Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Dergiciliğin altın çağının yıldızı
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Medyanın altın çağına dair bir başka ağıt Graydon Carter’ın “When the Going Was Good” adlı anıları. Bu aralar New York medyasında en fazla konuşulan kitaplardan biri. Dergi okuru son kuşağın bayiden alıp satır satır okuduğu son parlak sayfalı yayın Vanity Fair’in 25 yıl boyunca en tepesindeki isimdi Carter. Vanity Fair, belli bir ilgi alanı ya da cinsiyete hitap eden rakiplerinin aksine, her şey ve herkes hakkında bir dergiydi. Carter da büyük ihtimalle bütün dünyadaki diğer yayın yönetmenlerinin en fazla kıskandığı, yerinde olmak istediği gazeteciydi.

        Görevi bıraktığı 2017’de gazetelerde çıkan haberlere göre yıllık maaşı iki milyon dolar civarındaydı. Üstelik bu maaş Vanity Fair’in sahibi Condé Nast’in kemer sıktığı, tasarruf yaptığı, dergi gelirlerinin azaldığı bir dönemde ödeniyordu.

        Derginin en şaşalı yıllarındaysa bir kapak çekimi için 400 bin dolar harcanması mesele değildi. Yazarların hemen her masraflarını—kahvaltıdan evdeki davete—dergiye ödettirmeleri de yaygın bir alışkanlıktı. Kapıda bekleyen siyah otomobiller çalışanları evine götürür, her yazar bir editörle, her editör bir asistanla çalışırdı. Vanity Fair’de yazanlar görev için Londra’da Connaught’ta, Paris’te Ritz’de, Los Angeles’ta da Chateau Marmont’ta kalırdı. Bazen aylarca. Derginin özel “kaşçısı” vardı: evet gelip çalışanların kaşlarını düzenleyen biri.

        ÜÇ YAZIYA 500 BİN DOLAR

        Yılda üç makale gönderen bir yazarın maaşı 500 bin dolar civarındaydı. Yayımlanmayan makalelerin bile telifi ödenirdi. Kadrolu fotoğrafçı Annie Leibovitz’in kontratı yenilenirken pazarlıklar 250 bin dolar farkta kilitlenince patron Si Newhouse devreye gidip “Ne istiyorsa verelim,” diyor. “Üç kuruşun hesabını yapmayalım.”

        Newhouse şirketinde çalışan gazetecilerin haklarında yazdıkları star’lar gibi şaşalı hayatlar yaşamalarını, onların dengi olmalarını istiyordu. Bu da en azından 80’li ve 90’lı yıllarda dergi editörlerini süperstar seviyesine yükseltti. Ancak Newhouse bu paraları keyfinden harcamıyordu, harcayabiliyordu. Çünkü dergicilik kârlı bir işti, kendisi de kazanıyordu.

        Vanity Fair’in bir sayfasında ilan vermek zirvede olduğu yıllarda 100 bin dolar demekti. Her yıl tekrarlanan Hollywood partisine girmek isteyen reklamverenden bir önceki seneye göre reklam harcamasını yüzde 40 artırması isteniyordu. Para hiç bitmeyecekmiş gibi duruyordu. Ta ki bitene kadar.

        Önce 2008 krizi sonrası Condé Nast bütçe kısıtlamasına gitti. Zamanla McKinsey’den gelen danışmanların önerileriyle bazı dergiler kapatıldı. Reklamlar azaldı. İnsanların özellikle dijital medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte okuma alışkanlıkları değişti. Artık hiç kimsenin gelişmeleri haftada bir Time ya da Newsweek’ten takip edecek sabrı kalmamıştı örneğin. Vanity Fair gibi aylık bir derginin de güncel kalması epey zordu.

        Oysa 90’lı yıllarda bütün dünya O.J. Simpson davasını Vanity Fair yazarı Dominick Dunne’ın Los Angeles mektuplarından takip ediyordu. Haber kanalları ve gazeteler durmadan O.J. haberleri yapıyordu ama buna rağmen ayda bir kez yayımlanan makalesiyle Dunne hepsine haber atlatıyordu. Çünkü partilere gidiyor, akşam yemeklerinde konuşulanları not ediyor, gidip çıktığı ortamlardan dedikoduları topluyordu. Dominick Dunne da bir star olduğu, dergi sayesinde bir star gibi yaşadığı için davanın karakterlerinden biri olmuştu.

        Carter’ın veda etmeye hazırlandığı 2017 yılında önce dergi grubunda ortak bir havuz oluşturuldu, editörler ve fotoğrafçıların paylaşılması gibi yeni çalışma adetlerine geçildi. Gidişatın iyiye doğru gitmeyeceğini, o altın çağın bitmeye başladığını gören Carter da 25 yılın sonunda kapıdan çıkıp gitti.

        Graydon Carter’ın vedası New York Times’ın birinci sayfasında haberdi. Çünkü bu veda sadece bir künye değişimi değil, kuşe kağıtlı yılların da bitiminin işaretiydi. Zaten ondan sonra da Vanity Fair hiçbir zaman eskisi gibi olmadı.

        İŞADAMI GİBİ DÜŞÜNMEK

        “When the Going Was Good” her ne kadar artık çok uzaktaymış gibi görünen yaldızlı bir geçmiş hakkında olsa da geleceğe dair de fikir. Bir yandan, gazetecilerin süperstar gibi yaşadığı çok da uzak olmayan bir geçmişi ıskalamış olmak bugün bu işi yapanlar için moral bozucu. Pek çoğumuz o altın yılların bir daha geri gelmeyeceğini düşünüyoruz.

        Öte yandan, Carter’ın anıları bu işin nasıl yapılacağını, belki ileride bir başka gazeteci kuşağının kendi altın çağını yakalaması açısından da bazı dersler barındırıyor.

        Mesela, attığı her adımda, belki New York’ta olduğundan, sadece bir editör değil aynı zamanda bir profesyonel yönetici, bir işadamı, bir girişimci gibi yaklaşıyor dergiciliğe. Hollywood partisi gibi projeler aynı zamanda dergi için gelir kaynağı. Yazıişleriyle iş modeli hep bir arada yürüyor. Bir işe kalkışmadan önce planlamasını yapıyor önce, kime hitap edeceğini, kimden reklam alacağını, kimlerin destek vereceğini hesaplıyor.

        75 yaşında, emekli olmasına rağmen, hala girişimci Carter. Her hafta Cumartesi günleri yayımlanan Air Mail son projesi, 300 bini paralı 400 bin abonesi var. Air Mail’in yola çıkışı olmayan bir uluslararası gazetenin hafta sonu eki nasıl olurdu; başka hiçbir yerde olmayan haberleriyle uluslararası bir okur kitlesine hitap eden haftalık dijital bir yayın organı. Kadrosunun çoğunluğu 20’li yaşlardaki gençlerle zamanın ruhunu yakalamaya çalışıyor.

        Air Mail’in bir başka özelliği arama motorlarına ya da sosyal medya trafiğine sırtını dayamaması, doğrudan e-mail’le abonelerine ulaşması. Sayfalar birçok sitede olduğu gibi reklam kirliğinin arkasında kaybolmuyor, yazılar temiz bir şekilde ulaşıyor okura. Para veren 300 bin okur da projenin başarılı olduğunun kanıtı.

        Demek ki dergicilik aslında sandığımız gibi ölmemiş, ama şekil değiştiriyor. Neden ileride böyle bir yayın organı da büyüyüp bir zamanların Condé Nast’i gibi hem çok para kazanıp hem çok para harcamasın?