Dün sevgili Esin’i (Övet) okuyunca sadece 90’ları ve 2000’leri değil Bodrum’un 80’lerini de hatırlayan biri olarak hüzünle oturdum masamın başına.
Evet ben bu beldenin (daha doğrusu artık megakent görünümlü köy demeli galiba) henüz Yalıkavak’ta sadece restoran olarak Çavuş’un yeri ve birkaç salaş balıkçı olduğu halini gayet iyi bilirim.
Aman canım o da eski mi derseniz daha geriye de gideyim…
Annem ve babam ben doğduktan kısa süre sonra o dönem Türkiye’de bir ilk olan ‘devre mülk’ sisteminden 15 günlük bir devre almışlar.
Her yıl Turgutreis’e gelir, Karaincir Plajında yüzermişiz.
Yüzme kısmını pek hatırlamıyorum ama plaj kısmını unutmam mümkün değil.
48 yıllık hayatımın en uzun yürüyüşünü Karaincir’de yaptım ben.
Henüz emekleyen bir bebekken ilk adımımı orada atmaya karar verip kumun sıcaklığı ile biraz koşup biraz sürünerek denize gitmeye kalkmışım.
Yıllarca ‘büyümek ve Bodrum’u’ o nedenle eş anlamlı sandım.
Küçücük çocuk gözüyle beyaz evli dar sokaklarda yürür, dondurma yer, kalenin alt tarafındaki küçük kumsaldan denize girerdik.
Sonra devremülk satıldı, bir süre sonra bizim için Gündoğan günleri başladı. Daha doğrusu Gündoğan’ın arkasındaki şimdi çok moda olan Küçükbük’teki yazlık günleri…
Gündoğan 90’ların başında Bodrum sayılmazdı. Arabayla git git bitmeyen, gençler için hiçbir atraksiyonu olmayan uzak bir köydü.
Bizim sitenin gençleri olarak bu uzak köyden çok şikayet eder her akşam tek bir sefer saat 21.15’te kalkan dolmuşla haftada iki kez Bodrum’a gitmek için ebeveynlerimizden izin koparmaya çalışırdık.
Bodrum’a gitmek cennete gitmek gibi bir şeydi.
Önce sebzeli dürümcüde dürüm yenir, sonra Körfez’e uğranır, ardından Türkçe Pop sevenler Kestane diye tutturur gece Hadigari’de biterdi.
Bodrum merkez bile Yalıkavak'tan iyi
Son yıllarda ne zaman Bodrum merkeze insem ki -sırf sosyolojik gözlem için kendimi bunu yapmaya zorluyorum, kendimi artık sıva tutmayan bir binanın içinde yürüyor gibi hissediyorum.
Bodrum terk edilmiş hüzünlü bir yaşlı kadın sanki ama Yalıkavak, Gündoğan daha mı iyi?
Onlar da birer küçük İstanbul. Hatta küçük İstanbul’a terk edilmiş ve kalitesizleşmiş Bodrum merkezi tercih ederim.
İstanbul’un zincir kafe ve restoranlarına gitmek için neden Bodrum’a geliniyor anlamıyorum…
Bodrum’a inat yükselen Bitez
Sevgili Esin gençler tatminsiz ve lüks peşinde diyor. Doğru hakikaten çoğu mutsuz ve doyumsuz ama bence sorun onlarda değil.
Bodrum her sene daha bir hüzün veriyor insana. Gençler belki de o hüznün getirdiği boşluğu doldurmak için debelenip duruyorlar.
Yükselen ve düşen mekan ve semtlerden bahsetmiyorum. O normal.
Mesela her şey de kötü değil. Bence Bitez müthiş bir yükselişte.
Art arda çok iyi mekanlar açılıyor ve enerjisi her sene yükseliyor.
Fakat Bodrum ve çevresinde genel olarak bir hayat enerjisi eksikliği var.
Minerali olmayan maden suyu gibi. İçiyorsun ama asla susuzluğun geçmiyor.
Bunu bu seneye kadar hiç böylesine güçlü şekilde hissetmemiştim.
Sadece mekanların boşluğu ya da fiyatların yüksekliği değil sorun.
Sanki bir atalet ve bereketsizlik havası hakim her yere…
Cennet gibi koylara, güzelim plajlara ve masmavi denize bakıyorum ve ‘bu işte bir yanlışlık var’ diyorum.
Bu yanlışlık hepimizin…
İstikamet Süleymaniye
Bu ülke çoklu ve tezat gerçeklikler ülkesi…
Yarın sabah erkenden Bodrum’a taban tabana zıt bir coğrafyaya doğru yola çıkıyorum…
İstikamet önce İstanbul ardından Mardin. Oradan karayolu ile Süleymaniye…
Şimdiye kadar bu köşede yazdığım ‘Terörsüz Türkiye’ süreci ile ilgili tüm gelişmeler gerçekleşti.
Artık tarihi bir dönemeçteyiz…
PKK silahlarını yakmak için bir tören gerçekleştirecek.
O töreni yerinde izleyecek ve sizlerle paylaşacağım…