Mesut Yar, Habertürk TV'de 'Gece Hattı'na başlama hikâyesini anlattı: "Günlük dergi fikri aklımı çeldi"
40 yıllık meslek yaşamında adından sıklıkla söz ettiren ekranların sevilen ismi Mesut Yar, Habertürk TV'de hafta içi her gün saat 23'te 'Gece Hattı' programıyla izleyicilerle buluşuyor. 'Gece Hattı'nda 'günlük bir dergi çıkardıklarını' söyleyen Yar, programa hazırlık sürecini ve Datça Belediye Başkan adaylığında yaşadığı siyaset deneyimini HT Stüdyo'da Helin Genç'e anlattı
Usta isim Mesut Yar, ekran yolculuğuna Habertürk TV'de Gece Hattı programıyla devam ediyor. Programın formatı için "Gerçekten hibrit model, yani çok denenmeyen bana göre günlük dergi çıkarıyoruz şu anda. O günlük dergi fikri benim aklımı çeldi" diyen Yar, mesleki kazanımı için de "Toplum dahiyle deli arasında bir yerde gördü beni. Orada abileştirdi. Şimdi artık sıfatım ‘ağabey’, Mesut ağabey. Yani 70 yaşında bir insan da ‘Mesut ağabey’ diyor, 25 yaşında bir genç de. Sonuçta o ‘ağabeylik’ o madalyonla birlikte oturdu." ifadelerini kullandı.
• Habertürk’ten ‘Gece Hattı’ için teklif geldiğinde neler hissettiniz? Programa başlamadan önce nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz?
Vallahi inkâr etmemek lâzım. Bir ikna süreci… Kısa sürdü. Ben biraz yas tutmak istiyordum ama çok izin vermedi Habertürk. 'Gece Hattı' benim 27 sene önce başladığım bir formattır. O dönem Star televizyonunda yapıyordum ve yaklaşık 6 sene sürdü. Daha sonra gece programlarının, gece haber şovlarının, devri bitti. Bir daha da yapılmaz oldu. Oysa ki yani şöyle düşündüğünüz zaman kimdir meslek fenomenleri? İşte Reha Muhtar oradan çıktı, Defne Samyeli oradan çıktı, Hakan ağabey vesaire isimler... Şu anda uçuşuyor kafamda... Onların çıktığı, daha doğrusu ne diyelim? Hani bir televizyoncu, bir sunucu, bir anchor fabrikası gibi çalışan bir formattan bahsediyoruz. “Böyle bir formatı hibrite dönüştürebilir miyiz?” diye konuştuk ve açıkçası buna tam anlamıyla onay aldığımda… Tam düşündüğüm şeydi. Çünkü uzun bir süre sadece gece, uzun bir sürede sadece sabahla anılır olmuştum. Ortasını bulmaya zaten çok meraklı değilim. Onu da yaptık zamanında 2000’lerin başında, ana haber sunuculuğunu da yaptım. Zor bir şey... Bir şeyleri temsil ediyorsunuz orada. Burada hür bağımsız. Ve hani kendi dilini kullanan bir adam. Bir yandan da işte yorgun bir gün. Yani içinden geçtiğimiz hayat süreci. Nasıl acaba insanları gülümseterek aslında çok trajikomik haberleri ya da trajik haberleri verebiliriz duygusunu. Aynı anda işte daha önce hayatımda olan 'Burada Laf Yok’u tekrar yeni bir formatla hayata geçirebilir miyiz? Biraz hızlı olsun... İşlerin hızlı gittiği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Tüm bunlar böyle birleşince gerçekten hibrit model, yani çok denenmeyen bana göre günlük dergi çıkarıyoruz şu anda. O günlük dergi fikri benim aklımı çeldi açıkçası. Öyle kabul ettim.
• Peki o günlük dergiye nasıl hazırlanıyorsunuz? Şimdi aslında günlük dergi diyoruz ama bütün günün de bir özetini veriyorsunuz. Bunun yanında da yeni pencereler açıyorsunuz. Gün içerisindeki hazırlığınız nasıl oluyor? Ve burada en çok izleyiciye ne aktarmayı hedefliyorsunuz?
