New York’a ayak basıp da Balthazar adını duymayan kalmamıştır herhalde. Soho’nun henüz popüler olmadığı yıllarda Keith McNally tarafından eski bir deri fabrikasından Fransız brasserie’sine dönüştürülen mekan hala işliyor. Hala popüler ve yer bulmak neredeyse ilk günkü kadar zor. Ama içeri girdiğinizde de herkesi eşitleyen bir mekan: Farklı masalarda yemek yiyen Madonna ve Anna Wintour’a komşu oluyorsunuz ve kimse farklı muamele görmüyor.
Sabahın erken saatlerinden gece yarılarına kadar açık ve mekanın eski ev sahibine uygun bir fabrika gibi çalışıyor mutfak. Bütün sistem herkesi 90 dakikada doyurup kaldırmak üzerine kurulu aslında.
Bir lokanta işletme modeli olarak Balthazar işletme fakültelerinde ders olarak okutulabilecek kadar başarılı. Hatta dünyanın sayılı modellerinden biri denebilir. Ancak bu lokantanın ilk temellerinin İstanbul’da altığını bilmiyordum.
Keith McNally’nin “I Regret Almost Everything” adlı anı kitabında İstanbul çok küçük bir bölüm ama hayatında kritik bir rol oynuyor.
Balthazar, Pastis ve Odeon gibi kendisiyle özdeş mekanlardan bile çok az bahsediyor aslında. Kitapta İclal Aydın’dan da bahsetmiyor; bu dedikoduyu da araya sıkıştırayım. İnme geçirip felç kalmasından ve konuşma yeteneğini büyük ölçüde kaybetmesinden sonra anılarını yazmaya başlıyor McNally. Bu acıklı kitap bir tür dertleşme; bu başarılı lokantacının içinden büyük bir yazar çıkıyor.
Bütün bunlardan önce Londra’nın alt sınıfından bir hippie adayıydı. 1970’de, daha 20 yaşında bile değilken pek çok akranı gibi aydınlanmak için Katmandu’ya varmak için yola çıktığında yolu İstanbul’a düşüyor.
HIPPIE’LERİN ROTASI İSTANBUL
Pek çok kişi belki unuttu ama İstanbul bu global hippie rotasının başlangıç durağıydı. Eski Türkiye değil, daha da eski Türkiye’de.
Bugün hala Sultanahmet’te faaliyet gösteren Pudding Shop’un duvarındaki haberleşme panosu belki de ilk sosyal medya örneğiydi. İstanbul’dan gelip geçenler birbirlerine Pudding Shop’un duvarında not bırakırdı. “Şu tarihte burada olacağım,” notları, Afganistan’a ya da Amsterdam’a kalkacak otobüslerin saatleri, çeşitli şehirlerde ucuza ya da bedava konaklama olanakları, mektuplaşmalar Pudding Shop’un duvarında yer aldı. Bugün o duvarda hala mekana dair turistlerin sevgi sözcükleri asılı.
“Geceyarısı Ekspresi” filmine konu olan Billy Hayes’in yolu buraya düşüyor. Hippie’lik yıllarında Bill Clinton’ın da Pudding Shop’a geldiği söylenir—ya da resmi adıyla Lale Restaurant’a.
Keith McNally kendini bulmak için Doğu’ya gitmeye karar veridiğinde hayatta ne yapacağını bilmeyen, okulda başarılı olamamış bir genç. Ama entelektüel merakları var ve ayrıca da çok yakışıklı. Oyunculuğa merak salıyor, tiyatro çevrelerine giriyor. Yolu yazar Alan Bennett’la kesişiyor ve aralarındaki ciddi yaş farkına rağmen arkadaş oluyorlar. Bennett 1934, McNally ise 1951 doğumlu.
