Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muhsin Kızılkaya "Son bakış" veya gideni geri getirmek!
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bir şehre bir dağı aşarak varmak, bir denizden geçerek girmek, bir virajı alarak ulaşmak insanda hep bir hayret duygusu uyandırır. (Gemlik’e doğru/Denizi göreceksin/Sakın Şaşırma”-Orhan Veli) Memleketim Hakkari’ye de “serê solan” virajı alınarak girilir; şehir aniden çıkar karşına. Aynı virajdan dönerek çıkılır. Başka bir yol yok, tek yol, alınan o virajdır.

        Bundan 180 sene evvel, son Hakkâri miri Nurullah Bey’e nefy yolu bu virajdan geçerek göründü. Şehre giriş, şehirden ayrılış noktasına yani “ayakkabıların çıkarıldığı yer” anlamında “serê solan” virajına vardıklarında Mir yanındaki danışmanı müdebbire dönüp bir şeyler söyledi. Daha sonra bir Kürt halk şarkısında şöyle yer aldı söyledikleri:

        “Mîr dibêje mudebire

        Serê Solan xwe vegire

        Mewten şirîne tê fukure”

        Diyor ki Mir, “Duralım azıcık serê solan'da/Memleket pek şirindir/‘Son bir bakış’ atalım ona.”

        Her gidişimde aklıma geldiği gibi, bu gidişimde de virajı alır almaz şehir karşıma çıktığında aklıma geldi yine Mir’in müdebbire söyledikleri…

        *

        Sürgünler yaşar bu hissi, yurdundan zorla kopartılanlar; bir sevgili tarafından terkedilenler hisseder, giderken tek başına gitmek istemeyenler bir de…

        Bir an için gerip dönüp bakar ardında bıraktıklarına. Kısacık bir andır o an…

        Koca Kavafis yazmıştı “şehre” yaktığı ağıtta; o serenat hep kulaklarımızda... Başka bir memlekete, başka bir denize gideceğini söylemişti koca Constantino, daha iyi bir şehir vardı ona göre elbet bir yerlerde, neye kalkışırsa kalkışsın kader yapışmıştı yakasına, koca yüreği gömülü bir ceset haline gelmişti şehrinden ayrılmadan önce. Aklı hep kalacaktı o “çorak ülkede”, yüzünü nereye çevirse, nereye bir bakış atsa, hep yıllarını boşa harcadığı hayatının simsiyah yıkıntıları çıkıyordu karşısına. Yeni bir memleket yoktu onun için, yeni bir deniz haramdı ona. Terk ettiği şehir bırakmayacaktı peşini, nereye giderse gitsin, hangi sokakta yürürse yürüsün, hep aynı sokakta dolaşacak, hep aynı mahallede yaşlanacaktı. Aynı evlerde kır düşecekti saçlarına, gideceği şehir hangi şehir olursa olsun hep terk ettiği şehri olarak kalacaktı, başka bir şehir yoktu onun için. Hiçbir gemi onu başka bir yere götürmeyecek, hiçbir yeni yol çıkmayacaktı karşısına, bu şehirde, bu küçücük köşede kıymışsa hayatına, kıymıştı demek bütün dünyada da.

        *

        Ardına dönüp bakmanın, “son bir bakış” atmanın maliyetini, yaratacağı felaketi düşünmez sürgünler. Dönüp arkasına gidiyor mu, duruyor mu geliyor mu diye merak eden aşık, sonuçlarını aklına getirmez.

        Hikayesi zaman kadar eskidir. Hem kadim Yunan mitolojisinde hem de Tevrat’ta var benzer hikâye. Muhtemelen Homeros, Tevrat’tan almış ilhamını; aynı hikaye biz var olduğumuzdan beri çınlayıp duruyor kulaklarımızda.

        Lut’un karısı dinlememişti onu, dönüp arkasına, terk ettiği şehre “son bir bakış” fırlatmıştı. Fırlatırken nazarı, başına gelenleri hiç düşünmemişti kadın. Orpheus’un arkasından gelen Eurydike’ye sahiden de geliyor mu diye “son bir bakış” atmıştı. Atarken başına geleceklerine dair hiçbir bilgisi yoktu o sırada.

