Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Zahir Ahmed panikle karşı kıyıya doğru koştu, oradaki sık ormanın içine saklandı ve ailesinin son anlarını izledi. Bir hafta sonra komşu Bangladeş'teki bir mülteci kampında verdiği röportajda, “Suyun hemen yanındaydım” diye hatırlıyordu; gözleri kan çanağı gibiydi ve gömleği ter ve kirle lekelenmişti. Ahmed, gençlerin ve yetişkinlerin tüfeklerle vurulduğunu, aralarında altı aylık en küçük kızı Hasina'nın da bulunduğu bebek ve çocukların ise suya atıldığını söyledi. Karısının ve çocuklarının öldüğünü anlatırken ağlıyordu, parmakları tükenene kadar titizlikle isimlerini iki eliyle sayıyordu.

        Bu olay Arakan Müslümanlarına yönelik soykırım sürecinden, binlerce örnekten biriydi. On yıllara yayılan sistematik bir soykırım, 2017 ve sonrasında çok daha sertleşti.

        BM ve diğer uluslararası bazı raporlara göre sadece Ocak 2018'de askeri ve yerel halk tarafından en az 24.000 Arakanlının öldürüldüğü, 18.000 Arakanlı kadın ve kız çocuğuna karşı toplu tecavüz gerçekleştirildiği, 116.000 Arakanlının dövüldüğü ve 36.000'inin de ateşe atıldığı belirtiliyor.

        Gazze’ye ne kadar da benziyor değil mi?

        Uluslararası Af Örgütü'nün 2018 tarihli "Her Şeyi Yok Edeceğiz" raporuna göre, ordu tarafından yürütülen şiddet eylemleri yaygın ve sistematikti.

        Binlerce kişinin öldürülmesi, tecavüz, işkence ve yüzlerce köyün yakılması, 700.000'den fazla Arakanlının Bangladeş'e kaçmasına neden oldu.

        Hatırlarsanız, Emine Erdoğan, Arakan bölgesini erken dönemde 2012’de ve mülteci kamplarını da 2017’de bizzat ziyaret edip dünyanın dikkatini buraya çekmeye çalışmıştı.

        İnsanlık tarihimizin büyük utanç sayfalarından olan bu soykırımda sadece Burmalı askerler, yerel halk ve din adamaları değil Facebook’un da dahli olduğuna dair güçlü kanıtlar var.

        Facebook, açık bir şekilde nefreti yayarak, daha fazla şiddet görüntülerini ön plana çıkararak, Müslümanlara yönelik sistematik saldırıların daha uzun süre izlenmesini sağlayarak bu soykırımda önemli bir aktör olarak karşımıza çıkıyor.

        Uluslararası Af Örgütü'nün yayımladığı başka bir rapor bu konuyu anlamamız için eşsiz bir kaynak.

        Sosyal Vahşet: Meta ve Arakanlılar için Telafi Hakkı” başlıklı rapor, Facebook’un Arakanlı Müslümanlara karşı işlenen vahşette pasif bir gözlemci olmadığını, aktif bir rol oynadığını belgeleriyle, tanıklıklarla ortaya koyuyor.

        Rapor, Myanmar ordusuyla bağlantılı aktörlerin ve radikal Budist milliyetçilerin, Facebook’u dezenformasyonla doldurarak Arakanlıları “insan dışı işgalciler” ve “köpekler” olarak tasvir ettiğini ve “yok edilmeleri” gerektiğini söyleyen mesajları örnek olarak gösteriyor.

        Soykırım sürecinde, Müslümanları “vatan haini” olarak tanımlayan gönderiler binlerce kez paylaşılmış ve “Müslümanlar köpektir ve vurulmalıdır” gibi yorumlarla nefret dalgası her geçen gün artırılmış. Soykırım ateşine odun atan yüzbinlerce paylaşım algoritmalar sayesinde daha fazla izlenmiş.

        Böyle gönderilerin viral hale gelmesi elbette algoritmaların çalışmasıyla mümkün olabiliyor.

        Algoritma modelinin doğası özetle şöyledir. Kışkırtıcı, duygusal olarak yüklü, sansasyonel ve bölücü içerikler insanları meşgul etmenin en etkili yoludur. Duygulara hitap eden paylaşımlar, videolar her zaman daha fazla izlenir. Böylece kullanıcı hangi sosyal medya platformunu kullanıyorsa orada daha çok zaman geçirir ve o sırada daha çok reklama maruz kalır. Sosyal medya platformlarının temel mekanizması bu içeriklerin sürekli ön planda tutulması üzerine kuruludur.

        Bugün küçük çocuklar dahil, çoğumuzu hipnoz ederek video kaydırma hareketiyle saatlerce ekran başında tutan algoritmalar, şirketlerin sadece daha fazla kâr etmesi için çalışır.

        Yani, Myanmar'da nefret söyleminin yayılması talihsiz bir hata veya öngörülemeyen bir yan etki değil.

        Sistem yani algoritmalar burada kusursuz çalışmış ve şirket sürekli kâr elde etmiş.

        Bununla birlikte, Uluslararası Af Örgütü raporu sonrası “Facebook kötü aktörler tarafından kullanıldı” anlatısı da çöküyor.

        İşin doğrusu tam olarak şöyle olmalı. “Facebook'un temel işlevleri soykırımcı bir devlet tarafından araçsallaştırıldı ve platformun tasarımı bu araçsallaştırmayı kolaylaştırdı.”

        Çünkü rapora göre bu konu yıllar içerisinde Facebook tarafına defalarca iletilmiş ama şirket bu algoritmaları değiştirmek, düzenlemek noktasında hiçbir şey yapmamayı tercih etmiş. Kulaklarını kapatmış ve daha fazla kâr elde ettiği bu sistemi devam ettirmiş.

        Bu arada BM ve Uluslararası Af Örgütü raporlarından sonra Facebook, Arakan Müslümanlarına yönelik soykırımda yetersiz kaldıklarını itiraf etti.

        Arakan halkının Facebook’a karşı davası ise hala devam ediyor.

        Gelelim bugüne.

        Bugün Gazze’de de benzer bir durumla karşı karşıyayız. Çok acı ve çok büyük bir soykırıma maalesef tanıklık ediyoruz ve sosyal medya şirketleri bu durumda hala İsrail yanlısı olabiliyorlar. Bu soykırımı anlatan şiddet içermeyen içerikleri kaldırabiliyor, hesapları kapatabiliyorlar.

        İşte bu noktada sadece kâr etmeyi değil insanı önceleyecek, insanlık onurunu koruyacak, nerede bir haksızlık varsa onun platformu, zemini olabilecek sosyal medya yapılarına ihtiyacımız var.

        Next, bu açıdan sadece yerli bir teknolojik ürünün çok ötesinde anlam taşıyor.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dünya beşten büyüktür” çığlığının bir sonucu olarak hepimiz için bir umut vesilesi.

        Emeği geçenlere ve gençlere minnettarız.