Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler İdris Kardaş Filistin Devleti'ni nasıl tanıdık?

        Cezayir’in Batısı’nda yer alan Club des Pins bölgesindeki sahil kıyısında yüksek güvenlikli Palais des Nations binasının o günkü konukları yeni bir devletin ilanı için toplanmışlardı.

        Daha önce 75 ülkenin temsilcisinin katıldığı Bağlantısızlar Hareketi’nin meşhur toplantısının yapıldığı binaydı bu. Hareket’in 1973’teki en büyük toplantısı Cezayir’de yapılmıştı. Vietnam’daki savaştan, Afrika’daki Apartheid rejimine, Portekiz sömürgelerinden Filistin konusuna kadar birçok konu gündemleri arasındaydı.

        FKÖ ilk olarak bu toplantıda “Filistin halkının tek temsilcisi” olarak tanınmıştı. Bu tanınma daha sonra BM üzerinde de etkili oldu ve FKÖ aynı statüyü burada da aldı.

        Bu kez takvim yaprakları 15 Kasım 1988’i gösteriyordu ve Filistin Ulusal Konseyi yine bu binada önemli bir karar alacaktı.

        Kürsüdeki Yaser Arafat, salonu dolduran yüzlerce Filistinlinin coşkulu alkışları arasından şu tarihi cümleleri kurdu.

        “Filistin Ulusal Konseyi, Allah’ın adıyla ve Filistin Arap halkı adına, Kudüs’ü (El-Kuds eş-Şerif) başkent yaparak Filistin topraklarında Filistin Devleti’nin kurulduğunu ilan eder.”

        Filistin Devleti'nin ilanına 6 ülke hemen olumlu cevap verdi ve Filistin'i resmen tanıdı. Cezayir, Türkiye, Hindistan, Endonezya, Malezya ve Küba.

        Arafat’ın Filistin devletinin bağımsızlığını ilan ettiği bildiriyi ünlü Filistinli şair Mahmud Derviş kaleme almıştı. Düz bir diplomatik metinden ziyade yıllar boyu hatırlanacak bir bildiri olması konusunda ısrarcı olmuş ve dediği gibi duygusal ve coşkulu bölümleri bildiriye eklemişti.

        Mahmud Derviş demişken, Arap dünyasının en önemli isimlerinden biri olan Derviş’in 1973’te “Gazze’nin Onuru” şiiri bugünü anlatıyor adeta.

        “Gazze'nin güzelliği, sesimizin ona ulaşmamasıdır. Hiçbir şey dikkatini dağıtamaz; hiçbir şey yumruğunu düşmanın suratından çekemez. Gazze, reddedilmeye adanmıştır... Açlık ve reddedilme, susuzluk ve reddedilme, yerinden edilme ve reddedilme, işkence ve reddedilme, kuşatma ve reddedilme, ölüm ve reddedilme...”

        Bildiriye dönecek olursak.

        “Filistin Arap halkının 1947 tarihli BM Genel Kurulu’nun 181 (II) sayılı kararıyla, Filistin’in bir Arap ve bir Yahudi devleti olarak bölünmesi sonucunda uğradığı tarihsel haksızlığa, yerinden edilmesine ve kendi kaderini tayin hakkından mahrum bırakılmasına rağmen, bu karar hâlâ uluslararası meşruiyetin temelini oluşturmaktadır ve Filistin Arap halkına egemenlik ve bağımsızlık hakkını garanti etmektedir.”

        Bu bölüm, BM ve uluslararası meşruiyet bağlamında Filistinlilerin çabasını açıkça gösteriyordu.

        Bazı Filistinli direniş hareketleri iki devletli çözüme karşıydı. Ancak bugün gelinen noktada 1947 tarihli kararın çok çok gerisinde kalındığını görebiliyoruz maalesef.

        Arafat, Filistin devletini ilan eder etmez Ankara’da da hareketli saatler yaşanmaya başlamıştı. Esasında Ankara’nın bu konudan bir ay öncesinden haberi vardı.

        24-25 Ekim 1988’de Yaser Arafat Türkiye’ye gelerek konuyu dönemin Başbakanı Özal ve Cumhurbaşkanı Evren ile görüşmüştü.

        Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde yer alan bilgiye göre; Arafat, Filistin devletini ilan edeceğini Türkiye’ye bir ay öncesinden haber vermişti. Türkiye’nin tavrının da bu yeni devlet ilanına destek olacağı yönündeydi.

        Dışişleri arşivinden;

        “Sayın Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız ise, Filistin Ulusal Konseyi’nde (Cezayir’deki toplantıdan bahsediliyor), Filistinlilerin en isabetli ve gerçekçi kararları alacaklarından kuşkumuz olmadığını belirtmişler ve Türkiye’nin, Filistin davasına başından beri gösterdiği sarsılmaz desteğin bundan böyle de devam edeceğini ifade ederek, bu çerçevede Ulusal Konsey’de alacakları kararları da destekleyeceğimizi bildirmişlerdir”

        Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz Cezayir’deki toplantının gerçekleştiği sırada TBMM’de yaptığı konuşmada da Filistin devletini tanıma meselesine değiniyordu.