        Lut’un hikayesinde Lut önde, arkasından geliyor karısı. Orpheus’un hikayesinde de öyle, sevgilisi Eurydike onun arkasında. Lut’un hikayesinde Lut karısını tembihlemiş dönüp arkana bakma diye; Orpheus’un hikayesinde kendisi dönüp bakıyor sevgilisine. Lut’un hikayesinde Lut karısıyla birlikte canını kurtarmak istiyor Sodom’un üstüne yağan gazaptan; Orpheus’un hikayesinde Orpheus sevgilisi Eurydike’yi “ölüler ülkesinden” yeryüzüne çıkarmak istiyor. Lut karısı mezara girsin istemiyor, Orpheus, Eurydike’yi mezardan çıkarıyor.

        İki hikaye de “son bakışın” nasıl ölümcül bir bakış olduğunu anlatıyor bize.

        *

        Mübadelede ne çok “son bakış” asılı kalmıştır Anadolu’nun yalçın dağlarında, atların koşuşturduğu düzlüklerinde, arıların bal emdiği çiçeklerinde, coşkun ırmaklarında, durgun göllerinde, ağaçlarının yeşil dallarında, saklı cennet köylerinde, gümrah şehirlerinde… En son iç savaş sonrasında ne çok “son bakış” kalmıştır Suriye’nin düzlüklerinde, zeytinliklerinde, tarlalarında, kutsal mekanlarında, camilerinde, kiliselerinde, okullarında… Vatanını terk etmek zorunda kalan ne çok sürgün, arkasından gelen şehirleri, her gece rüyalarına gelsin diye erkenden girmiştir soğuk yataklarına, ne çok şehir, ne çok sokak, ne çok meydan kader gibi yapışmıştır yakalarına.

        Hepsinin aklında kalan son şey, o “son bakış”tır işte.

        *

        Gitmek kolaydır. Ama gideni geri getirmek... işte o dağı eritmek gibi bir şeydir.

        Homeros destanı, Orpheus efsanesinden mülhemdir derler. Orpheus için kadim Yunan mitolojisinin son kahramanı diyen de var. Hemşerimiz sayılır, Trakyalıdır… Hem bir şarkı icracısı hem bir bestekâr hem de şairdir aynı zamanda. Kaplumbağa kabuğundan lirini çalar, muhteşem şarkılar söyler. Bildiğimiz hiçbir kahramanla hiçbir benzerliği yoktur. Hiçbir savaşa katılmamış, hiçbir zaferi yok, hiçbir er meydanında hiçbir yiğidin sırtını yere getirmemiş, hiçbir çarpışmada hiçbir hasmına gününü göstermemiştir. Zaafları olan bir kahramandır, roman kahramanı gibi, hani o hassas kalplerine hep yenik düşen kahramanlardan. Zariftir, narindir, naziktir, gönlünü her an bir sevdaya kaptırabilir, her aşk hırsızı her an kalbini çalabilir. Şairdir diyeyim de nasıl bir adamdan bahsettiği anlayın siz. Lir çalar, gönül havalandırır, tek bildiği iş bu iştir. Hayatının bir deminde yoluna bir peri kızı çıkar, gönlünü çalar, Eurydike de aşkına karşılık verir, evlenirler. Öyle yakıcı bir aşktır ki onların aşkı sadece insanlar değil tanrıları bile kıskandırır. Her aşık aşkı onlar gibi yaşamayı düşler. Kara bahtı, kör talihi diyelim; ölümüne sevdiği Eurydike’yi bir gün kahrolası bir yılan sokar, kız oracıkta ölür, ölüler ülkesine, o ülkeye hükümdarı Tanrı Hades’in yanına gider. Bu ölüm Orpheus için de ölümdür. Sazına sığınır, ağıta durur, yakarır, yalvarır, gözyaşı döker. Öyle yüksek bir sesle sevdiğinin arkasından serenat yakar ki sesini duymayan mahlukat kalmaz. İnsanlar duyar, hayvanlar duyar, bitkiler duyar, tanrılar duyar, sesi duyan herkes onun acısına benzer bir acıyı yüreğinde duyar. Acırlar ona, toplanıp varırlar ölüler ülkesine, yalvar yakar olurlar hükümdar Hades’e, “büyüksün, büyüklüğünü göster, Eurydike’yi geri ver garibim Orpheus’a” derler ama Hades hiçbir sese kulak vermez, “ölen öldü” der, “ölmüş bir insanı bir daha öte dünyaya geri gönderemem” der de başka bir şey demez. İçlerinden Persephone ısrar edince tanrı Hades bir şart koşar. Eurydike’yi ancak Orpheus’un rehberliğinde çıkarabilir yaşayanların dünyasına.