Benim hayatım boyunca ne oldu meslekte? 40'ıncı yıla geliyor… Hep alternatif hep farklı şeyler... Bakış açısını, rayı değiştirmek, makası açmak gibi böyle enteresan fikirlerim oldu. Burada da yani şöyle düşünüyoruz. Hani standart bir insan. Sokaktaki insanın haber ekranını izlerken düşündüğü şeyleri empati yaparak aynı şeyleri düşünüyoruz. “Acaba gerçekten ne görmek isterdi?” duygusunun peşinden gidince nasıl hazırlanırız? Bir sokakta, yani bireysel benim kişisel deneyimlerimle, insanlarla konuşarak, kahvelere, kafelere giderek… Bir belgeselim var, yaklaşık seksen bölüm oldu. Bir İstanbul semt belgeseli. semtlerde insanlarla dolaşarak onların aslında bir haber ekranda ne görmek istediği, daha doğrusu ekranda ne görmek istediklerini sorup o süreçten geçiriyoruz. Çok kuvvetli bir haber merkezi var burada. Onların hazırladığı 200 - 250 haberden biraz ayrıştırıp yine bu şey içerisinde bu bakış açısı içerisinde acaba farklı bir sokak açabilir miyiz? Onu da koyuyoruz bir kenara. Deli deli fikirlerim vardır. Ve sevgili Ruşen var, arkadaşım. Gerçekten iki deli fikirli adam... Deli deli fikirlerimiz oluyor. Mesela dün çıktım, şöyle İstiklal'de biraz esnaf sohbeti yaptım. Mesela atıyorum 100 gram döner bir yerde 250 liradan satılıyor. Yani "dönerin gramını ne kadar yiyoruz?" diye bir haber yaptık biz. Yani artık “gramla mı besleniyoruz?” diye... Evet gramla besleniyoruz. Şu anda gramın en ucuza yediğimiz şey hâlâ simit. Eee o da üzerinde susam varsa şanslısınız. Dolayısıyla hani böyle şeyler, halkın biraz konuştuğu şeyler… Ev kiraları, depremin kolonu vesairesi bilmem ne... Yani şimdi bir deprem uzmanı alıp Allah'ım İstanbul'da deprem olacak demek başka bir şey. Deprem uzmanına şunu dedirtmek. “Ya aslında birçok müteahhit 1960’lı 1970’li yıllarda çimentonun yetmediği yerde o koluna talaş koyarak yaptılar. Ve biz bunun işte sonucunu yaşıyoruz” dedirtmek başka. İşte sonuç itibarıyla biraz kelime avcılığı, fikir avcılığı vesaire. Böyle böyle hazırlanıyoruz. Yani balık tutuyoruz. Ya normal fikri olan insanın farklı bir sözü olamaz. Sonuç itibarıyla ben çok hayatım boyunca normal fikirlere sahip olmadım. Toplum dahiyle deli arasında bir yerde gördü beni. Orada abileştirdi. Şimdi artık sıfatım ‘ağabey’, Mesut Abi. Yani 70 yaşında bir insan da ‘Mesut ağabey’ diyor, 25 yaşında bir genç de. Sonuçta o ‘ağabeylik’ o madalyonla birlikte oturdu. Deli deli devam ediyorum ben yani.
• Tam onu soracaktım, Biraz da üzerine cevap vermiş oldunuz. Bugüne kadar 10 farklı isimde televizyon programı hazırlayıp sundunuz. Burada kendi adınıza mesleğiniz adınıza öğrendiğiniz en büyük deneyim ve öğreti nedir diye soracaktım ‘ağabeylik’ dediniz. Başka bir şey eklemek ister misiniz?
