Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler İdris Kardaş Barışın konuşulduğu her masada varız
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Durand Hattı haritada düz bir çizgidir; ama dağlarda, vadilerde, köylerin kalbinde zikzak çizer. Bazen bir pazar yerini ikiye böler, bazen bir mezarın ortasından geçer. Savaşın başladığı her sabah, bu hattın iki tarafındaki insanlar aynı dili konuşur, aynı duayı eder, ama birbirlerine ‘öteki ülke’ derler.

        1893 yılında, İngiliz sömürge yönetiminin dışişleri sekreteri Sir Mortimer Durand, Afgan Emiri Abdurrahman Han ile Kabil’de masaya oturur.

        İngilizler Pakistan sınırını belirlemek ve Afganistan’ı tampon bölge yapmak ister. Abdurrahman Han ise imparatorluğun baskısı altındadır.

        İki haftalık görüşmeler sonunda Durand, Afgan toprağını kalemle ikiye böler.

        Kalem darbesi, Peştun halkını ortadan ikiye ayırır; kardeş kardeşe yabancı olur. Köyler ikiye bölünür, aileler parçalanır.

        Günümüzde, jeopolitik ve jeostratejik analistler, bu hattı dünyanın en tehlikeli sıcak noktalarından biri olarak nitelendiriyorlar.

        1979’da Sovyet işgali, ardından 1989’da çekiliş, 1990’larda Taliban’ın yükselişi ve 2001 sonrası ABD müdahalesi. Sonra tekrar Taliban dönemi.

        Her dönemde bu sınır, uluslararası çıkarların, vekâlet savaşlarının ve terör örgütlerinin geçiş noktası hâline gelmiş.

        Bugün Afganistan ile Pakistan arasında süren gerilim, aslında bu tarihsel fay hattının yeniden kırılmasından kaynaklı. Pakistan, Afganistan’daki yönetimi kontrolsüz “terörist” gruplara göz yummakla suçluyor; Afganistan da Pakistan ordusunu kendi topraklarını bombalamakla.

        Kısaca, özetle bu hatta yaşanan çatışmaların nedeni bu. Son zamanlarda her iki taraftan da asker ve sivil kayıplar söz konusu. Dünyanın bizden çok uzak, bir ucu İran’a bir ucu Çin’e yaslanan iki ülke arasındaki çatışmalar sonucunda sınır boyundaki köyler hep boşaldı, binlerce sivil yer değiştirdi, ticaret yolları kapandı. Kısacası bölge yeniden kontrolsüz bir savaş alanına dönüştü.

        Tam bu noktada Türkiye ile Katar devreye girdi. Doha’daki görüşmelerde iki ülkenin istihbarat servisleri, askeri ve diplomatik temsilcileri kapalı kapılar ardında günlerce çalıştılar.

        Geçtiğimiz hafta Gazze için ateşkes masasına oturan Türkiye, iki gün önce bu kez binlerce kilometre ötedeki Pakistan ile Afganistan arasındaki ateşkes için masa kurdu.

        Sonuçta, Afganistan ve Pakistanlı Bakanların ve istihbarat başkanlarının, Türkiye’den de MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın katılımıyla ateşkes imzalandı. Bir takip mekanizması kurulması yönünde mutabakat sağlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürekli bilgilendirildiği ve talimatlarının alındığı 14 saat sonucunda imzalar atıldı.

        Bu, sadece iki ülke arasındaki ateşkesi değil, bölgesel kaosun eşiğinden dönülmesini sağlayan bir gelişmeyi ifade ediyor. Bu konudaki uzmanların söylediklerine bakılırsa bu hattaki bir savaş, kaçınılmaz olarak Çin, İran, Rusya ve Orta Asya Cumhuriyetleri’ni de içine çekebilecek potansiyeli barındırıyor.

        Çünkü Durand Hattı’ndaki yani Pakistan ile Afganistan arasındaki her istikrarsızlık, yalnızca bu iki ülkeyi değil, tüm Güney ve Orta Asya’nın dengelerini etkiliyor. Göç dalgaları, uyuşturucu ticareti, enerji koridorları ve Çin’in Kuşak-Yol Projesi’nin güvenliği bu bölgeden geçiyor. Az önce söylediğim gibi bir ucu İran’a bir ucu Çin’e dayanan bir bölgeden söz ediyoruz.

        İşte burada Türkiye’nin bu sahada kurduğu diplomatik-istihbarî denge, hem bölgesel barış hem de küresel güvenlik açısından stratejik bir değer taşıyor.

        Türkiye, klasik diplomasiyi destekleyen, ona zemin hazırlayan ve özellikle çatışma bölgelerindeki saha hakimiyeti dolayısıyla barış ve mutabakat masalarını güçlendiren ve hatta direkt o masalarda yer alan bir model geliştiriyor: “istihbarat diplomasisi.”

        Bu modelde MİT, yalnızca güvenlik bilgisi toplayan bir kurum değil, devletin dış politika aygıtının etkin bir bileşeni bir aktörü hâline geliyor. Libya’dan Somali’ye, Ukrayna’dan Karabağ’a uzanan geniş bir hatta Türkiye’nin izlediği proaktif diplomasi çizgisinde istihbaratın dönüştürücü gücünü tüm bölge ülkeleri ve dünyanın önemli güçleri dikkatle izliyor. Şimdi bu haritaya Afganistan–Pakistan hattı da eklendi.

        Son ateşkes masasında Katar ile birlikte süreci yöneten Ankara, taraflarla hem açık hem de kapalı kanallardan temas kurdu.

        MİT, bu süreçte barış sürecinin mühendisliğini yapan stratejik bir aktör konumunda. Görüşmelerin teknik hazırlıkları, sınır güvenliği analizleri, tarafların askeri niyet okumaları, hatta sahadaki militan hareketliliklerinin değerlendirilmesi gibi veriler MİT’in koordinasyonuyla masaya taşınmış görünüyor.

        Ülkemizde haber bültenlerinde çok hızlı geçilse de bu ateşkes masasında Türkiye’nin varlığı hem ateşkesin bizatihi kalıcılığı açısından hem de her iki tarafın güvenirliği açısından çok değerli. Her iki taraf da son günlerde yaptıkları açıklamalarla Türkiye’nin masadaki varlığından son derece memnunlar ve barış için Türkiye’ye güveniyorlar.

        Elbette her ateşkeste olduğu gibi bu ateşkesin de geleceği hala kırılgan. Tarafların karşılıklı suçlamaları bitmiş değil. Zaten çok tarihi ve çok katmanlı bir çatışmadan ve bu çatışmadan nemalanan birçok farklı aktörden söz ediyoruz. Dolayısıyla işler hiç de kolay değil.

        Doha’daki ilk görüşmelerin ardından İstanbul’da 25 Ekim’de yapılması planlanan ikinci tur bu nedenle kritik. Türkiye, artık masanın sadece kolaylaştırıcısı değil, izleme mekanizmasının kurucu ortağı.

        Son zamanlarda yaşanan ateşkes ve barış görüşmelerinde Türkiye’nin masada olması hem taraflar açısından çok kıymetli hem de Türkiye’nin bölgesel etki gücünü artırması noktasında çok faydalı. Türkiye olarak, Batı’nın asker merkezli kriz yönetimi anlayışından farklı bir model sunuyoruz.

        Barışı, sahadaki güven üretiminden inşa ediyoruz.

        Barış için çalışan, emeği geçen herkese minnettarız.