Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Oscar'da seyircilerin favorisiydi

        En iyi uluslararası film Oscar’ını kazanan “Hâlâ Buradayım” (Ainda Estou Aqui – I’m Still Here), Brezilya’da askeri diktatörlük döneminde yaşanan gerçek bir olayı konu alıyor.

        Unutanlara hemen hatırlatalım: Brezilya ordusu, 1 Nisan 1964’te Başkan João Goulart’ı silah zoruyla görevinden alarak ABD desteğiyle yönetime el koyar. Sol muhalefeti sindirmeyi hedefleyen baskı rejimi, 15 Mart 1985’e kadar varlığını sürdürür.

        Marcelo Rubens Paiva’nın 2015’te yayımlanan aynı adlı hatıra kitabından uyarlanan “Hâlâ Buradayım”ın ilk sahnesi, 1970 yılında, Rio de Janeiro’da Leblon plajında açılıyor. Denizin üstünden uçan askeri helikopteri saymazsak, faşizmin karanlığından, zulmünden çok uzaktayız. Leblon plajında güneşli bir öğleden sonra yaşanıyor. Anne Eunice Paiva (Fernanda Torres) denizde sırt üstü uzanıyor; çocukları ise kumsalın neşeli kalabalığı içinde akranlarıyla futbol ve voleybol oynuyor. 12 yaşındaki Marcelo, plajda bulduğu şirin köpeği babası Rubens Paiva’ya (Selton Mello) göstermeye gidiyor. Amacı köpeği sahiplenmek… İki katlı evleri, plajın hemen karşısında… Köpek “şanslı” diye düşünüyoruz, o güzel eve sinmiş aile sıcaklığı ve saadeti hissettiğimizde…

        Filmin ilk bölümü, Rubens Paiva’nın 21 Ocak 1971’de evden alınıp götürülmesiyle sona eriyor. Yönetmen Walter Salles, o ana kadar 5 çocuklu ailenin içinde yaşadığı neşe, huzur ve sevgi üzerine kuruyor filmi. Bir anlamda, mutluluğun resmini çizmeye çalışıyor. Mutlular çünkü hepsi bir aradalar ve askeri diktatörlüğe rağmen geleceğe umutla bakıyorlar.

        Film bir yanıyla, hep birlikte olmaktan gelen bu mutluluğun bir daha asla yaşanmayacağı duygusunun verdiği keder üzerine kurulu. Ama bir yanıyla da geleceğe dair umutları hiç kaybetmemek ve aile olarak ayakta kalabilme direnci üzerine bir film seyrediyoruz. Filmin Brezilya’da ulaştığı büyük gişe başarısı ve Oscar ödüllerindeki etkileyici performansının kökeninde aileyi her şeyin tam kalbine koyması yatıyor bence. Filmde anlatılan olay çok üzücü ama aileyi birbirine bağlayan sevgi, hepimize iyi geliyor.

        Evin küçük oğlu Marcelo Rubens Paiva’nın yazdığı anılar kitabından uyarlanmasına rağmen filmin baş karakteri annesi Eunice… Olayları genellikle onun gözünden takip ediyoruz ama bazen çocukların bakış açısına da geçiyoruz. Mesela, dikta rejiminin varlığını hissettiğimiz ilk sahnede evin büyük kızı Vera (Valentina Herszage) ve arkadaşlarının yanındayız. Otomobille şehirde dolaşırken askerler bir tünelde durduruyor onları.