        Orpheus ölüler ülkesine gidecek, Eurydike ardına düşecek, yeryüzüne çıkıncaya kadar zinhar geri dönüp sevgilisinin arkasından gelip gelmediğine bakmayacak! Dönüp bakarsa eğer şart bozulacak! Orpheus için çok kolay bir şarttır bu, hemen kabul eder. Ve hızlıca ölüler ülkesine gider. Tanrı Hades de salıverir Eurydike’yi. Ölüler ülkesinin karanlığından ışığa doğru yürümeye başlarlar cesetler arasından; önde Orpheus, arkasından Eurydike… Işık gittikçe çoğalır, tam tekmil ışığa kavuşacaklarken Orpheus’un içine bir kurt düşer, kuşku şeytanı dürter, şüphe kurtçuğu içini kemirir; sakın Hades onu oyuna getirmiş olmasın! Ya sevgilisi onu takip etmiyorsa? Ya gelen o değilse? Ya geride kaldıysa? Ya onu beraberinde getiremediyse? Aşk ateşiyle yanıp kavrulan Orpheus daha fazla dayanamaz, kuşku ağır basar, kalbindeki aşk, aklına da hükmeder. Hades’in şartını unutarak, bir an için geri dönüp bakar. O bir anlık bakış, felaketi olur çıkar. Gördüğü tek şey, sevgilisinin buhar olup yerden yükselmesi olur. Buhar etrafa dağılıp yok olurken, çaresizce onu yakalamaya çalışır ama nafile. Eti lime lime olur kopar bedeninden. Acı sarar her yanını, keder kuyusuna düşer. Yer bitirir kendini. Kendi kendine sorar.

        Ardıma bakmasaydım, o “son bakışı” atmasaydım, ölüler ülkesinden, o mezardan, o karanlık diyardan çıksaydım yeryüzüne sahiden de gelir miydin benimle oraya ey sevgili? Emin olsaydım buna, dönüp bakar mıydım sana? Sana bakmak, seni yok etmekse eğer, o bakışı başka zamana saklamaz mıydım? Evet baktım arkama, hatam arkama bakmak değildi bana göre, belki de en büyük hatayı senin arkamdan geleceğine kendimi inandırmamdı. Seni düşündüğüm için değildi belki de seni yaşayanlar ülkesine götürme isteğim, yalnızlığımdan korkmamdı.

        Düşündükçe kendini daha çok tüketir. Çaldığı bütün melodiler birbirlerine karışır, bildiği bütün şarkılar uçup gider, o zamana kadar kalbine ferahlık veren şiirlerin hiçbiri kalbini yumuşatmaz olur. Kalbi paramparça olur, ümidi tarumar… Mecnun olur, düşer yollara. Sonra sert bir kayayı mesken tutar. Tam yedi ay boyunca oturduğu kayanın üstünden kalkmaz olur. Kalbi kurur, aşkı sevdayı unutur. Derler ki, gözü “son bir bakışla” dönüp baktığı sevgilisi buharlaşınca bir daha hiçbir kadının yüzünü görmez olur. Hor görür bütün kadınları. Gezdiği diyarların kadınları bu duruma çok içerlenir. Hasetten kıvranan Trakyalı kadınlar, “madem hiçbirimize yar olmaya niyeti yok bu yakışıklı delikanlının, o halde okuyalım canına” deyip üzerine atılırlar. Kederli aşığı paramparça ederler. Başını kesip Meriç ırmağına atarlar. Irmakta sürüklenen kesik başı, ta Ege denizine ulaşıncaya kadar hep “Eurydike”, “Eurydike” diye inleyip durur. Derler ki, bugün bile Ege denizi kabardıkça, köpüren dalgaların arasından Orpheus'un kesik başı dışarı çıkar, Eurydike’sine bin yıllardan beridir söylediği aşk şarkısını söylemeye devam eder.