Ya bizde insanlar ekranda gördükleri kişileri ya da karakterleri, çoğu zaman bakın abartmıyorum, çizgi film karakteri filan zannediyorlar. Ya da atıyorum bir animasyon karakteri zannediyorlar. Ben o şeyi kırdım işte. O bana göre Berlin duvarı, onu yıktım. Yani Feriköy'den, Kurtuluş hattından çıkmış bir şekilde tırnaklarıyla bir noktaya gelmiş. O noktaya gelirken de iyi eğitim almış. Yine onu da tek başına yapmış. Bizden bir çocuk bu ama artık yaşlandı. Biraz da ağabey. O ağabeylik kurumu çok önemlidir. Hem insanları uzlaştırabilir, hem tırnak içinde racon kesebilir, kanun koyabilir, kanun kaldırabilir. Dolayısıyla öyle bir ağabeylik benim çok hoşuma gidiyor.
• Mesleki olarak baktığımızda tavsiye niteliğinde olacak… Bir televizyon yapımında ve sunucusunda hangi özellikler olmalı? Bir programın 'tutması' için belirleyici olan nedir? Vallahi bu iş ciddi bir şekilde mühendislik kabiliyeti, çok net söyleyeyim. Yani eğer bu sektörün içine girdiyseniz kamerayı bilmek zorundasınız. Montaj, kurgu artık aklınıza gelebilecek her şey ve tüm bu dalların içerisinde çalışmış olmanız gerekiyor. Genel müdürlük yapmış olmak zorundasınız. Araştırma bölümüyle, planlama bölümüyle çok iyi ilişkilerinizin olması lâzım. Eee televizyon bir yandan da bir endüstri, marketingde iyi olmanız lâzım. Aynı zamanda işin PR'ını bilmeniz lâzım. İşte haberin yazılım biçimi, editoryali vesairesi... Yani aslında 40 yıl böyle kavga dövüşle geçiyor. Ve sonuç itibarıyla mutlaka bir reçete çıkıyor. Herkesin bir reçetesi var. Herkesin mutlak bir doğrusu olabilir mi? Hayır ama doğrunun bir tane olduğuna inanıyoruz. Doğruya giden farklı yollar var. Ben açıkçası çok şükür bugüne kadar hiç toslamadım. Yani bizi buradan çıkarman çok zor, dedikleri yerlere bayılıyorum. Özellikle öyle yerleri seçiyorum ki “bakın bakalım zor mu, kolay mı?” diye. Bir önceki için işim beş sene ortak bir hem ana akım kanalda hem de bir haber kanalında... Yani tematik bir ana akımı birleştirip 3 saatliğine götürüyorsunuz. Hiç kolay bir şey değil. Bir tanesi mavi yakalılar için, bir tanesi beyaz yakalılar için. O zaman ister istemez bir alfabe gelişiyor. Onu kullanmaya çalışıyorsunuz ve bir dönem sonra insanlar ikna oluyorlar, o alfabeyle cümle çıkarabileceklerine. Onun karşılığı da bir alkış, alkışın karşılığında biz de işte hani ne diyelim istatistiki rakamlar. Onlara reyting diyoruz.
• Şimdiye kadar programlarınızda birçok konuk ağırladınız. Peki içinizde kalan bir isim var mı?
Sadece 3 - 4 tane isim kaldı. Yani birçoğuyla dostum aslında. Mesela Ajda Pekkan çok iyi dostum. Hatta bir dönem hayatını yazacaktım mesela onu ağırlamadım. Çünkü belki onu yaşam standartları, onun çizgisi benim olduğum saatte, marjinal saatlere uygun değildi. Bu olabilir ama yani hakikaten şu ana kadar ağırlama başaramadığım, beceremediğim ama çok istediğim Tarkan var. Bu hemen hemen herkesin derdidir. Beyaz'ın da, Okan'ın da talk show'cuyum diyen herkesin derdidir. Ben mesela Sayın Cumhurbaşkanı ile hani karşısında böyle dik oturarak değil de, doğru düzgün, kendi masamda yine ama life style… Yani merak ediyorum hangi yemeği çok seviyor mesela. Ya evde hanımefendiye mesela yumurta yapıyor mu? Bu tip şeyler beni çok ilgilendiriyor. Çünkü bunu bir başka haber kanalında yaptığım zaman 'Laf Çok’ta, bütün siyasiler tek tek yemin ederim size “ben size gelmek istiyorum ve konuşmak istiyorum. Normal şeylerden bahsetmek, kavga etmemek, ses yükseltmemek istiyorum” diyorlardı. Alıyordum da birçoğunu. Ve herkesin ilki de oldum. O da enteresan bir laftır diye. Mesela Cem Yılmaz, Ata Demirer yani bugün hani kült olan isimlerin ilk ağırlayıcısı oldum.
