“Ölümcül Uçuş” (Fight or Flight), uçak yolculuğunu konu alan filmlerden biri olmasına rağmen söz konusu alt türün alışageldiğimiz örnekleriyle pek ilgisi yok. Seyrederken bir süre sonra uçak yolculuğu filmlerinden ziyade 2022 yapımı “Suikast Treni” (Bullet Train) geliyor aklınıza. Çünkü çok önemli bir ortak noktaları var: Her ikisinde de kiralık katiller, bir yolculuk esnasında karşı karşıya geliyor ve kendi hedeflerine ulaşmaya çalışırken aralarında ölümcül mücadeleye giriyorlar. Suç komedisi olmalarının yanı sıra iki film, içerdikleri şiddet unsuruyla da birbirlerini hatırlatıyorlar.
Kuşkusuz, aralarındaki tek fark, birinin trende, diğerinin uçakta geçmesi değil. İki filmin benzemeyen birçok yanı var. En önemlisi, hikâyelerin dramatik yapısı, ana karakterlerin hedefleri ve diğer karakterlerle ilişkileri hayli farklı. Ama Brooks McLaren ve D. J. Cotrona’nın yazdığı senaryonun çıkış noktası olarak “Suikast Treni”nden esinlendiğini söylemek mümkün. Bir başka ortak özellikleri, yakın dövüş sahneleri… Bu benzerliklere kargaşayı da eklemek gerekiyor. Çünkü her iki filmin komedi anlayışı, olayların kontrolden çıkması ve yaşanan kaosla şekilleniyor.
“Ölümcül Uçuş”un açılış sahnesi, bizi dar mekânda yaşanan arbede ve şiddete en baştan hazırlıyor. Strauss’un “Mavi Tuna”sı eşliğinde seyrettiğimiz huzur verici mavi gökyüzü çekiminin ardından kamera uçağın içine giriyor ve insanların adeta çıldırdığı bir şiddetle yüzleştiriyor bizi. Öyle ki, “Suikast Treni”nden ziyade Güney Kore filmi “Zombi Ekspresi” (Train to Busan – 2016) bile geliyor aklımıza. Ama 12 saat öncesine dönmemizle birlikte hikâye şekillenmeye başlıyor.
Her şey devlet ajanlarının elinden kurtulan ve Hayalet adı verilen çok becerikli bir hacker’ın yakalanmasıyla ilgili… Hayalet’in Bangkok’tan San Francisco’ya gideceğinin anlaşılmasının ardından yönetici Katherine Brunt (Katee Sackhoff), bölgede hiç saha ajanı bulamayınca, yıllardır Bangkok’ta bir çeşit sürgün hayatı yaşayan eski gizli ajan Lucas Reyes’i (Josh Hartnett) arıyor. Iskartaya çıkarılan Reyes, hayatını mahveden kişi olarak gördüğü Brunt’ın telefonunu dahi açmak istemiyor önce. Ama sonra isminin temize çıkarılacağı sözünü alınca acilen havaalanının yolunu tutuyor.
Kendisine verilen görev, gerçek kimliği henüz deşifre edilmemiş, daha önce hiç kimse tarafından görülmemiş Hayalet’i San Francisco’ya giden kalabalık uçaktaki yolcular arasından bulmak ve sağ olarak yetkililere teslim etmek…
Görevinin tahmin ettiğinden daha zor olacağını, yolculuğunun çok çetin geçeceğini anlamakta gecikmiyor Reyes. Kaldı ki, bir noktadan sonra Hayalet ile birlikte o da uçaktaki hedeflerden biri haline geliyor.
“Ölümcül Uçuş”, hikâyenin yön değiştirdiği sürprizler ve kırılma noktalarıyla ilerleyen bir film… Şaşırtıcı olan, Hayalet’in kimliğinin beklediğimizden çok daha erken açıklanmasına rağmen filmin sürükleyiciliğini kaybetmemesi… Çünkü Hayalet’in geçmiş öyküsü, eylemlerinin ardındaki asıl nedenler ve gizli hedefleriyle birlikte hikâye yön değiştiriyor. Böylelikle, yakalama öyküsü sona eriyor, “katillerle dolu uçaktan sağ çıkma mücadelesi” başlıyor.
