Sadece Türkiye’de olabilecek bir olay: İnternet’ten sahte diploma almak isteyen biri parasını yatırıyor, ancak ısrarlı aramalara rağmen bir türlü ücretini verdiği hizmeti alamıyor. Bunun üzerine diploma satanları gerekli kurumlara şikâyet edeceğini bir tüketici sayfasına yazıyor. Aslında parasının karşılığını alabilir, bugün diplomalı gibi görünebilirdi, zamanlaması kötüydü sadece. Sahte belgeleri düzenleyenler, kaderin cilvesi, tam o sırada tutuklanmıştı.
Türkiye’de yüksek öğrenimin kalitesi iyice düştü halbuki. Özellikle çıta aşağı çekildi. Bir dolu apartman üniversitesi açıldı. Bir zamanlar dünyanın ilk 100’üne giren ODTÜ bile budandı. Adıyaman’da reklamcılık bölümleri falan var. Adını duymadığımız üniversitelerden çıkan “Prof. Dr.” unvanlı taşra akademisyenleri televizyonlarda ağırlanıyor.
Hem kimler kimler doktora yapıyor, bakın önceki gün—neyse muhaliflerin tepkisini çekmemek için bu konuya girmeyeceğim.
Ama diyeceğim şu:
Sahte diplomaya başvurmadan, uyduruk da olsa, ama en azından meşru yollardan bir akademik geçmiş inşa edilebilirdi. Akademik eğitim iyice ucuzladı, para kaptırmaya gerek yok.
Demek ki bu kadarcık zorluğa bile katlanamıyorlar. Bu uyduruk üniversitelere gidebilecek kadar bile yeterli değiller. Parayla her şeyin satın alınabilineceğinin defalarca kanıtlandığı bir ülkede iki tıkla diploma almakta da tereddüt etmiyorlar. Hem kim Newport “Oniversitesi” ya da International Dublin University’i (yeri Gürcistan) araştıracak. Yanlarına kar kalacağına da eminler.
DOKTORA ÖMÜR TÜKETİR
Bir tanesi kendisine iki doktora derecesini layık görmüş. Gerçek dünyada kendisini akademiye adamış, doktora aşamasına kadar varmış olanlar bile bir ömre tek doktora sığdıramıyor. Ama cahil iki senede bir doktora yapabileceğini zannediyor.
Doktora ömür tüketen, insanı hayatından bezdiren, bitirdiğin anda bir daha arkana bakmak dahi istemediğin bir tecrübedir. İnsanın tek bir konuya yıllarını adaması şart koşar. O konuda yeryüzü üzerinde yazılmış ne varsa yalayıp yutması, bütün literatürün üzerine yeni bir bina inşa etmesini, kendi argümanlarını oluşturmasını şart koşar.
Uykusuz geceler, gözün bozulması, cümlelerin birbirine girmesi, sosyal hayattan kopmak, bel ağrısı, masa başında geçirilen hafta sonları demektir doktora. Karşılığı da çok sınırlı bir ödül, taşra üniversitelerinde oradan oraya dolaşmak, sürekli makale yazarak yükselmek, sonunda ‘tenure’ bulup ömür boyu hiçbir şey yapmadan emekliliği bekleyeceğin bir yere kapağı atmakla geçen bir serüven.
Doktora bireysel bir serüven de değildir. Araştırmanın her aşamasında, neredeyse yazılan her satırda birilerine hesap vermek, yazdığını savunmak, danışmanını ya da kurulu ikna etmek gerekir. Bazen tek bir paragraf için tartışmalar haftalar sürebilir. Tamamlandığı, üzerinde anlaşıldığı zannedilen konular yeniden gündeme gelebilir, yeniden başa dönülebilir. Tam bitti dendiği anda red alınabilir, sıfırdan başlamak gerekmese de başa dönerek yeni bir inşaata girişmek mümkün olabilir.
Herkes için değildir, herkesin doktora yapması da gerekmez zaten. Herkesin üniversiteye gitmesi gerekmediği gibi.
Bizzat yaşadım. Üstelik “ABD” denilen aşamaya da geldim: tez dışında her şeyi tamamlamıştım. Mart ayında bir Cuma günü teze oturmaya karar verdim. Ama 2020 yılıydı ve dünya tam da o gün kapanmış, o an hepimiz belirsiz bir geleceğin ilk gününe uyanmıştık.