• Cumhurbaşkanı Erdoğan dediniz... Ajda Pekkan, Tarkan dediniz... Onlara en çok ne sormak isterdiniz?
Ajda’ya birinci sorum; böyle yaşamak zor değil mi? Yani hakikaten çok zor bir hayat. Her şeyi milimetrik yaşamak, çok ölçülü bir kadındır. İnanılmaz bir hanımefendi ve ev sahibidir. Evde bambaşka bir kadın ama orada da milimetrik yaşıyor. Yani hayatını böyle milimlere bölüp yaşamak durumunda ve bu kendi seçimi. “Bu seçim olmasaydı B şıkkı olsaydı, B şıkkını tercih eder miydin?” diye sorardım. Tarkan'a “Bu kadar saklı gizli kendini bu kadar geride tutsalar, bu kadar izole olarak, o kalplere nasıl o yuvaları kurdun be kardeşim” diye sorardım. Cumhurbaşkanına sadece şey yani hani ne içtiğini biz işte muhalif gazetecilerden ya da tırnak içerisinde yandaşlarını muhalif gazetecilerden öğreniyoruz ya, öyle değil de “Yani gerçekten neyi özledin?” Hani çünkü neredeyse aynı toprakların çocuklarıyız. Ben Feriköy, o Kasımpaşa çok birbirine yakın. Yüksek ihtimalle hani bir kuşak altındayım ama aynı şeyleri yaşadık. Yani gerçekten “Dışarıda halktan birini tercih edin. Onunla oturduğunuzda ne söylerdiniz masaya?” ya da “Gerçekten mutlu musunuz cumhurbaşkanı olmaktan?” diye sorardım. Yani insan bazen hani seçilmekten çok mutlu olmuyor. Siyaset bunu öğretti bana.
• Siyasetle ilgili deneyiminize gelmeden önce, kariyerinizi tamamlamak istiyorum. Kariyerinizin kırılma noktası neydi?
Ya bir nevi o dönemin diliyle tırnak içerisinde yine meslek terminolojisinde 'kopillikti'. Yani öne çıkma meselesi. Ben de tuhaf bir şey oluştu. Motor meslek lisesine gittim ben. İşte bu nasırlar filan oradan kalmadır. Çok doktor arkadaşım ameliyat edelim dedi ama değil. Bu benim nereden geldiğimi gösteriyor. Bu benim çok önemli bir şeyim. Nedir kerterizm? Meslek lisesine gittim, el becerimin olmadığını öğrendim ve bir mühendislik kafasının da olmadığını öğrendim ama sonra başka bir şey öğretti bu, öğrenme duygusu. Öğrenme öğrenmeyi getiriyor. Meslek lisesi çıkışlı olduğum için kazanamadım üniversiteyi. İstediğim bölüm arkeolojiydi. Bir yıl kapandım. Yani bir yıl dediğim, bir yılın bir ayında kapandım bir kitap okudum. Sadece bir test kitabıydı. O kitapla ben girdim ve 570 gibi o dönemin efsane bir puanıyla girdim üniversiteye. Herkes baktı, nasıl oluyor diye. Çıkış puanım çok daha enteresandı, edebiyat fakültesini birinci olarak bitirdim 97.3 ile...
• Nasıl oldu?
