1944 yılının sıcak bir Ağustos günüdür. Fotoğrafçı, krematoryumdan (insan bedenlerinin yakıldığı yerden) dışarı çıkar. Duvara yaslanır. İki kez sağa döner. Binanın diğer tarafına, güneye çıkar ve huş ağaçlarına doğru açık alanda ilerler. Orada da cehennem devam etmektedir. Çoktan soyunmuş bir kadın grubu gaz odasına girmeye hazırlanır. SS subayları her yerdedir. Fotoğraf makinesini çıkarmak neredeyse imkânsızdır, hele ki hedef almak çok daha zordur. Bilinmeyen fotoğrafçı iki kare çeker; aceleyle, bakmadan, belki yürürken.
Fotoğrafçı, ardından krematoryuma geri döner, muhtemelen kuzey tarafına. Alelacele kamerayı David Szmulewski’ye teslim eder; o çatıdadır, SS hareketlerini gözlemektedir. Tüm operasyon en fazla on beş-yirmi dakika sürmüştür. Szmulewski kamerayı kovasının dibine saklar. Film daha sonra kameradan çıkarılır, ana kampa götürülür ve sonunda Auschwitz’ten dışarı çıkarılır. SS kantininde çalışan Helena Dantón, filmi bir diş macunu tüpünün içine gizler.
Film bir not ile birlikte gönderilir.
Acil. 6x9 için iki metal film rulosunu olabildiğince hızlı gönderin. Fotoğraf çekme imkânı var. Size, mahkûmların gaz odalarına gönderildiğini gösteren Auschwitz-Birkenau fotoğraflarını yolluyoruz. Bir karede, krematoryumun tüm cesetleri yakmaya yetişemediği için gövdelerin yakıldığı kazıklar görülüyor.
Notu yazan kişi kamptaki esirlerden biri olan ve daha sonra Polonya’nın beş kez üst üste Başbakanlığını yapacak olan Józef Cyrankiewicz’dir.
Polonya’daki meşhur Auschwitz toplama kampında kalan esirlerden bazıları, öldürülenleri taşımak, yakmak, gaz odalarını hazırlamak ve diğer süreçlerde Nazi ölüm timlerine yardım etmekle görevliydiler. İşte bunlara Sonderkommando denirdi. Özel komuta birimi yani. Bu göreve seçilen esirler bir süre sonra öldürülür, yerlerine yenileri getirilirdi.
Literatüre “Sonderkommando fotoğrafları” olarak geçen bu fotoğraflar, işte bu esirler tarafından çekilip dışarı sızdırıldı. Bunlar, Nazilerin soykırım girişiminin en önemli kanıtları oldu. Dünya ilk kez bu fotoğraflarla kamplarda neler olduğunu tam anlamıyla görebildi. Hem Nurnberg yargılamalarında kullanıldı hem de soykırım müzelerinde en önemli kanıt olarak sergilendiler.
Dünya kamuoyu esasında Nazilerin toplama kamplarından haberdardı. Ancak detaylarına hakim değildi. İlk kez Aralık 1942'de Polonya Dışişleri Bakanı Raczyński, Birleşmiş Milletler bildirisini imzalayan devletlere Polonya’daki kamplar hakkında bir not yolladı.
Raczyński, içeriden aldığı bilgilerle toplama kamplarında milyonlarca insanın kitlesel imhasına yönelik bilgileri iletti. Bu nota cevaben ABD, İngiltere, Sovyetler başta olmak üzere birçok devlet Nazilerin yaptıkları konusunda ortak bir açıklama yaptılar. Ancak bu açıklamaya pek itibar edilmedi. Dünya kamuoyu bu açıklamayı da ikinci dünya savaşının bir propaganda malzemesi olarak görmüştü çünkü.
Kimse böylesine bir vahşete ihtimal vermiyordu. Başta bahsettiğim fotoğraflar işte bu yüzden dünya kamuoyunda büyük ses getirdi. İnanılmaz bir şok yaşandı. Hitler’in nasıl bir soykırıma giriştiği anlaşıldı. Daha sonra müttefik devletler Nazileri yenip bu kamplara girince tablo tamamen netleşti. Karşılaştıkları tablo inanılmazdı. 1939’dan 1945’e kadar altı yıllık süreçte Hitler’in yaptıkları tamamen karanlıktaydı, kimse görmemişti, öğrenememişti.
Naziler, ikinci dünya savaşı şartlarında televizyon ve diğer görsel araçların çok kısıtlı olduğu bir zamanda, internet ve sosyal medyanın ise hiç olmadığı bir dönemde bu soykırımı rahatça yapabilmişti.
Bugün ise benzer bir süreç Gazze’de yaşanıyor. Bu kez soykırımı yapanlar Hitler’in kurbanlarının torunları.
Hitler’in Yahudilere uyguladığı soykırımın benzerini bu kez Netanyahu ve İsrail, Filistinlilere uyguluyor.