Aslında 2020 yılı tez yazmak (ekmek yapmak, roman yazmak, yogaya başlamak) için mükemmel bir fırsattı. Ancak dünyanın gidişatının belirsizliği sadece gazeteciler için altın değerindeydi. Ben de gazeteci olduğumu hatırladım.
Akademiye gitmemin nedeni, bu yolu tercih eden pek çok gazeteci gibi, meslekten soğumuş olmamdı. Türkiye yüzünden gazetecilik artık heyecan vermemeye başlamıştı. Akademinin bir sığınak olabileceğini düşünüyordum.
Ama bir türlü akademiye de alışamadım. Bir kere hala gazeteci gibi yazıyordum, bunda ısrar ediyordum. Bu yazı tarzı danışmanımla aramda hep bir çatışma konusuydu. O akademinin kendine özgü bir dili olması gerektiğine inanıyordu, bense önceliğimin okunabilirlik olduğunu düşünüyordum. Akademide okunabilir yazı yazma yeteneğimi kaybedeceğimden korkuyordum. Okur ne kadarını anlıyor bilmiyorum ama o dönem yazdığım köşe yazılarına bakıyorum, bazılarında bayağı akademik üslup görüyorum ve irkiliyorum.
Hem doktorayı hem de herhangi bir başka işi bir arada götürmek imkânsız. Yüksek lisans tam sadakat talep ediyor, kendi dünyasına çekiyor ve insanı kendi istediği gibi şekillendiriyor.
Gazetecilikte çabuk üretip çabuk sonuç almaya alışığız. Akademinin kendi zaman akışıyla da çelişen bir durum bu. Yazdığımız şimdi bazen dakikalar sonra kamuoyunun önüne çıkıyor. Halbuki bir akademik makale yayımlandığında bazen—özellikle sosyal bilimler için—çoktan geçerliliğini yitirmiş oluyor.
Şöyle bir örnek vereyim: 2011’de akademide sosyal medyanın daha fazla demokrasi getirebileceğine dair yaygın bir kanı vardı. Pek çok araştırmacı bu konuyu sahiplendi, epey emek harcadı. 2016’da Donald Trump’ın seçilmesi, Arap Baharı’nın yerini daha otoriter rejimlere bırakması, Gezi sonrası Türkiye gibi örneklerle sosyal medyanın demokrasiye zararları tartışılıyordu. Seçilen konunun onca emeğin ardından bir anda geçerliliğini yitirmesi hiç şaşırtıcı değil akademide. Ama ben bu duruma da bir türlü alışamadım.
UMBERTO ECO NE DER
Birçok arkadaşım, aralarında doktorası olanlar da var, doktoramı bitirmediğim için bana hala kızıyor. Serdar Turgut bu konuda beni affetmiyor. İşin doğrusu 2020’de önce pandemi, sonra protestolar, sonra Trump derken kendimi sokağa attım ve gazetecilikle işimin hala bitmediğini fark ettim. Gazeteciliğin de benimle işimin bitmediğini.
Belki bu da bir bahane, ama bir kere kopunca geri dönmesi zor oluyor. Doğru karar vermediğime eminim, ama bir kere koptum.
Daha evvel de bir yerlerde bahsetmiştim. Umberto Eco ta 1977’de yazdığı ve bugüne kadar hiç güncellenmeyen “Nasıl Tez Yazılır” kitabında bir doktoranın en iyi ihtimalle üç, en kötü ihtimalle altı senede tamamlanacağını söylüyor. Altıncı seneden sonra doktora öğrencisinden pek bir şey beklenmez, diye ekliyor. Çünkü bir tezin üzerinden çok vakit geçmişse, öğrenci altı senede bu tezi tamamlamadıysa büyük ihtimalle ilgisini yitirecek, bitirme iradesini kaybedecektir.
Bunu uzun uzadıya anlatmamın nedeni şu: Sahte diploma koleksiyonerleri bari biraz usturuplu dolandırıcılık yapsalardı. Dünyada hiç kimse iki senede doktora yapmaz, yapamaz. Atıyorsan destekli at değil mi, ama kim peşine düşecek.
Hala sahte olduğu besbelli diplomalarını, yalan akademik gerçeklerini “Yılların emeği,” diye savunmaya çalışıyorlar. Ömrünü insanlığı birazcık da olsa ilerletmek için araştırmaya adamış insanlarla da dalga geçiyorlar, aptal yerine koyuyorlar. Ve yaprak kımıldamıyor. Türkiye için fazla sofistike, fazla niş bir sorun.