Hayalet’in deşifre olmasından sonra hikâyenin merak unsuru, Reyes’in içine düştüğü ikilemler ve vermek zorunda olduğu kararlar üzerinden ilerliyor. Bu arada, teşkilattan uzaklaştırılmasının nedenleri ve yöneticisi Brunt ile ilişkisinin geçmişi ortaya çıktıkça, Reyes’i daha iyi tanımaya başlıyoruz. Aslında, tahmin etmekte pek zorlanmıyoruz ama finale kadar Reyes’in nasıl kararlar alacağını, kimi ve neyi tercih edeceğini öğrenemiyoruz.
“Ölümcül Uçuş”, “Suikast Treni” gibi absürt mizaha çok fazla meyletmiyor. Ama en az onun kadar inandırıcılıktan uzak ve abartılı olduğu inkâr edilemez. O yüzden, yönetmen James Madigan, tümüyle seyir keyfine odaklanıyor. Seyircinin perdede olup bitenler üzerine düşünmemesi için ya aksiyonu devreye alıyor ya tansiyonu yüksek tutuyor. Hızlı montaj ve hareketli kameradan pek vazgeçmiyor.
“Ölümcül Uçuş”, daha önce televizyon dizileri yöneten James Madigan’ın ilk sinema filmi… Reji asistanı ve ikinci birim yönetmenliği olarak aksiyon filmlerinde edindiği tecrübeyi unutmamak gerek. Özel efekt departmanlarında da çalışmış bir isim Madigan. Büyük bütçeli Hollywood filmlerindeki özel efekt tecrübesi, set kadar post-prodüksiyon konusunda da ona önemli bir rahatlık getiriyor. Tüm bu deneyimlerin sonucunda, “Ölümcül Uçuş” ilk sahnesinden itibaren akıp giden, dar mekânda aksiyonun hakkını veren bir film.
Uçak içinde geçmeyen sahnelerin sayısı az değil. Uçak içindeki sahnelerde de pek klostrofobik bir film seyretmiyoruz zaten. Öyle ki birçok çekimde dar mekân duygusu dahi yaşamıyoruz. Çünkü Madigan, gerçekçilikten ziyade resimli roman tadı yakalamaya gayret ediyor. Kamera çalışması gayet iyi. Özellikle, uçak içindeki dövüş sahnelerinde, kadraj kompozisyonlarını sağlam tutmak istediği belli oluyor. Kadraj ölçüsü olarak 2.35:1’de değil, pek fazla kullanılmayan 2.00:1’de karar kılması, bence doğru tercih.
Oyuncular, senaryonun verdiği imkanlar ölçüsünde hikâyenin merkezindeki üç karakteri ele almada başarılı. Josh Hartnett, ilk göründüğü andan itibaren Reyes karakterine eğlenceli bir yorum getirmesini biliyor. Bangkok’tan çıkış bileti olarak gördüğü işin geldiği nokta, yaşadığı zorluklar ve düştüğü haller, filmin mizahını belirliyor. Charithra Chandran, anahtar bir karakter olan uçuş görevlisi Isha Mandhal’i canlandırırken üstüne düşeni yapıyor. Filmin asıl sürprizi ise “Battlestar Galactica” (2004-2009) dizisini seyredenlerin hatırlayacağı Katee Sackhoff oldu benim için. Sadece yorumuyla değil kostümü, beden dili, saç ve makyajıyla da akılda kalıcı bir karakter çizdiğini düşünüyorum.
Film, ikinci yarısında, çocuk işçiler ve uluslararası sömürü düzeni konusunda getirdiği eleştirileriyle de akılda kalıyor. Reyes’in finalde karşı karşıya kaldığı tercih kuşkusuz anlamlı. Ama tüm bunların filmi derinleştirdiğini söylemem zor. Mütevazı yaklaşımıyla eski usul B filmlerini akla getiren “Ölümcül Uçuş”, hikâye ve karakterler açısından iddiasız bir film. Ama kendi koyduğu hedeflere ulaşmayı; eğlenceli, hafif ve oyalayıcı bir suç komedisi olmayı başarıyor. Bu arada, bazı sahneleri itibarıyla kanlı bir film olduğunu belirtmem gerek.