        *

        Efsanenin duyulduğu günden bugüne, sanat aleminin çözemediği, sorup durduğu soru şudur:

        Sahiden de Orpheus geriye dönüp bakmasaydı, “son bir bakışla” sevgilisine bir nazar atmasaydı eğer, Hades ona Eurydike’yi geri verecek miydi?

        Rilke’nin “Orpheus’a Soneler”inin de Jean Paul Sartre’ın “Siyah Orpheus”unun da Jean Cocteau’un “Orpheus Üçlemesi” filminin de Maurice Blanchot’un “Orpheus Bakışı”nın da Marcel Camus’nun “Orfeu Negro” filminin de Christoph Willibald Gluck’un “Orfeo Ed Euriydice” operasının da İsmail Kadare’nin “Sürgün Kız” romanının da temel derdi bu sorudur.

        *

        Memleketi Arnavutluk’ta rejimle ters düştüğü için sürgün yollarına düşüp Paris’te soluklanmış Balkanlardan çıkmış büyük yazar İsmail Kadare “Sürgün Kız” romanında bu efsaneye dair farklı bir tez sürer öne. Ona göre Tanrı Hades’in, Eurydike’nin Ölüler Diyarı’ndan çıkartılmasına izin vermeye kesinlikle niyeti yoktu. Tanrı Hades, insanoğlunun zaafını çok iyi biliyor. Nasılsa Orpheus şarta bağlı kalmayacak, zaafına hemen yenik düşecek ve kesinlikle geri dönüp ardına bakacak. Bu yüzden Orpheus’tan bol bol şarkı dinledikten sonra sevgilisinin kalkıp onunla gitmesine izin verir. Romancı iddiasını daha da ileri götürür. Ona göre Orpheus dönüp “son bakışı” attığında sevgilisi zaten orada yoktu, bu yüzden Eurydike buharlaşıp kaybolmadı, o zaten Orpheus’un arkasında değildi, onun takip etmesine Hades izin vermemişti. Tanrı Hades’in derdi başkaydı, onun amacı Orpheus’tan şarkı dinlemekti. Orpheus ise şarkı söyleyecek, daha sonra da sevgilisini alıp gidecek sanıyordu. Oysa Orpheus fena halde oyuna gelmişti.

        Ne kadar geriye dönerse dönsün, ardından gelene ne kadar “son bir nazar” atarsa atsın, Attila İlhan’ın dizeleriyle, sevdiği kadın zaten yoktu/böyle bir sevmek ise görülmemişti.

        *

        Bir şehri, bir sevgiliyi terk ederken kurşun ağırlığında hatıralar kalır geride. Sen yokken o hatıralar büyür, şehrin bütün bir evrenini kaplar. Tekrar onlara geri dönmek istediğinde, onları hiç yaşamamış gibi hissedersin. Ortalığa saçtığımız anılar, yıllar sonra yolumuza döşenmiş birer mayın olur çıkar.

        Gitmek kolaydır. Sevgiliden kaçmak, şehirden kaçmak, dağa gitmek, kendinden kaçmak kolyadır. Ya gittiğin yere dönmek?! İşte onu sorma... Ya kesin dönersin, ya dönüp ardına bakmayacaksın… Bakarsan eğer… “Son bir bakış” daha dersen. Her şey dağ olur, yıkılır üzerine. Nefessiz kalır, boğulursun. İyisi mi ardına bakmamak… Ardından bir şeylerin geldiğini hissetmek yeter sana.