        Filmin başladığı günlerde, silahlı mücadeleyi benimseyen sol grupların İsviçre konsolosunu kaçırmasıyla başlayan gergin bir süreçten geçiyor Brezilya. Rubens Paiva’nın kitapçı ve yayıncı arkadaşı, her şeyini bırakıp Londra’ya yerleşme planları yaparken “Siz de gelin” diyor; çünkü Brezilya’nın daha kötü günler yaşayacağına inanıyor. Ama o günlerde 41 yaşında olan ve yüzünden gülümsemesini hiç eksik etmeyen iyimser Rubens, “Geçer bunlar” demekle yetiniyor. Sürgünden yeni dönmüş İşçi Partisi eski milletvekili Rubens’in Brezilya dışında bir hayat düşünmediği belli. İnşaat mühendisi olarak işleri yolunda ve ailesi için yeni ev inşa etme hazırlıkları yapıyor. Bu arada, silahlı mücadeleden uzak dursa da yasa dışı muhalif gruplar için elinden geleni yaptığını fark ediyoruz. Asıl önemlisi, Brezilya’daki korku rejimine karşı eşi Eunice ile birlikte evin içinde “hep pozitif bir neşe rejimi” kurduğunu görüyoruz. Silahlı adamlar onu götürmek için eve geldiğinde bile sakin şekilde hazırlanıyor, suratını hiç asmıyor.

        1970’li yıllarda Orta ve Güney Amerika ülkelerinde kurulan askeri diktatörlükleri gerçek olaylar üzerinden anlatan filmlerin arasında “Hâlâ Buradayım”ın ayrıştırıcı yanı, faşizmi bir ailenin yaşadığı kayıp üzerinden anlatması; sadece kaybın acısına odaklanması ve bunu yaparken duygusal aşırılıklardan mümkün olduğunca uzak durması… Benzer politik filmlerde gördüğümüz karakter değişimleri, bilinçlenme süreçleri, ahlaki ikilemler, vicdani hesaplaşmalar, nefret edeceğimiz faşist karakterler yok bu filmde. Onun yerine acıyla baş etmeye çalışan bir aile var sadece. Ve tabi ki o aileyi ayakta tutma görevini üstlenen Eunice…

        Sorgulamaların yapıldığı ordu merkezinde uzaktan veya arka fonda birkaç işkence sahnesi görüyoruz. Ama yönetmen Salles faşizmin şiddetini, dolaylı yollardan, ailenin yaşadıkları üzerinden anlatıyor asıl olarak. Sözgelimi Rubens’i almak için gelen silahlı paramiliter ekibin birden evin içinde belirmesi… Rubens alındıktan sonra perdeleri çekmeleri, evde beklemeyi sürdürmeleri… Ekip şefinin mesleği sorulduğunda ciddi ciddi “Parapsikoloğum” demesi… Eunice ve kızını sorgu merkezine götüren polis araçlarının şehir içi yollarda yaptığı gereksiz hız… Eunice’in psikolojik işkenceye dönüşen sorgu süreci…

        “Hâlâ Buradayım”, babanın ortadan kaybolmasının aile üzerindeki duygusal etkilerini yine detaylar üzerinden anlatıyor. Sözgelimi, Eunice’in sorgudan döndükten sonra eve sessizce girip uyuyan çocuklarına bakması ve duşa girmesi, sade ve güçlü bir sahneye vesile oluyor.

        Eunice’in birçok şeyi çocuklarından gizlemesi, en büyük kızı Vera’yla bile hiçbir şey paylaşmaması, onları çektiği acıdan uzak tutmak istemesi, psikolojik açıdan doğruluğu tartışılacak tavırlar. Özellikle yaşı büyük üç kızı için… Çünkü gerçekleri onlardan saklamak hiç kolay değil. Ama sonuçta, aileyi tek başına idare etmek için acısını içine gömmek ve geleceğe odaklanmak zorunda olduğunu düşünüyor. Londra’dan yeni dönen Vera hariç herkesin gülümsediği fotoğraf çekimi hem Eunice’in ne yapmak istediğini hem filmi özetleyen sahne gibi geliyor bana… Muhabir aileyi üzgün şekilde görüntülemek isterken, onlar daha önce çektirdikleri aile fotoğraflarındaki gibi gülümseyerek geçiyorlar objektifin karşısına. Belli ki, inadına yapıyor bunu Eunice. Faşist cuntanın ellerinden her şeyi alamayacağını söylemek istercesine… Özellikle de geleceği… Çünkü gelecek, 5 çocuğunu tek başına büyütecek bir anne için belki de en önemli konu.