Açıldı... Yani bir anda yoksulluk, bakın çok önemli. Yoksunluk ve yoksulluk insana çok acayip kapılar açabilir ama bunun içinde olduğunuzun farkında olmanız gerekiyor. Kendinize acımanız değil. “Ya yoksulum ben bittim. Bir an önce yırtmak durumundayım” değil. “Yoksulum ben. Bunu yerine koyabilecek bir şey bulabilir miyim?” İşte o araştırma mantığıyla arkeolojiyi, arkeolojiden sonra zaten yani akademik kariyer yaparken bir yandan da artık başlamıştı gazetecilik. Orada önemli bir şey yok. Ya bir adam benim hayata bakış açımı değiştirdi. Amfiye girerken “efendiler” diye hitap ederdi. Nur içinde yatsın Prof. Güven Arsebük... Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük sosyal antropoloğudur. Dedi ki; “bu kapıdan içeri girerken bütün inançlarınızı, inandığınız her gerçeği dışarıda bırakın. Çünkü size yepyeni bir şey öğreteceğiz.” Hakikaten de bakınca 360 derece görme duygusunu orada öğrendiğim, fotoğrafik hafızayı orada öğrendim. Söz uçar, yazı kalır, orada öğrendim. Hızlı hareket etme, pratik düşünme, yani çanak çömlekten tadarak tarih çıkarabilme meselesini orada öğrendim, öğrendim de öğrendim. Bunun yanında medyada bir arada gidince hep ortaya böyle değişik bir adam çıktı. Delilik yani kolay kolay oluşmuyor.
• 2024 Yerel Seçimleri'nde Datça Belediye Başkanlığı için aday oldunuz. Bu nasıl bir deneyim oldu? Bu da sizin için bir “delilik” miydi? Bir daha aday olmak ister misiniz?
Destekleyenlere bakarsanız resmi olmayan sonuçlarda yüzde 12, yüzde 13 bir oy aldık ki, çok düşük bir katılım vardı Datça'da. Bu çok önemli, 11 partiyi geride bıraktık mesela. Yani siz hepiniz, ben tek diyerek bağımsız aday olarak girdim. Şimdi orada başka bir şey vardı. Aile 27 yıldır Datça'ya gidip geliyor. Ben Can Baba'nın zamanında, Can Yücel'in yine bir belgeselini çekmek için gitmiştim. O dönemde kaldım orada. Çok keyifli bir kasaba, “emekli olursam giderim, buraya yerleşirim” diyeceğim bir kasabaydı. Zaman içerisinde çok değişti tabii. Yani bir dönüşüme uğradı. Bu normal. Özellikle pandemide müthiş bir yığılım oldu. Fakat giderek Datça kendi kimliğini kaybetti. Yani hani başka türlü bir şey, benim istediğim kimliğinden çıktı. Başka türlü bir yere dönüştü. Elektrik yok, su yok, altyapı yok, yol yok, yok da yok ama bir sürü emekli var hayatını orada geçirmek durumunda olan. Fiyatlar pahalı, yani denizler mavi bayraklarını yitiriyorlar. Bir şekilde elinin altında bastığı her yer tarih ama daha UNESCO'ya başvurmamış bir kasabadan söz ediyoruz. Ve kasabanın yarısı “bırak dağınık kalsın” diyor. Yani buraya kimse ulaşmasın ama bir ada değil ki. Yani burayı sizden 2500 sene önce aday yapmaya çalışan ciddi bir medeniyet olmuş. Onlar bile becerememişler. Yani adalı gibi yaşayamazsın. Ya da ben buraya geldim, kondum. Benden sonra tufan diyemezsin. Başka kimse gelmesin diyemezsin. Büyüyecek. Hayatın şeyinde var bu. Yani hani evren de büyüyor ya Datça'da büyüyecek ama bunu nitelikli bir şekilde büyütmek gerekiyordu. Biz bu yüzden bir STK fikri oluşturmuştuk arkadaşlarımla. Yine ben