İkisinin entelektüel bir arkadaşlık olarak başlıyor. Bennett genç McNally’i tiyatro oyunlarına götürüyor, ardından yemeğe çıkarıyor. Yemek esnasındaki sohbette oyun hakkında ne düşündüğünü soruyor, ama karşısındaki genci ezmiyor. Aksine sabırla görüşlerini dinliyor, ona kendisini ifade etmesi için alan açıyor. Keith McNally zamanla Alan Bennett’in kendisinden hoşlanmaya başladığını, başka beklentileri olduğunu anlıyor ve ona istediğini veriyor.
KARMAŞIK CİNSELLİK
Keith McNally eşcinsel bir erkek değil. Kitabında bugüne kadar Bennett dışında bir başka erkekle daha birlikte olduğunu yazıyor. Gençliğin deneyselliği, dönemin cinsellik hakkındaki açık fikirliliği denebilir belki. Ama Bennett’la ilişkisi öyle bir-iki gecelik geçici bir deneme değil, epey uzun sürüyor. McNally evlenip çocuk sahibi olduktan sonra da görüşmeye devam ediyorlar, hatta bugün New York’ta çok satanlar arasında yer alan kitabı yazması için ilk teşvik eden de o.
McNally açık açık yazmıyor, ama kendi tecrübelerimden de yaptığım çıkarımla bu ilişkinin çok tipik bir varoş gencin kendini kurtarma çabası olduğunu anlıyorum. İnsan cinselliği, evet, karmaşıktır. Kendi hayatlarından, çevrelerinden kaçmak, bir an önce sınıf atlamak isteyen varoş gençleriyse kurtuluş için her yolu denerler. Gerektiğinde bir erkekle birlikte olmayı da. McNally’ninki de cinsel bir merak ya da yönelim değil, bir anlamda karşılıklı bir alışverişin sonucu.
Onu Doğu’ya doğru bir tür Hac yolculuğuna çıkaran da bu ilişki. Bir süre sonra Bennett’in genç sevgilisi olmak yetmiyor. Aralarındaki bir tür sessiz anlaşma bitiveriyor, McNally artık kendi kimliğini ve kişiliğini bulmak istiyor. Zaten yolda da başka kadınlarla tanışıyor.
İSTANBUL’DAKİ BAHARAT KOKULARI
McNally daha varır varmaz İstanbul’dan etkileniyor. “O güne kadar daha yabancı veya daha güzel bir yer görmemiştim,” diye yazıyor. “Gizemli kubbeleri ve minareleri, bir zamanlar Haçlıların geçtiği sokakları şehir beni hemen büyüsü altına aldı.”
Mısır Çarşısı’nda yeni çekilmiş baharatların kokusu onda birden yemek pişirme isteği uyandırıyor. O güne kadar en fazla bulaşıkçılık yapmış, mutfakla, yemek pişirmekle hiç işi olmamış. Ama ileride açacağı lokantaların ilk tohumları baharat kokularının arasında İstanbul’da ekiliyor. İlk kez İstanbul’da yeme-içmenin bir iş olabileceğini düşünüyor.
Bir hafta kaldığı İstanbul’da elinde farklı bir Graham Greene romanıyla bütün hippie’ler gibi her akşam Pudding Shop’ta yemek yiyor. Herkesin ruhani bir aydınlanma amacıyla çıktığı yolda bu fikre kuşkuyla yaklaşıyor, bu yüzden de pek arkadaş edinemiyor. Ama orada tanıştığı bir Fransız otostop yapmadan, İstanbul’dan ucuza hippie’lerin yolunu tepebileceğini ve Katmandu’ya varabileceğini söylüyor. Cebindeki 250 dolarla yaklaşık 6 bin 500 km.’lik yolu tepmek için İstanbul’dan ayrılıyor.
McNally gitmek istediği yere varıyor varmasına ama kendisini bulmak için Katmandu’ya ulaşmasına gerek olmadığını fark ediyor. O kendisini daha yolun başında İstanbul’da zaten bulmuştu.