Ancak bu sefer durum farklı. Artık konvansiyonel medya çok yaygın ve özellikle sosyal medya ve cep telefonlarının kameraları sayesinde bugün Gazze’de yaşanan soykırımdan dünya tamamen haberdar.
Her gün önümüze onlarca yüzlerce hayatını kaybetmiş insanların görüntüleri düşüyor. İşte burada Gazze’deki gazeteciler büyük önem kazanıyor. Mesela Anadolu Ajansı muhabirlerinin çektikleri görüntüler “Kanıt” adıyla kitaplaştırıldı yakın zamanda. Bu belge tıpkı Auschwitz’de çekilen görüntüler kadar değerli. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu belgeyi Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Başsavcısına bizzat teslim etti.
Gazze’de yaşananları dünyaya aktarmak çok zor bir görev. Netanyahu da Hitler gibi soykırımı karanlıkta yapmayı istiyordu. Zira İsrail hükümetinin yaptığı vahşet ve katliam görünür oldukça ikinci dünya savaşından bu yana elde ettikleri meşruiyetlerini kaybediyorlardı.
İsrail istihbarat kaynakları tam da bu yüzden yeni bir birim kurdu.
İsrail istihbaratına bağlı “Meşrulaştırma Hücreleri” adıyla kurulan bu yapının en öncelikli görevi soykırımı görünmez kılmak, Filistinlileri terörist ilan etmek ve orada yaşanan gerçekliği dünyaya aktaracak, yani Nazi kamplarından diş macunuyla dışarıya çıkarılan fotoğraflar gibi işlevsel olacak her türlü görüntüyü, fotoğrafı ve bilgiyi ortadan kaldırmak.
Ortadan kaldıramazlarsa bile bunları manipüle etmek. Bunun için de temel misyonlarının başında gazetecileri yok etmek geliyor. 7 Ekim’den bu yana en az 270 gazeteci İsrail tarafından öldürüldü.
İsrail istihbaratından sızan bilgilere göre “Meşrulaştırma Hücreleri” dünyaya gerçeği aktaracak olan Gazze’deki gazetecileri terörist, Hamas üyesi, şiddete yönelimi olan gayri meşru insanlar olarak tanımlamaya çalışıyorlar. İsrail ordusu gazetecileri öldürüyor ve bu “Hücre” hemen devreye girip öldürülen kişiyi dünya kamuoyuna karşı itibarsızlaştırıyor.
Kimi zaman bu “Hücreler” gazetecileri, sosyal medya fenomenlerini ve diğer medya aktörlerini İsrail istihbaratına bildirerek işlerinin bitirilmesini yani yok edilmelerini sağlıyor.
Bu birim aracılığıyla İsrail'e yakın siber şirketlerin, Filistinlileri özellikle sivil katliamı perdelemek, Filistin destekçileri arasında bölünme yaratmak ve politikacılar üzerinde baskı kurmak amacıyla yapay zeka araçları ve bot çiftlikleri kullandıkları tespit edildi.
İsrail özellikle propaganda gücüne güveniyordu ve en büyük silahı da yalanlardı. 7 Ekim’den bu yana gerek İsrail resmi hesaplarından gerekse de bunlara bağlı kurum ve kişilerden sosyal medyaya inanılmaz bir yalan kampanyası sürdürüldü.
Türkiye, Dezenformasyonla Mücadele Merkezi üzerinden bu yalan stratejisini çökerten önemli bir rol üstlendi. İsrail’in resmi devlet hesapları dahil yüzlerce yalanı tek tek çürüttü ve uluslararası alanda İsrail’in gerçek yüzünü ortaya koyan sürecin önemli bir parçası haline geldi.
Uluslararası kamuoyu, Netanyahu’nun soykırım girişimini işte bu gazeteciler ve hakikat için savaşan kişiler ve kurumlar sayesinde görebildi.
Naziler gibi gizli saklı bir soykırım süreci işletemiyor İsrail. Dolayısıyla büyük tepkiler alıyor. Ancak hiçbiri bu soykırımı durduramıyor ne yazık ki. İşte bu yüzden 44 ülkeden aktivistlerin ve gazetecilerin olduğu Soumoud konvoyu ile binlerce kişi denize açıldı ve Gazze’ye doğru yola koyuldu.
Her geçen gün daha çok sivil bu vahşete karşı sesini yükseltiyor. Vicdanlı insanlar, 2025 yılı itibariyle devam eden Gazze’deki büyük vahşete karşı sessiz kalmıyorlar. Bizim yapabileceğimiz en değerli katkı ise bu soykırımı ve bu soykırıma karşı girişimleri gündemimizden bir an olsun düşürmemek.
Hitler ile Netanyahu’nun isimleri tarih sayfalarında kuşkusuz yan yana yerini alacak. İsrail istediği kadar “hücre” kursun, en gelişmiş propaganda tekniklerini kullansın ama bu hakikati örtemeyecek.