deli olarak önü çektim. Benim arkadaşlarım da benim deliliğimi bildiği için, şuraları düzeltiriz diye düşündük. Ne yaparız? Kamuyla anlaşırız bilmem ne olur. Buraya bir asfalt olur, belki şehre güzel bir film gelir. Ne bileyim yani. Falan filan bu tiplerle yola çıkmıştık. Çok da bu uluslararası ilişkiler meselesini de halletmiştik. Bayağı yol alırken işte o dönemde Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Başkanı Özgür Özel'den böyle bir teklif geldi. Hani yerde belirtmedi Sayın Özel. Biz dedik ki yani madem olacaksa Datça olsun. Ya seçmeseydim arkadaş, seçseydim şimdi Şişli’den çıkmıştım yani. Gittim Datça’nın 13 – 14 aday adayı var. Çok zor bir süreçti. O süreç politikanın bana aslında şöyle bir şey olduğunu öğretti; biz hep politikacılara gider yapıyoruz ya. Yani benim bir dünya görüşüm var. Bu dünya görüşünü ben pusulama yansıttım. Cumhuriyet Halk Partisi'nde benim bir dünya görüşüm değil, gayet net. Yani benim dünya görüşüm hakikaten ütopik bir şeye inanan bir adamım. Yani en sağdakini de kendi tarafına çekebilecek, en soldakini de kendi tarafına çekebilecek ütopik bir dünyam var benim. Ama o ütopik dünya aynı zamanda kendini geliştirebilir, inovasyona açık bir dünya. Yani gerçekten bir Mavi Datça'dan, Yeşil Datça'dan bahsedeceksek böyle bir şey olmalıydı zaten. Neyse sonra ben çıktım bağımsız aday olarak koydum. Sevilmedim doğal olarak. Çünkü partili değilim, parti üyesi değilim. Fakat parti üyelerinin hepsiyle kankayız. “Mesut Bey fotoğraf çektirebilir miyiz? Aaa Mesut Yar değil mi o?” birlikte yani sonra o kanka olduğunuz insanların siz bağımsız aday çıktığınızda “Oy bölüyorsun sen” gibi bölücü bilmem ne diye size hani lafla tokat atması çok eğlenceli şeylerdi. Ama bu işe mutlu ve güzel günlere inanan 2 bin küsür insan vardı orada. Ve onunla biz çok yol aldık. Yani özellikle devam edecek bu benim Datça sevdam, bu belediye başkanlığıyla sınırlı değil. Çünkü ben sadece kampanyada. Belediye başkanlığında yapamayacağım çok kadar çok şey yaptım. Datça için yollar yapıldı. Yani gibi dağ tepe dolaştım. Su şebekeleri yapıldı, şimdi jeneratörler gelmiş. Yani bunların hepsini kampanya döneminde yaptım. Ve bunu yaparken de büyük keyif aldım. Yani siyaset şu değil; bir adamın fikriyle orantılı bir şekilde yürüyüp orantısız bir sonuca ulaşmak değil. Siyaset şu; siyasilerin hiçbiri kötü değil. Bakın kötü olan maalesef bizleriz. Yani o siyasileri yön gösteren millet diyebilirsiniz, halk diyebilirsiniz, topluluk, ulus, artık neyse o kavramın adı. Onlar kötü olan. Onlar siyasetçileri istediği yere çekmeye çalışıyorlar. Ya yok ben oraya gelmeyeyim. Ben bunu almayayım dediğiniz zaman ya öteki oluyorsunuz, ya öcü oluyorsunuz, ya bölücü oluyorsunuz ya başka bir şey oluyorsunuz. Yani oy bölücü diyorum tabii öteki türlü hiç anlamam bile. Ve fakat o zaman düşünüyorsunuz, aslında sizin tırnak içerisinde bilendiğiniz, küfrettiğiniz, yükseldiğiniz siyasetçinin hiçbir suçu yok ya. Vallahi yok.
• Şimdi bunca yıldır masanın öbür tarafında olan Mesut Yar, şimdi diyor ki...
