Brezilya’ya bu yıl ilk Oscar ödülünü getiren “I am still here” filmini sinemadaki koca salonda arka sıramdaki orta yaşlı hanımla bir başımıza izlerken ‘neyse’ dedim kendi kendime, “nasılsa kimse yok, rahat rahat ağlayabilirim…”
Brezilya’da 20 yıldan fazla süren askeri dikta dönemindeki keyfi uygulamalar, tehdit, cinayet ve işkenceyi görünce bir kez daha askeri darbelere, cuntalara ve baskı rejimlerine lanet ettim içimden.
Türkiye geçmişte çok badireler atlattı.
Cuntanın, askeri rejimin ne olduğunu maalesef biz bu topraklarda yaşayanlar olarak biliyoruz.
Latin Amerika’da darbeciler çok uzun kaldılar.
Şili’de 1973’ten 1990’a, Brezilya’da 1964’ten 1985’e…
Ben hala buradayım
“I am still here” işte o dönemleri anlatıyor.
Film, Brezilya’daki askeri yönetim döneminde 1971’de başlıyor.
Ülkedeki askeri diktatörlüğe karşı mücadele eden İşçi Partisi eski milletvekili Rubens Paiva karısı ve beş çocuğu ile Rio de Janeiro’da kumsalın kenarındaki evinde yaşayan mutlu bir aile babası.
Bir yandan da diktatörlüğe karşı direnişi örgütlüyor, bir gazete çıkarıyor, yurt dışına çıkanlara yardım ediyor, yabancı basına yazılar gönderiyor…
Bir gece beklenmedik şekilde kapı çalıyor.
O kalabalık ve sevgi dolu aileyi bir daha geri döndürülemeyecek şekilde yok edecek olan kapı zili bu.
İçeri askeri diktanın paralel yapısı izlenimi veren bir takım istihbarat görevlileri giriyor, evde arama yapıyor ve Paiva’yı nereye götüreceklerini söylemeden alıyorlar.
Eşi Eunice arabasına binerken bakıyor eşine.
Son bakış.
Ancak kocasını götürmekle de yetinmiyor eve gelenler.
İçeride iki kişi bırakıyorlar. Aileyi gözetleyip telefonları dinlemek için.
24 saat gözetim işkencesinde iki gün yaşıyorlar. Sonra eşi ve en büyük kızı da alıp götürüyor o görevliler.
Eunice ve 15 yaşındaki kızı için işkence başlıyor.
Kafalarına çuval geçiriliyor, kapalı hücrede tutulup sorgulanıyor ve devamlı çığlık sesleri ile günlerce kapkaranlık bir delikte tutuluyorlar.
Kadın eve geldiğinde enkaz.
Neyse ki ikisini de serbest bırakıyorlar.
Fakat Rubens Paiva’dan haber yok.
Aylarca ev gözetleniyor, baskı rejimi giderek şiddetleniyor.
Ailede para sıkıntısı başlıyor.
Bu arada Eunice kocasını bulmak için büyük bir mücadele başlatıyor.
Onun tutuklandığını ve gözaltına alındığını kanıtlamaya çalışıyor ancak hiçbir yerde ismini ve olayı teyit ettiremiyor.
En sonunda evlerini yok pahasına satıp çocuklarıyla anne babasının yanına Sao Paolo’ya taşınıyor ve akademideki işine geri dönüyor.
Kocasının öldüğünü yıllar sonra Sao Paolo’da ders verirken resmi makamlardan aldığı bir mektupla teyit ettirebiliyor.
I am still here beni Costa Gavras’ın Şili’deki Pinochet diktatörlüğü döneminde kaybolan bir gazeteciyi anlatan meşhur Missing (Kayıp) filmine götürdü.
Hep aynı zincir aslında.
Baskı, şiddet, işkence ve korku ile ayakta kalan askeri diktatörlüklerin kısırdöngüsü…
Sinema panzehir olabilir
Bugün o askeri rejimler yıkıldı ancak son dönemde Trump’ın etkisi, İsrail’in gaddarlığı ve aşırı sağın yükselişi ile dünya çapında yeni bir baskı ortamının emareleri artıyor.
“I am still here” bu gidişe karşı da bir uyarı niteliğinde.
Sinemanın ve edebiyatın içinden yükselecek kuvvetli bir özgürlükçü dalga mevcut ortamın en etkili panzehirlerinden biri olabilir.
Bunu geçtiğimiz hafta izlediğim Papalık seçimini anlatan Konsey’i izlerken de aklımdan geçirdim.
Bugün bayram.
Türkiye farklı bir atmosferde giriyor bu bayrama.
Biraz tedirgin, epey diken üzerinde…
Her şeyden daha çok huzur, barış ve demokrasiye ihtiyacımız olduğunu unutmadığımız güzel bir bayram diliyorum.
Fırsat bulursanız hem Hala Buradayım hem de Konsey’i muhakkak izlemenizi tavsiye ederim.