        Salles, böylesine baskı dönemlerde yaşanan bir kaybın, aile üzerindeki psikolojik etkisini her şeyin önüne koyuyor. Aslında, faşist rejimlerin hüküm sürdüğü tüm ülkelerde görülmüş sayısız uygulamadan sadece birini seyrediyor ve hepsinin özünde aynı hikâyeyi içerdiğini biliyoruz: Malum, bütün baskı rejimlerinde yargısız infazlar kasten yapılır. Sadece hesap vermemek için değil. Devletin bu cinayetleri gayri resmi olarak onayladığı bilinsin ve hiç kimse kendini güvende hissetmesin diye… Ailelerin birliğini bozmak dolaylı değil, bilinçli bir hedeftir. Çünkü yargısız infaz kurbanı ailelerin çaresizliği, faşizmin stratejilerinden biridir. Diğer bütün aileleri korkutarak, toplumu sindirmektir amaç. Brezilya’da tanınan Paiva ailesinin hedef alınması, askeri diktatörlüğe muhalif eski bir milletvekilinin güpegündüz evden götürülmesi, topluma verilen “Hiçbiriniz güvende değilsiniz” mesajından başka bir şey değil kuşkusuz. İsviçre konsolosunun kaçırılması üzerine muhaliflere yapılan acımasız misillemelerden sadece biri…

        Baskı rejimlerinin insanlık dışı uygulamalarını sembolik de olsa yargılamanın yollarından biri, gerçek olayları anlatan böylesi filmler hiç kuşkusuz. Ama işin sinemasal yanı zayıf olduğunda bu tür filmlerin politik veya artistik hedeflerine ulaşması kolay değil. “Hâlâ Buradayım”ın sinemasal yanı ise gayet sağlam.

        Usta yönetmen Walter Salles’in, filmin ilk bölümünde, Leblon plajındaki evi ve içindeki hayatı detaylarıyla betimlemesi, bence filmi güçlü bir duygusal temele oturtuyor. Ev, 1970’leri yansıtan mobilyaları, eşyaları, kitapları, plakları ve her şeyiyle hayat dolu, canlı, gürültülü bir yer. Ama paramiliterlerin gelişiyle ışığını kaybediyor, sessizleşiyor ve renkler koyulaşıyor. Ev, babalarının onlarla birlikte olduğu o güzel günleri ve çocukluklarını temsil ediyor hiç kuşkusuz. Aynı zamanda Pavia ailesinin kaybettiği o yitik cenneti… Onlar için fotoğraflar ve çektikleri 8mm filmler, geçmişte kalan o mutlu günlerin simgesi. O yüzden Salles ve görüntü yönetmeni Adrien Teijido özellikle filmin ilk bölümünde tam da bu duyguyu yakalamak için 35mm formatında çalışıyor, araya 8mm görüntüler ekliyorlar.

        Walter Salles için yaklaşık 7 yıl boyunca hazırlandığı, kişisel bir proje “Hâlâ Buradayım”; çünkü 13 yaşından beri tanıdığı bir ailenin filmini çekiyor. Filmi senaryodaki sahne sırasına göre kronolojik olarak çekmesi, cunta rejiminin aile bireylerinin duygusal hayatı üzerindeki etkisini daha iyi anlatma fırsatı veriyor.

        Sinema sitesi IMDB’nin seyirciler arasında yaptığı ankette “Hâlâ Buradayım”ın en iyi film Oscarı’na aday filmler içinde açık ara birinci olması, seyircilerle ne kadar sıcak bağ kurabildiğinin kanıtlarından sadece biri. Bir başka sinema sitesi Rotten Tomatoes’da da durum farklı değil. Aday filmler arasındaki en yüksek seyirci puanı ona ait.

        Son olarak, Eunice rolündeki Fernanda Torres’in filme çok şey katan performansının altını çizelim ve “Merkez Garı”ndan (Central do Brasil) 26 yıl sonra annesi Fernanda Montenegro ile birlikte Brezilya sinemasından en iyi kadın oyuncu Oscar’ına aday olan ikinci isim olduğunu belirtelim.

        7.5/10