taşınıyor.Bir zamanların meşhur lokantası Florent’ın sahibiyle birlikte DVF yıkılmak üzere olan tren raylarını kurtarıyor, burası için bir proje geliştiriyorlar. Diller’ın bağışı, Bloomberg belediyesinin onayı ve ciddi maddi katkılarıyla bugün New York’un simgesi bir parka dönüştü.

        Diller daha sonra Frank Gehry tasarımı şirket binasının karşısındaki atıl bir limana el atarak “Little Island” diye bir park daha yaratıyor. Şehirlerin şirketleşmesi, zenginlere teslim olması, belediyenin yapacağını zenginlerin yapması ve bundan nemalanması gibi birçok tartışma o dönem de yapılıyor, hala da.

        Bugün Meatpacking’de artan fiyatlardan dolayı bir zamanlar buraya taşınan yaratıcı sınıfın yaşaması imkansız. Soho gibi mahalleye kimliğini katanlar başka yerlere, hatta şehir dışına sürüldü. Çok müteahhit High Line sayesinde zengin oldu, ama park da New York’un simgesine dönüştü.

        Bir an aklıma Özal’ın medya patronlarına tahsis ettiği İkitelli arazileri geldi. O dönemin patronlarının aklında sadece zengin olmak vardı. Medyanın halktan kopmasının simgesi o uzak arazilere, hiç tereddüt etmeden, bir gazete şehrin dışında olur mu diye düşünmeden çevreyle hiç alakası olmayan plazalar diktiler. Gazete binası fabrika gibi görüyorlardı.

        Bu arada etrafı kalkındırmak için de hiç çaba göstermediler. Bu plazalar yükseldi, yıllarca ayrık otu gibi durdu. Ben kendi adıma o binalara her seferinde giderken lanet okudum. Halbuki Diller gibi etrafa el atsalar hem şehre katkıları olacak, hem de kendi mülklerinin değeri artacaktı. Bugünkü gibi bir kent rezaleti olmayacaktı belki.

        Sonuçta “The Simpson” ya da bir muadili de Türk medya patronlarının eseri değil. Çünkü hiçbiri Barry Diller değil.