Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mesut Yar Ya da kıyamet yakındır!
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Savaş konuşmak istemiyorum. Ama savaşı kâbus haline getiren nükleerden konuşmak fena olmaz…

        Dünyada iki tür bilim insanı var nükleerle ilgili olan. Daha doğrusu dikkat çeken iki türden bahsediyorum. İkisinin de meseleye olan bağlantısı “aşk ile” başlıyor. İkisi de belli bir noktadan sonra ayrışıyor…

        Yolların ayrıştığı nokta, nükleerin kontrollü kullanıldığında tamamen zararsız hatta mucizevi bir güç olduğuna inananların netliğinden başlıyor

        Öyle ki nükleer santral kazalarının sonraki kuşaklar üzerinde radyasyon kaynaklı ölüm yarattığına bile (kısmen) inanmıyorlar. İnanlar ise onlar için “Radyofobik” yani radyasyon korkusu olanlar…

        Diğer grup ise basit bir hesapsızlığın ve yanlış ellerin kullanımında nükleerin caydırıcı değil, yok edici bir güç olduğunu ve aynı zamanda radyoaktif zehirlenmeden çok, güç zehirlenmesine yol açacağını savunuyor

        İki tarafta görüşlerinde radikal bir noktada duruyor. Antik zamanda “parçalanmaz” anlamına gelen atom, parçalandığına bilim insanlarını da böyle ayrıştırıyor işte…

        Peki, hiç mi ortak yönleri yok. Var elbette. Dünyada yaşam ömrünü uzatacak en temiz enerji kaynağı nükleer. Ama yaşamı sonlandıracak en hızlı silah aynı zamanda…

        Bırakalım bunları. “Bu savaş nükleer bir savaşa evrilir mi?” diye soruyorum her iki tarafa da. “İmkânsıza yakın” diyorlar. Çünkü biri düğmeye bastı mı, öbürü de basacak ve hoşça kal insanlık…

        Kaybedecek çok şeyi olanlar için sadece bir korku ve yaptırım unsuru. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmayanlar için toptan imha tohumu…

        Gündelik hayatta sıklıkla nükleerden yararlanıyoruz. Radyoaktife maruz kalıyoruz. Yavaşça ölüyoruz ama toplu ve ani ölüm, işte orada değişiyor gidişat…

        Özet geçecek olursak, şimdilik hakikaten cümlelerden füzelerin oluşturduğu nükleer bir kayıkçı kavgası yaşıyoruz. İki tarafın da umudu o kırmızı düğmeye basacak olanın rahat durması…

        Ömrümüz ya böylece iyiden iyiye uzayacak. Ya da kıyamet yakındır!

        ***

        İşte şimdi kuşkulandım!

        Yıllar önce Ağrı Dağı’na efsanevi Nuh’un Gemisi’ni aramak için gelenlerin aslında “Star Wars” denilen uzay savaşları projesi için ışın üssü yeri aradıkları kimin aklına gelirdi

        Bu meseleyi o dönemin hemen akabinde tartışmaya açan Nükleer bilimci Prof. Dr. Tolga Yarman anlattı, önceki gece Başka Meseleler programında…

        Sonradan maliyetler filan devreye girip, soğuk savaşta sonlanınca vazgeçmiş meraklı araştırmacılar Nuh peygamberin gemisini Ağrı’da aramaktan

        Bir arkeolog olarak dünyanın çeşitli coğrafyalarında ve çeşitli toprak katmanlarında tufan izlerinin keşfedildiğini söyleyebilirim…

        Ama geminin oturduğu dağın daha çok Cudi’yi işaret ettiğini, öyle olsa bile organik kalıntıların günümüzü görmesinin imkânsız olduğunu da sözlerime eklemem lazım

        O yüzden mesele sadece bir “Ağrı Dağı Efsanesi” olarak yerleşmişti havsala rafıma…

        Neden sonra geçenlerde yine bir araştırmacı grubun Ağrı civarında Nuh’un gemisine bakınmak için memlekete geldiklerini okudum…

        Dün akşama kadar gülüyordum. Şimdi bütünüyle kuşkudayım. Dur bakalım!

        ***

        Kimler arazi olacak?

        Arazi araçlarında ÖTV düzenlemesinin yani verginin yüzde 4’ten yüzde 50 oranına yükseltilmesi kararının hemen akabinde, mesele idrake girmeden talep bir anda 4 misline çıkmış bu araçlarda

        Bunlar eğer çok özel bir takıntınız ya da gönül bağınız filan yoksa adı üstünde kent için değil arazi için üretilen araçlar. Üstelik MTV oranları da bir hayli yüksek…

        Ticaretle bir dönüş sağlayamıyorsanız o sizin yükünüzü taşıyacakken siz onu sırtınızda taşımaya başlıyorsunuz bir süre sonra. Park etmek sorun, köprü geçmek sorun, hız yapmak sorun ve saire...

        Ama çiftçi ama hayvancı ama oduncu ama inşaatçı bu kamyonetle taşımak zorunda ekmeğini, teknesi o çünkü

        Şimdi devletin bu düzenlemeden kazanacağı miktar 15 Milyar lira olarak belirlenmiş. Peki ya başka kim kazanacak?

        Çiftçi ya da demin saydığım meslek erbabı değil. Stokları doldurup, daha nasıl semiririm hesaplarını yapanlar…

        Türkiye’de “oluşan fırsatı görmemek” için ya kör, ya durağan zeka ya da çoğul gibi madden imkansızlık şartı gerekiyor

        Ya da bu seferde arazi olmak; araziye karışıp, kalp kırıklığıyla bir kez daha oturup kalmak!

        ***

        Kimse yeterince masum değil!

        Argo. Bir film isminden bahsediyorum. Aktör ve yönetmen Ben Afleck’in imzasını taşıyor…

        İran İslam Devrimi’nden hemen sonra, devrik Şah Rıza Pehlevi’nin ülkesinde yargılanması için gerçekleştirilen ABD Büyükelçiliği baskınında yaşananları konu alan ve gerçek bir hikâyeden uyarlanan enfes bir politik gerilim filmi

        Durumlar bu kadar sıcakken bir kez daha gözden geçirmek istedim. Bilirsiniz, ABD film sektörünü kullanarak arada bir günah çıkarmaya kalkışır…

        İran’la çıkarların bu denli çatışmadığı geçtiğimiz yıllarda çekilen bu film de böyle bir hava yaratıyor ilk bakışta…

        Devrimin kendi çocuklarını nasıl yediği de gizli soslarından biri filmin. Bir de alıştığımız o limitsiz Amerikan kahramanlığı

        Yine de filmin birçok sahnesinde şimdi çok cüretkâr gelen göndermeler var. Sırf bu yüzden, yaşadığımız zamanları kısmen anlamak için bir Rahip gözüyle değil, izaha aç bir beyinle izleyip anlamak lazım Argo’yu…

        Bir izleyin, fikrinizi de ulaştırın bana. Son yüz yıl içinde “masumiyet” sıfatının sadece “samimiyetsizlik” olduğunu görenlerden özellikle bekliyorum notlarını