        “Filistin Ulusal Konseyi, şu sırada Cezayir’de yapmakta olduğu önemli toplantıyı tamamlamak üzeredir. Sayın Arafat, izleyecekleri yeni yaklaşım konusunda bize de danışmak üzere geçen ay Ankara’ya gelmiştir. Malumları olduğu gibi, Filistin davasını ve kendi devletlerini kurma hakları da dahil Filistinlilerin tüm meşru haklarını destekliyoruz. Bu desteğimizi Sayın Arafat’a teyid ettik. Alacakları kararın Orta Doğu sorununa adil ve kalıcı bir çözüm bulunmasına yardımcı olmasını dilediğimizi kendisine ifade ettik.”

        Cezayir’deki Filistin devletinin ilanından birkaç saat sonra Türkiye’den bu yeni devleti tanıma açıklaması geldi.

        Ankara’da Dışişleri Bakanlığı acil toplantı yapmış ve aynı gün öğleden sonra Mesut Yılmaz, Türkiye’nin Filistin Devleti’ni tanıdığını resmen duyurmuştu. Açıklama kısa ama netti: Türkiye, Filistin halkının kendi devletini kurma hakkını tanıyor ve bağımsız Filistin Devleti’ni kabul ediyordu.

        Başbakan Özal’ın ertesi günkü gazetelere yansıyan sözleri ise şöyleydi.

        “Filistin halkının bağımsızlık hakkı vardır. Türkiye bu hakkı tanımaktadır. Bizim kararımız dostlukların ve tarihî bağların gereğidir. Arzumuz Ortadoğu’da barışın hâkim olmasıdır.”

        Türkiye Batı Bloku’nun önemli bir üyesiydi ve ABD’nin o günkü çizgisine ters düşecek bir adım atmıştı. Bu yüzden Ankara’daki birçok çevrede rahatsızlık oluşmuştu. Hem İsrail hem de ABD, bu karar dolayısıyla gücendirilmişti!

        İsrail, Türkiye’nin Filistin’i tanımasını üzüntüyle karşıladıklarını bildiriyor ve tanıma kararından duydukları memnuniyetsizliği dile getiriyordu.

        İsrail Dışişleri Bakanlığı’ndan bir diplomat da Cumhuriyet gazetesine bu konu ile ilgili bir açıklama yapmıştı. Türkiye’nin Filistin’i tanıma konusunda İsrail’le istişare yapmadığını ve bu kararın İsrail’de hayal kırıklığı yarattığını, ifade ediyordu.

        Türkiye, o gün Filistin için ne düşünüyorsa bugün de aynı şekilde bakıyor meseleye. Hatta Cumhuriyet’ten önce de Sultan 2. Abdülhamid döneminde Filistin hassasiyeti en üst seviyedeydi elbette.

        Osmanlı arşivlerinde, 2. Abdülhamid döneminde Yahudilerin Filistin’e yerleşmelerini yasaklayan, sınırlandıran sayısız belge var.

        1988’den bu yana birçok devlet Filistin’i tanımaya devam etti. Aradan geçen 37 yıl sonra bugünlerde Batı “medeniyeti” Filistin devletini tanıma kararı almaya başladı nihayet.

        Birleşik Krallık, Fransa, Belçika, Kanada, Avusturalya ve Portekiz gibi ülkeler Eylül 2025 itibariyle Filistin'i tanıdılar.

        Türkiye’nin saatler içerisinde gösterdiği barışçıl, insani, vicdani, eşitlikçi ve demokratik kararı, bu ülkeler ancak 37 yıl sonra alabildiler.

        İlan edildiği gün 6 ülkenin tanıdığı Filistin'i bugün 156 ülke tanıyor.

        Filistin devletinin tanınması kararların anlamsız ya da sembolik olduğu üzerine tartışmalar da var elbette. Çünkü Gazze’de büyük bir soykırım hala devam ediyor. Ancak Trump’ın ve Netanyahu’nun Filistin devletinin tanınması konusundaki rahatsızlıkları ortadayken, tanınmanın önemli bir adım olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

        Tabii bu tartışmayı yapanlar bir noktada haklılar. Tanımak yetmez, dahası da lazım. İsrail’e karşı somut ve net yaptırımların yapılması olmazsa olmaz artık. Madem bu kararı almak için 37 yıl beklediler, o zaman bunun göstermelik olmadığını kanıtlamaları için Gazze’deki soykırımı durdurmalarını, İsrail’e karşı yaptırımları ivedilikle uygulamalarını ve Netanyahu ile diğer sorumluların uluslararası alanda yargılanmalarını sağlamalarını beklemek hakkımız.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bugünlerde ABD’de BM bünyesindeki toplantılarda inanılmaz bir çaba içerisinde. Hem yaptığı konuşmalarda hem de BM Genel Merkezi’ndeki Gazze toplantısında ABD Başkanı Trump ile birlikte masanın başına geçip Gazze için elinden geleni yapıyor. İlkeli, insani ve aynı zamanda reel politik açıdan sonuç alıcı bir politika nasıl sergilenir, bunu gösteriyor.

        Türkiye olarak her savaşa her insanlık dramına karşı hassasiyetimiz, dünyanın vicdanı olma noktasında bizi diğerlerinden ayrıştırıyor elbette. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konudaki direnişini desteklemek, arkasında durmak, yanında olmak Gazze’de yaşanan bu büyük felaketten rahatsız olan herkesin görevi olmalı.