Günah çıkarıyorum an itibarıyla. Çünkü tribünler çok çıldırtıcı bir şey. Sahanın içinde oynayanın hiç mi suçu yok kardeşim diyeceksin. Ya belki hani kurduğu teknik kadro iyi olmayabilir. Bunu değiştirebilir ama tribünleri değiştiremezsiniz. Bu çok net. Yani tribünün her zaman orada duracaktır. Futbolcular gider gelir ama taraftarlar gidip gelmezler, hep olduğu yerdedirler. Dolayısıyla siyasetin bana öğrettiği şey bu oldu, sevmekten yine vazgeçmediğimde Datça, yine Datça’dır. Çok çalışacağım Datça için. Muğla için de... Datça, sonra çok küçük ölçek geldi. Muğla için yapılacak çok şey var. Yardım edilebilir, mevcut yönetime yardım edilebilir. Kamu yönetimi kesimine yardım edilebilir. Oturursunuz bakanla konuşursunuz. Şu UNESCO şeyini “Ne olur Sayın Bakan bir tekrar elden geçirelim, Knidos’a çok ayıp oluyor. Çünkü dünyada iki denizin birleştiği tek liman neredeyse. Hani orada o bilimsel aklı taşıyacak bir sürü insan var. Başta ben varım yani. Bir şekilde bu işin çıpası olurum" diyebilirim. Yani işin o tarafıyla uğraşmak benim için ekstra bir zorluk değil, zaten istediğim bir şeydi. Belediye başkanı olsaydım yine uğraşacaktım. İyi ki de olmadım bir yandan... Yani şimdi karşı karşıya olduk. Düşünün 80 bin kişi yaşıyor ama 25 bin kişinin ikametgâhı var. 3 ay 400 bin oluyor. Yani Datça'nın 30 kilometre açığında bir volkan vardır. Ben öyle görüyorum. Yaz aylarında Datça'da o volkan, resmen altından patlıyor. Ben Datça'ya büyük bir sevgiyle gidip hem iyilik hem kötülük yaptım. Çok tanıttım kampanyada. Her yerde Datça çıktı. Ve Türkiye'de birkaç kez TT oldu. Google'da da en çok aranan şey “Datça neresidir?” Yani hani bunların hepsini Datça'ya verdim. Fakat “Datça buna hazırlıklı mı?”yı hiç düşünmedik. Biz hazırlarız diye düşündük. Şimdi karşı tarafın ne yapabileceğini - karşı tarafta demeyeyim artık- sevgili yeni belediye başkanının ne yapabileceğini merak ediyorum. Bir yerde tıkanırlarsa, arayanlar oluyor zaten. Vatandaşken yaptırdım birçok yolu ben. Yani vatandaşken o yamalar yapıldı. Plajlar toparlandı, çöpler toplandı. Bir gün dedim ki “Arkadaş ilginç bir şey yapalım. Şu sabah yürüyüşü yaptığımız bir parkur var. Burayı temizleyelim” dedim. “Yarın burayı temizliyoruz” dedik. Duyurduk da. Size yemin ediyorum o parkurda bir tane izmarit yok. Sabahın 3’ünde göndermişler o belediye işçilerini, tertemiz.
• Siyasete yol göstermek böyle bir şey galiba...
Bunu yapabiliyorsun demek ki. Hani illa da bir delinin çıkıp bayrak sallamaması lâzım. Bak aslında o sıkıntı burada. Datça’da su yok, diyorlar. 6 - 7 su kaynağı bulduk. “Söylemem ki...” yapıyorum şu anda. Yani gerçekten kendi kendini idare edebilecek bir yer. Çünkü sizden 2500 sene önce orada yani 80 bin kişi yaşamış, ve gayet güzel bir uygarlık kurmuş. Kavgasız dövüşsüz ihracat merkezi. Kavgasız dövüşsüz kültür başkenti. Kavgasız dövüşsüz liman. Eee bunu yapamıyorsan 20 bin kişiye yazık sana.
• Umarız yapılır...
Yapılır yapılır, iyi insanlar var siyasette. Ben onlara güveniyorum.